Çözüm Sürecini Kim Bitirdi?

Altan Tan Yazdı;

Çözüm Sürecini Kim Bitirdi?

Hemen baştan söyleyeyim ki ben bitirmedim.

‘Kabahat samur kürk olmuş da kimse üzerine giymemiş’ sözünü boşuna söylememişler.

Bu konuda kimse suçu üzerine almıyor.

Herkes Eşhedübillah sütten çıkmış ak kaşık!

AK Parti’ye sorarsanız PKK ve HDP,

PKK ve HDP’ye sorarsanız AK Parti ve devlet bu işi bitirdi.

Bu konudaki görüşlerimi sözlü ve yazılı olarak defalarca açıkladım.

Üst üste koysanız bir kitap olur.

Çözüm Sürecinin perde arkasındaki önemli kişilerden biri olan 2015’e kadar Adalet Bakanlığı Baş Müşaviri, 2015-2018 yılları arasında ise AK Parti Adıyaman milletvekili Adnan Boynukara’nın 26 Temmuz 2021 tarihli yazısı Devlet-AK Parti cenahından ilk defa özeleştirel ve  obkektif  değerlendirmeler içeriyor.

Bu yanıyla önemli.

Altı çizilecekleri sıralayacak olursam;

1. ‘Devlet aygıtına ve siyasi partilere egemen olan kadroların Kürt Meselesi’nin nihai çözümünün topluma, ülkeye ve devlete kazandıracağı avantajları ve siyasal derinliği idrak edememeleri hem eksiklik hem de büyük bir sorun olmuştur. Bunların, idrak ve irade sorunu, sürecin kırılgan bir zeminde yürümesine yol açıyordu.

Aktörlerin arasındaki müstakil kırılganlıklar, çözüm perspektifinin tam anlamıyla yerleşmemesinden de güç alıyordu.

Başta güvenlik ve yargı içerisindeki unsurlar, sürekli bir biçimde çözüm sürecini provoke edici müdahalelerde bulunuyordu. Süreci başlatan siyasi kadrolara karşı duyulan ‘alerji’ ve direnç, iktidarın terörün sonlandırılması konusunda inisiyatif almasıyla birlikte, açık müdahalelere dönüştü.

İktidar, müdahalelerden çekindiği ve süreci sahiplenme zaafı gösterdiği anlarda bu müdahaleler arttı.

Bu noktada üzerinde durulması gereken konu, devletin ve siyasi partilerin bu tür meseleleri çözebilme kapasitesine sahip olup olmadığıdır.

Bu konuda ortaya çıkan genel yanılgılardan birisi de, sorunu çözmek isteği ile sorunu çözme kapasitesinin birbirine karıştırılmasıdır. Çünkü sorunu çözmek için (motivasyonu ne olursa olsun) istekli olmakla, sorunu çözecek kapasitenin varlığı, ya da bu kapasiteyi inşa etme ciddiyeti farklı şeyler. Bu, sahici bir zihni hazırlık gerektiriyor.

Mesele; çözüm konusunda arzulu/istekli olmaktan çok, zihinsel olarak hazırlıklı olma meselesidir. Zihni hazırlık var ise planlama ve gerekli adımları atmak kolaylaşır.’

Bu samimi itiraf can alıcı derecede önemlidir.

AK Parti kadroları Kürt Sorununu kalıcı ve Irak, Suriye ve İran’ı da kapsayacak derinlikli bir perspektifle çözme yerine öncelikle PKK’ye silah bıraktırmaya endekslediler ve çok basite indirgediler.

Ciddi bir kafa yormuşlukları, hazırlıkları ve güven verici donanımlı, yetenekli ve halkta güven uyandıracak kadroları yoktu.

Kısaca AK Partililer sorunu çözmek istiyorlardı ama bu istekleri ile sorunu çözme kapasiteleri arasında uçurum vardı.

2. Devlet İçi Mücadele Sorunu

‘Yukarıda değindiğimiz sorunu çözme isteği ile sorunu çözme kapasitesi arasındaki farkın somut göstergesi, süreçte devlet içi mücadelenin su yüzüne çıkmasıydı. Çözüm Süreci, farklı Türkiye tasavvurlarının çatıştığı bir alana dönüştü.

Toplumsal barışla birlikte devletin demokratik dönüşümünü gerçekleştirmek isteyen aktörlerle eski ve yeni vesayet odakları arasında net bir ayrışma yaşandı. Vesayet aktörleri toplumsal barışa değil, toplumsal gerilim ve kırılganlığa ihtiyaç duyuyorlardı.

Bu anlamıyla; süreç başladığında tahkim olmuş bir devlet aygıtı ve kamu idaresi yoktu.

Tam tersine oldukça kırılgan, sorunlu, birbiriyle alan ‘kavgası’ veren grupların rekabet düzlemine dönüşmüş bir bürokrasi aracılığıyla çözüm süreci sürdürülmeye çalışıldı.

Süreçle birlikte, devletin iç gerilimlerinin de yönetilmesi gerekiyordu. Tabi bu durum, tek başına çözüm süreci nedeniyle ortaya çıkmış bir sorun değildi. Sorun, Türkiye’nin çağdaş bir hukuk devleti olamayışıyla ilgiliydi.

Cumhuriyetle yaşıt olan bu kırılgan durum, Çözüm Sürecinde biraz daha fazla ortaya çıktı ve süreci etkiledi. Çünkü Çözüm Süreci sıradan bir politik başlık değildi. Müesses nizamın siyasal, ideolojik ve kurumsal kodlarının yeniden ele alınmasını gerektiriyordu. Buna tahammülleri yoktu…’

‘…Vesayet odaklarının ideolojisi, Kürt meselesini var eden başat gerekçeyi oluşturuyordu. Bu nedenle, çözüme karşı direndiler…’

Özetle Türkiye Cumhuriyeti’nin İttihat ve Terakki’den devir aldığı Türkçü-ırkçı paradigma kırılamadı.

3. PKK’nın Silah Bırakma Fikrinden Yoksun Olması

‘Burada etkili olan ana faktör, PKK’nın çağı geçmiş, oldukça eskimiş ideolojik dünyası ve şiddeti kutsayan anlayışıdır. Bu süreçte örgütün, arkaik bir güvenlik başlığına dönüştüğü net bir şekilde ortaya çıktı. Sahip olduğu ideoloji ve “zorun rolü” diye formüle edilen şiddeti kutsama anlayışı; Türkiye’nin, Kürtlerin, Ortadoğu’nun ve dünyanın geldiği çağdaş noktadan ve realiteden kopmuş durumda. Bu haliyle, PKK’nın inşa ettiği ‘Kandil dünyasının’ sahici bir yol bulma olasılığı görünmüyordu. Örgüt, sadece Türkiye’nin ve Türkiye’deki Kürtlerin değil, bölgenin sırtındaki en büyük kambura dönüşmüş durumda. Bu durum elbette büyük sorun, ama daha olumsuzu, Kürt meselesi konusunda değerlendirme yapanların, büyük kısmının, PKK’nın bu hali konusunda söz söylemekten özenle kaçınmalarıdır…’

Uluslararası güçlerin güdümündeki PKK’nin en önemli amacı üzerinde egemen olacağı ve tek parti diktatörlüğü ile yöneteceği bir toprak parçasına sahip olmaktır.

…’Örgüt içi farklılıklar: Örgüt içindeki farklı grupların güç mücadelesi, Avrupa’da yaşayan unsurların maksimalist talepleri ve İmralı ile Kandil arasındaki uyumsuzluk, süreci olumsuz anlamda etkiledi. Özellikle, Kandil’in görünürde İmralı’ya anlam atfeden, ancak pratikte boşa çıkaran tutumu önemli bir sorundu…’

4. Bölgesel Faktörler

‘Sürecin yapısal kırılmasına yol açan faktörlerden birisi de Suriye meselesidir. Suriye’de bir alan kazanabileceğini değerlendiren örgüt, pozisyon değiştirdi ve Türkiye ile çözüm yerine, ABD himayesi altında bir alan kazanmayı tercih etti. Öyle ki; örgüt tam anlamıyla bir taşeron postuna büründü ve çözüm sürecini bitirmek için her şeyi yaptı. Suriye üzerinden bölgesel jeopolitik kırılma derinleştikçe, PKK daha çok teröre sarıldı ve siyaset de mesafeli bir noktaya kaydı.’

‘Suriye olayının ivme kazanmasından sonra üç temel değişiklik oldu; ABD örgüt ile iletişime geçti, örgüt çekilmeyi durdurdu ve Türkiye’nin kendi içinde meşgul olması için farklı taktik terör faaliyetleri devreye konuldu.

Bu süreçte, ABD kadar örgüt üzerinde etkili olan diğer ülke ise İran oldu. İran, Irak ve Suriye’de kendine engel olarak gördüğü Türkiye’yi meşgul etmek için örgütün Türkiye içine yönelik faaliyetlerine destek verdi, yönlendirdi…’

‘…Türkiye’yi kendi içinde meşgul etmek ve örgüt ile yürüttükleri ilişkilerin pekiştirilmesi için zaman kazanmaktı.’

5. İç Siyasi Pozisyonlar

Başını CHP ve MHP’nin çektiği muhalefet Çözüm Süreci’ne destek vermedi.

‘…Toplumsal desteğin sınırlanması, devlet ile hükümet içindeki çözüm karşıtı unsurların tedirginliklerinin tetiklenmesi ve ortaya çıkan sorgulamaların sonucunda gerekli adımların hayata geçirilmesinin ötelenmesi gibi etkilere sebep oldu.’

‘SONUÇ

Başta ifade ettiğimiz gibi nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli toplumsal barış projesi akamete uğradı.

Bu netice; ülkenin demokratik işleyişini, demokrasinin kalitesini, sivil siyaseti ve ekonomiyi olumsuz etkiledi.

Devlet içine çöreklenmiş olan unsurların ve bunların organize ettiği mafyatik ilişkiler ağının güçlenmesine, alan hâkimiyetlerini artırmalarına yaradı.

Dış politikada ise Türkiye, daha rahat ‘sıkıştırılabilir’ bir noktaya geldi. Maalesef bu kart, kendisine karşı işlevsel bir şekilde kullanılıyor.

Ortaya çıkan olumsuz sonuçlarla birlikte, sürecin tek bir faktörden dolayı bittiği söylenemez.

Birbirini tetikleyen/etkileyen faktörlerden bahsetmek mümkün. Dolayısıyla asıl olan, durumu doğru bir zeminde konuşmak ve dersler çıkarmaktır. Salt siyasi pozisyonlardan hareketle yapılan değerlendirmeler, bu projeyi ve ortaya çıkarabileceği olumlu sonuçları anlayamamaktır.

Bu tür süreçlerde örgütler her zaman bozucu rol üstlenir. Çünkü örgütleri bağlayan bir hukuk, etik değerler seti yoktur ve her yol mubah görülür. Asıl olan; devletin, hükümetin, seçilmiş siyasi iradenin gerekli tedbirleri alıp hem örgütün hem de devlete çöreklenmiş vesayet odaklarının bozucu faaliyetlerini boşa çıkarmasıdır.

Bu konuda zaaf gösterildiğinde, süreci olumlu sonuca götürmek zorlaşır. Buna rağmen, Türkiye’nin bu projesinden dersler çıkararak, toplumsal kesimlerin taraf olduğu sorunları çözmesi en büyük hayalimiz ve umudumuz.

Toplumsal bünyeyi güçlendirme ve devletin demokratik dönüşümünü sağlama vizyonu, dün ne kadar gerekli ve doğruysa, bugün de o ölçekte hem gerekli hem de doğrudur. Çözüm Süreci böylesi bir vizyonun ürünüydü. Bu vizyon, Türkiye’yi dünün kamburlarından kurtarma ve geleceğe taşıma hamlesini temsil ediyor. Bu vizyon, dün de bugün de yarın da sahiplenmeyi hak ediyor.’

Konunun en nemli sonuç cümlesi şu:

‘Bu tür süreçlerde örgütler her zaman bozucu rol üstlenir. Çünkü örgütleri bağlayan bir hukuk, etik değerler seti yoktur ve her yol mubah görülür.

Asıl olan; devletin, hükümetin, seçilmiş siyasi iradenin gerekli tedbirleri alıp hem örgütün hem de devlete çöreklenmiş vesayet odaklarının bozucu faaliyetlerini boşa çıkarmasıdır.’

Devlet, ‘Devlet’ gibi davranmadığı ve doğru düzgün bir ‘Devlet Aklı’ iş başında olmadığı zaman sorun çözebilmek mümkün değil.

Hele hele ‘Kürt Sorunu’ gibi Türkiye’nin 100 yılına mal olmuş ve daha da olabilecek olan bir sorunu.

Kaynak: Farklı Bakış