Çocuk Evliliği Üzerinden Kopartılan Fırtına…

Abdülaziz Tantik, birçok konuya yönelik yaklaşımda olduğu üzere, çocuk yaşlarda evlilik iddialarının hakikatinin ortaya çıkması adına da, sahih bir yöntem denemesini öneriyor.

Çocuk Evliliği Üzerinden Kopartılan Fırtına…

Üretilmiş bir film gibi bize seyrettirilen Çocuk Evliliği hikâyesi de büyük bir yalan olarak ortada asılı kaldı. Lehinde ve aleyhindeki haberlere bakıldığı zaman meselenin niçin ortaya atıldığını ve bir annenin çocuğunu kaybetmenin verdiği derin acı ile nasıl bir savrulma yaşadığını göstermektedir. Bu tarz olayları daha sık göreceğimiz bir seçim sathı mailine girdiğimizi bilmemiz gerekir…

Meseleyi ele alırken hangi yöntem üzerinden ele alacağımız konusunda bir bakışa sahip olmadığımız gözlemlenmektedir. Taraf olarak ortaya konan parodiler, bir bilgi ve gerçekliği sunmadaki yetersizlikleri aklı başında ve sağduyulu her ferdin gözlemine konu edilebilinir. Bu yüzden meseleleri daha kapsayıcı ve ortaya konan biçimini aşan bir boyut üzerinden ele almayı zorunlu kılar…

Konu, bir gazetecinin gazetecilik yapması sonucu ve aynı zamanda bir mahkeme olgusu içinde gündeme düştü. Gazeteci aynı zamanda mahkeme iddianamesini de delil olarak kullanarak bilgiyi kamuoyuna düşürdü. İddia adı üzerinde bir iddia, ispatı olmadığı sürece bir iddia olarak kalır. Ama kamuoyuna düştüğü andan itibaren gündemleşmekte ve olası mahkeme sürecini de olumsuz etkileme ihtimalini taşımaktadır. Bunu göz ardı eden her yaklaşım sorunlu bir yaklaşım olarak öne çıkacaktır. Meseleye mal bulmuş mağribi gibi saldıranlar iki cephede ele alınmalıdır: ilki, laik jakoben, Kemalist tayfanın olay üzerinden tarikat ve dindarlara yönelik öfke kusmuğuna boğulmaları ve oradan açığa çıkan saldırgan köpürtmeceler… İkincisi ise, modernist tutuma sahip, tarikat kültürüne dinin deformasyonu gibi gören, hatta ileri giderek dinin bin beş yüz yıllık tarihsel birikimini ve kültürünü dinin kendisi için en büyük tehlike gören yerli yabancılaşmış, seküler zihinlerdir. Onlarda aynı minval üzere saldırılarını boca ettiler kamuoyuna…

Konunun birde savunan tarafı var ki onlarda ne doğru, ne yanlış yeterince anlaşılmadan körcesine bir dürtü ile saldırılara karşı, karşı saldırıyı yapanlardır. Onlarda peşinen neyin tam olarak ne olduğu belirginlik kazanmadan savunmaya geçerek ortalığı dumana boğdular. Burada yeterli bir yöntemin varlığını göremediğimiz açıkça ortada…

Böyle bir durum karşısında meseleyi yeniden ele alarak bir yöntem geliştirmek elzemdir. Bu yöntemi müslümanca bakışın duyarlılığı üzerine inşa etmek ise kaçınılmaz bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Yöntemi ilkeler üzerine kurmalıyız… Bu ilkeler ise tabi ki vicdana mugayir olmamalıdır.

Yöntemin en temel koşulu; haberin doğruluğudur. Eğer, gündeme düşen bir haber sahih bir yol üzerinden doğrulanamıyorsa; meselenin açıklık kazanması için belirli bir süre beklemek elzem hale gelmektedir. Çünkü gündeme düşürtülen bu haber ile kastı mahsusları farklı olan bir beklentiyi gerçekleştirmelerine alet olmama gibi bir sorumluluğumuz olmalıdır. Bu noktada gazetecilik ve sosyal medya mecralarında dolaşan haberlerin niteliklerini ve ideolojik angajmanlarına dikkat kesilerek haberi parantez içinde almak en önemli koşul olarak önümüzde durmaktadır. Yani ezcümle; haberler, fasık haberi muamelesini hak ediyor. ‘Size bir fasık bir haber getirdiğinde onu araştırın’, dolayısıyla hemen kanmayın habere… Araştırmak ise doğruya ulaşmayı mümkün kılan bir yol ile yapılmalıdır. Yani doğrulamayı da yine aynı kaynak üzerinden yaptığımızda başka bir yanıltmayla karşılaşabiliriz. Yani bir haberin haber olarak değeri, taraflardan bağımsız olarak öne çıkarılmalıdır. Taraflardan kasıt, taammüden haberi olumlayan veya yalanlayanlardır.  Bu çerçeve içinde bir haber ulaştığında bu haberin aslının ortaya çıkışına kadar sessizliği korumak haberin gerçeğine ulaşmanın da bir ilkesi olarak ön görülmelidir.

Yöntemin ikinci ilkesi ise suçun şahsiliği esasıdır. Biri bir hata işlediğinde o hatayı işleyenin içinde yer aldığı sosyolojiyi tümüyle kötülemek en büyük hastalık olarak öne çıkmaktadır. Kim tarafından yapılırsa yapılsın, bu sorunlu bir durum ve ceza hukukuna da aykırı bir durumu işaret eder. İslam ise ta ilk günden itibaren suçun şahsiliğini esas almıştır. Bu yüzden yöntemimizi bu temel ilke üzerine kurmalıyız, bu ilkeye uymayan yorumları ise dışlamalıyız ki aynı hataların mükerrer bir şekilde yaşamda karşılığı oluşmasın…

Üçüncü ilke, bir suç ortaya çıktığında bunu ideolojik bir zeminden hareketle suçu işleyen kim ise onun içinde yer aldığı kültür, ırk, cins, inanç kümesine saldırı malzemesi yapılmamalıdır. Hatta bir haberi ideolojik yaklaşımdan uzak tutarak önce doğrulamayı öncelemeli, sonra varsa ortak bir suç, ortak bir sosyoloji, kültürel bir tarihsel süreklilik eleştiriye konu edinilir…

Dördüncü ilke ise, haberi çarpıtmayı bir öncül olarak kabul ederek, bu alanda yapılan çarpıtmalara karşı duyarlı olunmalı, haberi çarpıtan kim olursa olsun, onu deşifre ederek art niyetini ortaya koymayı bir prensip olarak öne alınmalıdır. Böylece haberin çarpıtılmasının önüne geçilmesi kolaylaşacaktır. Yoksa her kurum, toplum, sosyolojik zemin, kendi haklılığını göstermek için başka sosyolojik kimliklerin olumsuzluklarını gündemleştirerek kendi haklılığını meşrulaştırma girişiminden vazgeçmez!

Beşinci temel ilke ise; inanç ile inanca müntesip kişi arasındaki derin ayrımı görmektir. Bir inancın temellendirdiği bir eylem ile kişinin inancının hilafına rağmen bir eylem yapması arasındaki derin uçurumu görmedikçe bu tip olaylarda istismara kapı kapatılamaz olacaktır. Bu yüzden her insanın samimiyet testinden geçmesi elzemdir.

Ülkemizde vücut bulan Kemalist, muhafazakâr gerilimi, modern laik, müslüman gerilimi, yerli ve küresel düşünenlerin yaşadığı gerilimler hep siyasal alanda da uzlaşılmaz bir zemin üretmektedir. Bu ülkede yaşayan her insan, bu ülkenin her insanının yaşamını kolaylaştıran bir düşünceyi kendi ideolojik yaklaşımından bağımsız olarak ele almayı başarması elzemdir. Bu noktada çoğulcu yaklaşım önem kazanmaktadır. Tekçi, otoriter yaklaşımlar, sadece toplumun arasındaki derin ayrımları uçuruma dönüştürmekten öte bir işleve sahip olamamaktadır. Bu tek tipçilik aynı inanca sahip kişiler arasında da mevcuttur. Örneğin, modernist müslüman ile geleneksel müslüman, radikal müslüman ile uzlaşmacı müslüman, indirilmiş din, uydurulmuş din ayrımları vesaire gibi daha fazla ayrımlar ortaya konabilir. Herkes kendini haklı görebilir. Ama başkasının da haklı olabileceğini dikkate alarak kendi sınırlarını bilmelidir. Böyle olmadığı zaman bu tartışmaları hep görmeye devam edeceğiz demektir.

Bir haber karşısında tutunacağımız tavır, insanlığımızın üzerine bina edildiği zemini göstereceği için daha dikkatli olmayı kendimize olan saygımız üzerine bina edilmelidir. Kendisine saygı duymayan birinin başka bir şeye saygı duyması beklenmemelidir. Göstereceği saygı ise mürailik kokacaktır.

 

Kaynak: mirathaber.com