Devlet yetkililerinin, başka bazı adlandırmaların sebep olabileceği çağrışımlara mâni olmak için “terörsüz Türkiye” diye adlandırmayı tercih ettikleri süreç temsili bir törenle başladı.
Bu, bir silah yakma töreniydi.
Silahı teslim etmekle yakmak belki sonunda aynı kapıya çıkar ama aynı şey değildir.
Ne olmuş aynı şey değilse?
Hiç… Sonunda sulh ve selamet olsun da nasıl olursa olsun.
Güzel bir başlangıç. Birçok sebeple güzel.
Kırk senedir on binlerce memleket evladı can verdi.
Bir annenin, bir babanın ağlamasını dünyevi bir terazide tartabilir miyiz?
Mesela oğlu askerde olan bir babanın gece gündüz içini kemiren endişesinin hizasına maddi bir değer yazılabilir mi?
Acıların bilançosu milli gelir hesaplamalarına girer mi?
Bir şehidin yetimini hangi teselli iyileştirebilir?
İnsanın başına türlü haller gelebiliyor.
Bir oğlu askerde bir oğlu dağda olan annenin her namazında iki oğlu için de dua ettiğine dair öyküler bile dinledik bu acılı, ağrılı dönemde.
Bütün bunlardan kurtulmanın değeri ölçülemez.
İnşallah bu adım kurtulmamızın başlangıcı olur.
Kazasız belasız milletçe sahil-i selamete ulaşırız.
Sahil-i selamet nasıl bir şey?
PKK’nın terör eylemlerine milat olarak 1984 Ağustos’undaki Eruh ve Şemdinli saldırıları gösteriliyor. Sahil-i selamete ulaşmak 1984 öncesine dönmek gibi bir şey mi?
Hayır.
1984’ten beri köprünün altından çok sular aktı.
1984’ten önce bir insanın Kürt olmasının resmi bir karşılığı yoktu.
Yani 1984’ten önce resmi olarak Kürt diye bir kimse yoktu.
90’larda bir gün Batman Havaalanındayım.
Diyarbakır’a gitmem gerekiyor. Havaalanının dışında beni şehre götürecek bir vasıta bekliyorum.
Yanı başımda benim gibi bekleyen bir Batmanlı var.
Soruyor. “Ne iş yaparsın?”
“Gazeteciyim” diyorum.
“Ben bu gazetecilerin cesaretine hayranım” diyor.
Bugün artık Batman’a gitmek, sokaklarında dolaşmak o yıllardaki gibi cesaret gerektirmiyor.
Bir Kürdün ana dilini konuşması ya da öğrenmesi sorun değil artık.
Kürtçe televizyon bile var diyeceğim ama demeyeyim sonuçta o bir devlet faaliyeti.
Şu kadarı bir gerçeklik. Devlet, Kürt lisanını tanımış oldu en azından.
Nasıl oldu da buralara kadar geldik? Nasıl oldu da PKK silahlarını yakmaya kendisini feshetmeye karar verdi?
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ilk adımı tarihi önemdedir. Her şey unutulur, o unutulmaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsil ettiği devlet iradesi de önemliydi.
Dışişleriyle, istihbaratıyla devlet aygıtının hummalı çalışmasını da eklemek lazım.
Hepsi bu kadar mı? Olan bitenlerle bölgesel gelişmeler arasında bir irtibat kurabilir miyiz?
Mesela Suriye’de biz ABD’ye ne diyorduk?
“PKK terör örgütüdür. YPG de onun uzantısıdır. Daeş’le mücadele etmek istiyorsan neden teröristlerle çalışıyorsun, bizimle çalış.”
Senelerce çalıştık, didindik, ikna edemedik.
ABD ne diyordu?
“YPG senin düşündüğün kadar kötü değil. Konuş onlarla.”
Sonra ne oldu?
Suriye’de bir devrim oldu. Birkaç gün içinde senelerin terörist HTŞ’si diktatör Esed’i devirdi Suriye’nin başına geçti.
Devlet başkanı Ahmet Şara kravat bile taktı.
Hepsini biz yapmış olabilir miyiz? Yoksa kendi kendine mi oldu? Hala tam anlayamadık.
Böyle mühim işler kendi kendine olur mu?
Pek adetten değil.
Biz mi yaptık?
Faydamız olmuştur.
Merak ediyorduk; acaba Trump gelince YPG’yi desteklemeye devam edecek mi?
Geldi Trump. Suud gezisinde Ahmed el-Şara ile bile görüştü.
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Barrack da Suriye hakkında bizim “tek millet, tek devlet” sloganına benzeyen “tek halk, tek ordu tek Suriye” cümleleri kurmaya başladı.
SDG, YPG ya da PYD Suriye’ye bir şekilde entegre olmayı kabul edecek kıvama geldi.
Biz de yavaş yavaş ABD’nin tavsiyesine uygun olarak SDG ile konuşacak kıvama geliyoruz.
Birdenbire ABD’yi kendi çizgimize yakın bir yerde bulduk.
Kendimizi de ABD çizgisine yakın bir yerde.
Çizgiler ne kadar birbirine benziyor.
Şunu demeye çalışıyorum; hepsini biz yaptık ABD boyuna kafa salladı demek çok inandırıcı değil.
ABD o kadar uzun süre kafa sallamamıştır.