Tarih: 30.10.2022 17:00

Bizi Eş’arilik mi geriletti?

Facebook Twitter Linked-in

Bir seneyi geçmiş yazalı. Şimdi baktım tarihine, 22 Ağustos 2021.

Pazar günlerini şiire tahsis ediyordum. Bu sıralar duraksadım.

Hayır benim şiirle ilişkimde bir değişiklik olmadı. Şiirin hayatımdaki yeri duruyor.

Şairlerin, insanın içine doğru, eşyanın içine doğru yaptıkları küçük küçük keşifleri hala seviyorum.

Şiirlerin gitgide birbirine benzemeye başladığını düşünmüş olabilir miyim?

Ya da şiir havzının içinden aykırı, alemin uykusunu dağıtacak bir ses gelmemesini mi garipsiyorum?

Tam tarif edemiyorum.

Yine de bu sütunda ara ara şiiri konuk etmeye niyetim var.

Bugün değil, başka zaman.

Ağustos 2021’de ‘Talan Mevsimi’ni yazmıştım Hilmi Yavuz’un şiirine dair.

‘Lirik mülkümüz’ün talan edildiğini anlatıyordu Hilmi Yavuz, Karar’da yayımlanan röportajında.

Talan’ın şiiri de vardı elbet.

“her şey ayaklar altında:/kalbim, paspas!/hüzün itibardan düştü.../’böyle bir şey olabilir mi?’/diyor herkes.../olamaz!”

Halbuki, “Hüzün en çok yakışan”dı bize.

O yazıyı tabii ki tekrar etmek niyetinde değilim.

O günlerde Hilmi Bey’in selamına bir ziyaretle mukabele etme ihtiyacı hissettim. Tarif ettiği mekâna gittim.

Hüzünle hemhâlim.

‘Hüzn’e, gördüğüm yerde tanıyacak kadar aşinayım.

Orada da tanıdım.

Tattım.

O günden beri görüşme fırsatımız olmadı.

Bu arada üstad bana kitaplarından birkaçını armağan etti.

Hepsine göz attım tabii. Ama henüz sadece birini okuyabildim.

Okuduğum kitap, ‘İslam’ın Zihin Tarihi/Bir Müslüman Aydının İslam Üzerine Düşünceleri.’ (Timaş Yayınları, 2009.)

Hilmi Yavuz’un şiirini hem okuyor hem seviyorum. Eski şiirimize, eski kültürümüze aşinalığını da biliyorum. Hatta felsefe hocalığını da.

Kelam meselelerine bu kadar yakın olduğunu kitabı okuyunca öğrenmiş oldum. (Boğaziçi Felsefe bölümünde Türk-İslam Düşüncesine Giriş dersleri verdiğini de…)

Bu benim eksikliğim. Şimdi, yazarken mahcubiyet hissediyorum.

‘Yakın’ tabiri hobi düzeyindeki bir alakayı çağrıştırabilir.

Hayır, bundan fazlası, Hilmi Yavuz olayın içinde.

Ama ‘yakin’ dersem de mübalağa etmiş olurum.

İlk makale ‘Türk Müslümanlığı’ üzerine.

Ayrıntılara girmeyeceğim. Yavuz’un kitabı orada, istifade etmek isteyen okur.

Birkaç hafta önce değindiğim bir mevzu bu makalenin kapsamına da girmiş. (18 Eylül, ‘Neden Mağlup Olduk’ başlıklı yazı.)

O yazıda batı karşısında gerilememizin itikadi saiklerini izah etmekte kullanılan bir ‘şablon’ olarak, Anadolu’da Eş’ariliğin Matüridiliğe galip geldiğine dair tezin kullanıldığını anlatmaya çalışmıştım. Ancak bunun tekemmül etmemiş bir faraziye olduğunu söylemiştim.

Sözünü ettiğim ‘faraziye’nin hemen hemen aynısını Hilmi Yavuz da aktarmış. (Yanlış anlaşılmasın, ben yazıyı yeni yazdım, Yavuz’un yazısı çok daha kıdemli.)

“Türk Müslümanlığının Matüridi kelamı üzerine inşa edilmesini öngören görüşe göre Osmanlı toplumunda belirli bir tarihsel dönemden sonra Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden beraberinde getirdiği ulema itikatta Eş’ari fıkıhta ise Şafii bir İslam projesini hâkim kılmışlardır. İşte ne olduysa ondan sonra olmuştur. Tekkeyle medrese birbirine girmiş, bilim ve felsefe düşüncesinin yolu kapanmış, Dr. Said Başer’in ifadesiyle ‘Gazali’nin fikirleri tesirli olunca felsefe tekfir edilmiştir. ‘Dahası ‘bu zihniyet kayması ve müspet bilimlerin tedrisat dışında kalması otomatikman Osmanlı’daki ilmi ve fikri faaliyeti durdurmuştur.’”

Hilmi Yavuz bu görüşe katılmıyor. Örnek olarak da Ebussuud Efendi ile Çivicizade arasında para vakıflarıyla ilgili ihtilafı veriyor.

O ihtilafta Ebussud efendinin Hanefi fıkhına dayandırdığı görüşü galip gelmiş ve para vakıfları uygulaması devam etmişti.

Bu tarihi bir gerçek.

Bu örnekten hareketle sözünü ettiğim ‘şablon’un tamamen geçersiz olduğu sonucuna varılabilir mi?

Emin değilim.

Bugün Şair ve bilim adamı Hilmi Yavuz’a bir selam göndermiş olalım ve mevzuu haftaya ikmal etmeye çalışalım




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —