Bir Vefatın Ardından: Asım Gültekin

Gazeteci yazar ve eğitimci Mehmet Asım Gültekin’in 1. Ölüm yıldönümü vesilesiyle, Ümit Aktaş’ın İndependent Türkçe’de yayınlanan yazısını, merhumu yeniden anmak ve anlamak için iktibas ediyoruz…

Bir Vefatın Ardından: Asım Gültekin

Yıllar mı çabuk geçiyor, neden bu kadar azalmaktayız, dünyamız ne kadar ıssızlaşıyor bu denli kalabalıklaşırken, kimler kaldı etrafta adını anmaya değer, birer birer gidenlerin ardından bakakalırken, şu koca şehirde gönlünü rahatlıkla açacağın kim var, modernlikle hesaplaşmak biraz da bu değil mi, uzayan sessiz günlerin hesabını kimlerden sormalı, yükselen gökdelenlere karşı alçalan gökyüzü nasıl da baskılıyor yüreğimizi, sahi kim var orada, kiminle dertleşeceğiz, kim bir su verecek yüreğimiz serinlesin diye, sözcüklerden örülmüş bir çatıyı kim örtecek üstümüze bir bahar neşvesiyle, sahi Topçu mu demişti “Bize yeni bir neşve lazım” diye, nerede o neşve?

Nerede ihtiraslarını ayaklarının altına gömmüş olanlar? Nerede uzaklarabakarken yakınlarındakine karşı ihtimamı ihmal etmeyenler ve yakınlarını gözetirken uzaklardakilere haksızlık etmeyenler? Nerede “Asım’ın Nesli”?

Bir tebessümden daha iyi ne anlatabilir ki bir insanı, ama kolay değildir o da, yapaylığa, tedirginliğe yol açmadan o tebessümü sürdürebilmek bütün sohbet boyunca.

Güler yüzlü bir iyimserlik, müşfik bir eda, baskılamayan bir bilgelik, vazgeçmeyen bir umut; âdeta “hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen” diyen bir duruş ve o duruştan geriye kalacak olan “bir hoş tebessüm”.

Üsküdar kitap fuarında karşılaşmıştık en son. İz Yayıncılığın standında uzun süre sohbet etmiştik. Bir kitabını almak istediğimde elime hemen “Birden Bine”sini tutuşturmuştu; (13 Şubat 2020, Bağlarbaşı) imzalı.
 

Birden Bine.jpg


Girişinde âdeta kendisini anlatan bir cümle:

"Merakını bastıramayanlara, araştırmaktan; kelimenin ve eşyanın hakikatini aramaktan yılmayanlara…"

Ama hayat yine de yıldırmakta insanı, türlü yönlerden. Çıkmazlarıyla ve sorgulamalarıyla, endişesiz de olsa belli bir sorumlulukla, o ağır çantasında taşıdığı tasarılarıyla, ideale doğru koşuştururken, güncele dair gerçekliğin karşımıza çıkardığı kıylu kâl ile.

Yayıncılıktan söz etmişti, yeni dergiler, kitaplar, yayıncılıklar. En önemlisi de “dil” meselesi. Kelimelerle örülmüş dilimiz ve o dilin kökeni.

Yapaylığa kaçmadan sadeleşebilmek, zenginliğinden vazgeçmeksizin yoksullaşabilmek kadar zor bir mevzu ama imkânsız da değildi.

Bir açıdan kültürel ve hatta ahlaki (yaratılışımıza dayanan) karakterimizi, “nomos”umuzu ortaya koyan o tınılar.

Harflere kadar indirgenen ve onların çınlattığı dilin kökeni. Harflerle duygularımız, düşüncelerimiz ve tepkilerimiz arasındaki ilişki. Dolayısıyla dilin doğallığına, yaratılışsallığına ilişkin savlar.

O doğallıktan/yaratılıştan gelen ile kültürel olan arasındaki karmaşa. Onun üzerine eklenen tarihsel maceramız ve o maceranın yabancılaşmalarla, uygarlaşmalarla imtihanı.

Kökensel olan üzerinde yükselen o devasa edebiyatın araştırılması ve bir vuzuha kavuşturulması…

Daha Kartal İmam Hatip’te genç bir hoca iken ufkuna koyduğu ve birçoğunu aştığı o sıradağlar gibi umutlarından da söz etti elbette.

Ne kalmıştı geriye? Ama hep bir şeyler kalır. Eksikliyizdir çünkü ve hep bir şeyleri eksik bırakır ve gideriz.

Gitmek üzere olduğumuzu ve buna dair hesapları, hesaplılığı unutsak ya da unutur gibi yapsak da.

Geçmiş ile geleceğimiz arasındaki o hassas dengeyi gözetmeye ilişkin dikkatimizden zaman zaman uzaklaşsak da.

Hayat basit bir akış olmadığı gibi, basit bir toplam da değildir oysa. Tüm tasarılar dalgalanır bir süre ardımızdan ve geriye incecik bir çizgi kalır ufukta; bizi kurtarabilecek olan incecik bir çizgi.

Yine de hiç yorulmamışçasına ve sanki sürdürecekmiş gibi kaldığı yerden ve sanki hiç ayrılmamış gibi aramızdan, programlar, çabalar, etrafına toparladığı gençler; yetiş-tir-me kaygısı, geleceğe doğru açılmış mütebessim bakışlar, sessizce yürüdüğü ve hatta aktığı o mecrada sizi de sürüklemek isteyen ve yorgunluğunuzu unutturan bir heyecan.

Güzel bir insandı!

En güzel yanı ise kendisine has o dervişâneliğinden gelen barışıklığıydı.

Öyle ki son yılların cepheleşmelerinden uzak kalan, her kesimle dostluğunu ve diyaloğunu sürdüren müstesna birkaç kişiden biriydi.

Sahi kaç güzel insanımız kaldı akıntılara kapılmayan?

Kaç yüz var tebessümüne gölge düşmeyen ve bütün delişmenliğine rağmen içtenliğini yitirmeyen?

Kaygısızca içinizi açabileceğiniz kaç geniş ve sabırlı yürek?

Daha en başındayken takındığı tutumunu ve yüzündeki safiyeti en sona kadar sürdürebilen kaç hakikat sevdalısı?

Allah rahmeti üstüne, üstümüze olsun!..

Kaynak: İndependent Türkçe