Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi -XIII-

Şakir Diclehan Yazdı;

Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi -XIII-

Kısa bir süre içinde, kendisini tüm dünyaya bir numaralı Ortadoğu ve Asya uzmanı olarak kabul ettiren Vambéry’in, sahte bir derviş kılığına girerek ve bin bir çile ve sıkıntı çekerek çıktığı Orta Asya gezisinin önemine binaen 12 bölüm halindeki anılarına, bu yazımızla bazı değerlendirmelerde bulunarak son noktayı koymanın mutluluğunu okuyucularla paylaşmış olacağız…

Artık sahte derviş gömleğini çıkaran Vambéry’in Budapeşte’de yapacağı en uygun iş, üniversitede bir görev alması olacaktır. Üniversitede bir Doğu dilleri kürsüsü açmak üzere başvurur, ancak başvurusu, akademik kariyeri olmaması, özellikle de Yahudi oluşu gibi nedenlerle olumlu karşılanmaz, ama ısrarlı çabaları sonunda isteğine kavuşur. Böylece onun en verimli yılları başlamış olur. Orta Asya üzerine yazdığı incelemeler, Macaristan, Türkiye, İngiltere, Fransa ve Almanya’da yayımlanır. Avrupa’nın yüksek tirajlı gazete ve dergilerinde siyasal makaleler yazar, önemli merkezlerde konferanslar verir. En önemlisi kısa bir zaman dilimi içinde kendisini tüm dünyaya bir numaralı “Ortadoğu ve Asya Uzmanı” olarak kabul ettiren Vambéry’in siyasal makalelerinde ve konferanslarında bu bölgeler, ağırlıklı bir yer tutacaktır.

Makale ve konuşmalarında Rusya’nın orta Asya’ya yönelik yayılmacı politikalarına şiddetle karşı çıkan Vambéry, İngiltere’nin bu bölgede çağdaşlaştırmacı bir görev üstlenmesi gerektiğini savunuyordu.  Osmanlıların hak ve çıkarlarının savunuculuğunu da yapıyor ve bunları dile getirmekten büyük bir mutluluk duyuyordu. Bu yönü ile II Abdülhamid’in dikkatini çekmekte gecikmedi. Yabancılara karşı çok temkinli davranan, elçileri bile bin bir güçlükle kabul eden Sultan, görüşmek üzere onu İstanbul’a davet ederek Yıldız Sarayı’nda ağırlar. (1880) Böylece uzun süreli ve yakın bir ilişkinin temelleri atılır.

Başta Mısır’ın işgali olmak üzere ortaya çıkan birçok sorun nedeniyle Osmanlılarla geleneksel ilişkileri bozulma noktasına gelen İngilizler, resmi görevlilerinin üstesinden gelememesi üzerine, sorunların çözümlenmesinde arabuluculuk yapacak, uzlaşma imkânlarını araştıracak, Sultan’ın gerçek düşünce ve politikası hakkında bilgi edinecek sivil bir adama ihtiyaç duymaktaydılar. Bu durumda II. Abdülhamid’in güvenini kazanmış tek yabancı olan Vambéry’den daha uygun birisi olamazdı. Kendisine teklif edilen bu görevi Vambéry, Türk-İngiliz dostluğunun, tehlikeli boyutlara ulaşan Rus yayılmacılığına set çekeceği düşüncesiyle kabul etti.(1883) Böylece kendisinin, İngilizler hesabına casusluk ya da uluslararası arabuluculuk dönemi başlamış oldu.

Vambéry, İstanbul’a giderek Abdülhamit ile görüşür, edindiği bilgileri 2 rapor halinde İngilizlere bildirir. Bir süre sonra da Abdülhamit tarafından ikinci kez İstanbul’a davet edilir. Abdülhamid, görünüşte, Türkiye kütüphanelerinde araştırma yapması için çağırıyordu, Ama asıl amacı, onu kendi adına İngilizlerle ilişki kurmaya razı etmekti. Böyle bir göreve dünden hazır olan Vambéry, Abdülhamit ile görüştükten sonra İngilizlere mektup yazmaya başladı. Ama daha ikinci mektubu, İngilizlerce Vambéry’nin Sultan tarafından satın alındığı biçimde yorumlandı. Buna karşın, yine de sürdürdüler yazışmayı. Ne var ki onun on yılı aşan bir süre boyunca gösterdiği çabaya karşın İngilizler, geleneksel politikalarından vazgeçip Rusya ile birlikte Türkiye’yi paylaşma stratejisini benimsediler. Bu politika değişikliğinin şiddetle protesto eden Vambéry, daha sonra İngilizlerin Abdülhamit’le görüşmesi yolundaki isteklerini reddetti.

Vambéry, İngiltere ile Osmanlı Devleti’ni uzlaştırma çabalarını sürdürürken, ikinci bir görev daha üstlendi. Bu yeni görev, Abdülhamid’i Yahudilerin Filistin’de toplanarak kendi devletlerini kurmalarına izin vermeye ikna etmekti. Yahudiliği nedeniyle dışlanmanın acısıyla büyüyen Vambéry, Thedor Herzl’in önerisini Abdülhamid’e götürdü. Bir yıl sonra da doğrudan görüşmelerini sağladı. Herzl, Filistin karşılığında, tüm Osmanlı dış borçlarını konsolide etmeyi öngörüyordu. Bu öneriyi reddeden Abdülhamit, süren pazarlıklar sonunda Yahudi göçmenlere kapıları açmayı, Osmanlı uyruğuna girmeleri şartıyla bunlara Filistin dışındaki istedikleri her yerde kolonizasyon izni vermeyi, buna karşılık Yahudilerin Osmanlı borçlarını konsolide etmelerini, var olan ve bulunacak olan tüm madenlerin işletilmesini üstlenmeleri önerdi. Herzl, buna yanaşmadı. Vambéry’nin bu konudaki çabaları da böylece sonuçsuz kaldı.

Vambéry, Abdülhamit’le ilişkilerini sürdürürken, jön Türklerle görüşmekten de çekinmedi. Macaristan’ın Peşte’deki evi, Jön Türklerce sık sık ziyaret ediliyordu. Vambery, bu idealist ama genç ve deneyimsiz insanlara İslam ve Batılılaşma üzerine dersler, Türkiye’de Parlementarizmi yeniden oluştura bilmeleri için öğütler veriyordu. Abdülhamid, bu ilişkiden habersiz değildi kuşkusuz, “sen de onlardansın” diye sitem ediyordu.  Ancak Vambéry’nin dostluğu kişisel değildi, o, daha çok Osmanlıların dostu sayıyordu kendisini ve her durumda bu ulusa hizmet etmeyi bir borç kabul ediyordu. Görüşmelerinde “Dün hiç idim, bugün ilmim var, şöhretim var…” diyecektir Tunalı Hilmi’ye ve şöyle sürdürecektir sözlerini: Ben, hep Osmanlılar sayesinde bu nimetlere kavuştum ve bu mazhariyetten doğan hatıratı ve iyiliklerini hiç unutamam. Osmanlılar için düşünmekten, Osmanlılar için çalışmaktan geri durmam. 14 Eylül 1913 tarihinde öldüğünde belleklerde onun bu “Osmanlı dostu” imajı kaldı.

On üç yazı serisi halinde paylaştığım bu bilgilerin, oldukça yararlı ve ders çıkarıcı nitelikte olduğunu düşünmekteyim. Bir toplumun hayatı nasıl nehre benzerse, belli bir dönemin toplumu içinde seyahat ederek onu anlatan Vambéry’in, insan hafızasının anlamakta güçlük çekeceği kurnazlığı, zekası, Yahudi ırkına olan sevgi ve bağlılığı, kendisini bir derviş kılığında gösterme becerisi ve Müslümanlarca saygı görmesi üzerinde, çok derin düşünmek zorundayız.

 

Kaynak: farklın bakış