Tarih: 30.09.2021 14:17

Bir sabah erken Dimyat’a giderken

Facebook Twitter Linked-in

Hüseyin Akın yazdı;

Aklımda hiçbir şey yoktu. Böyle bir şehir var mı onu bile bilmiyordum. Galiba adımlarım beni oraya doğru sürüklemişti. Gizemli bir masal ülkesi gibiydi adı. Gitmesem de varamasam da adının beni sarıp sarmalayan cazibesi bile yeterdi. Ne araba ne at ne merkep; ayaklarımın gücüne güvenerek yola çıkmıştım. Ayaklarım beni nerede indirirse orada sabahlayacaktım. Ne cebim vardı ne heybem ne küfem ne de torbam. Avuçlarım dışında derinlemesine hiçbir şey taşımıyordum yanımda. Avuçlarım yolda kalır ya da yoldan çıkarsam dua etmek içindi Allah’a. Yolda bir grupla karşılaştım, her biri ağızlarında rengârenk çikletleri şişirip patlatıyordu. İçlerinde çikleti en çok ve en büyük şişiren yanıma yaklaşıp sordu: “Pirince mi gidiyorsun ahbap!” Yarım ağız cevap verdim: “Hayır pirince değil, Dimyat’a gidiyorum.” Arkamdan söylediklerinin hiçbirini anlamamıştım. Kalbimin navigasyonuna uymuştum. Gittiğim yer bittiğim yer bile olabilirdi. Yürüdüğüm yollarda “Dimyat” yazan tek tabela görmemiştim. “Demek ki yok böyle bir yer ki tabelalarda yer almıyor” dedim içimden. Ayaklarım ulaşamasa da zihnim rahatlıkla ulaşıyordu oysa oraya. Olmasaydı, zihnimin içinde bu “Dimyat” tabelası ne arıyordu öyleyse?

İçimdeki sese hak vere vere yürümeyi sürdürdüm. Ne heybem ne küfem olmadığı halde, “Pirince mi gidiyorsun?” diye soranların art niyetli olduğuna hükmettim. Tek başımaydım, yol tenha ve bir o kadar karanlıktı. Bir ara karanlıkta yolumu seçemeyip tarlaların içine dalmıştım ki tarlanın bitişiğinde cılız bir ışığın aydınlatmaya çalıştığı kulübeden bir kadın gecenin ortasına düşen gölgeme doğru var gücüyle bağırdı: “Evdeki bulguruna yazık evdeki!” Hâlbuki evde bulgur ne gezer! Bir pişirimlik vardı onu da geçen haftalar bitirmiştim. Sesin geldiği karartıya doğru aynı tonda seslendim: “Bulgur değirmende buğday da senin tarlanda, yazıksa sana yazık hanım abla!” Kadının bana yetiştirmeye çalıştığı cevap da uzaklardan esen rüzgârın uğultusuna karışıp yok oldu.

Güç bela buğday başaklarını yara yara kendimi tarlanın dışına atmayı başardım. İleride dağın yamacına doğru patika bir yol uzanıyordu. Gelenin gidene zorlukla yol verebileceği kadar dar ve ince kıvrımlı bir yol. Karşıdan fenerini dizi hizasında taşıyan bir adam hiç acelesi yokmuş gibi benim gittiğim yolun tersine geliyordu. İkimizde aynı anda selam verdik. Yüzümüzü seslerimizle seçmeye çalışıyorduk. Belli ki adamın üzerinde her türlüsünden yol izleri vardı. Fırsat bilip sordum: “Hemşerim, Dimyat ne tarafa düşer?” Birkaç saniye durduktan sonra acıdığını hissettirircesine sordu: “Bulguruna halel mi geldi?” Soruyu duymazdan gelince karanlıkta ne tarafa uzattığını seçemediğim parmağıyla işaret ederek: “Dimyat ta şu yedi dağın ardında Mısır’da Nil deltasının doğu kolu ile Menzele gölü arasında” diye tarif etti. Ardından eklemeyi de ihmal etmedi: “Bu saatte, bu karanlıkta, bu kadar uzun bir yolu, bu ayaklarla aşamaz ve Dimyat’a ulaşamazsın.” İnsanın başına ne gelirse giderken gelirmiş, gittikten sonra hiçbir sıkıntı ve kaygı yok.

Dimyat büyüttüğümüz hedefin adıdır. O geçit vermezse hedeften caymak yerine hedefi küçültür Dimyat yerine Midyat, o da olmazsa Boyabat’a gidersiniz. Yeter ki gitme enerjiniz yok olmasın. Hem Boyabat’ın da pirinci meşhurdur. Evdeki bulgurla karıştırıp çok değişik bir lezzeti de yakalamanız mümkündür. Hem güzel bir liman kenti olması hasebiyle gezmek için de Dimyat’a gidebilirsiniz. Ticaret maksadı ile de olabilir. Dimyat hem mobilya alanında ünlenmiş bir şehirdir, kârlı ticaret yapmak için de iyi bir fırsattır. Oraya illa da pirinç için gitmenize hiç gerek yoktur. Âlemin diline düşeceğinize yollara düşün.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —