Bir Çatlaktan Seslenmek

M. Mücahid Sağman Yazdı;

Bir Çatlaktan Seslenmek

Ormanlarımız, nefes alabildiğimiz, gökyüzüne bakabildiğimiz alanlar yağmacı bir tüketim hırsıyla yok edilirken elimizdeki metanın değerinin artması hiçbir avantaj sağlamayacaktır. Kültürel bir değer olarak doğa, mübadele değeri olmayan en başat sığınağımızdır. Kendiliğinden oluşmuş ormanları yok edip yerine ekstra uğraşla yapılan şehir parkları, millet bahçeleri asla doğanın yerini tutamayacaktır. 

 

“Bir keresinde menajer bana, ‘Beş yıl içinde kendini nerede ve ne yapıyor olarak görüyorsun?’ diye sormuştu. Ölü, demiştim. Kendimi ölmüş ve çürüyor olarak görüyorum. Ya da küller görüyorum. Kendimi yaktırmıştım.” Pallahnuik’in Gösteri Peygamberi romanında geçen bu diyalog, kent içinde çürüyen bedenlerimizin bir feryadı gibi. Ama başka bir evrende henüz yaşama şansımız olmadığından mecburen buraya sahip çıkacağız.

Zihnimde onlarca belki binlerce parçaya ayrılan bu cümle ormanlık alanların imara açılması, kentlerin fütursuzca talan edilmesi ama buna rağmen geçim derdi belasına tutulan insanların konut sorunu yaşamasını izah edemiyor. Kent ve insan arasında sağlanamayan süreklilik her geçen gün yaşadığı mekâna yabancılaşan bireyler üretiyor. Mekâna yabancılaşmış, talancı ve yıkıcı…

Tüketim hem güvenlik hem de mutluluk kavramıyla bireyin ‘güvenini’ ele geçirmeyi hedefler. Bunun için kentte güvenli alanlar inşa edildiğinde halkın memnuniyet düzeyi artar. Türkiye’de son yıllarda kentsel dönüşüm lüks ve güvenliği sitelere doğru kaymakta. Ama asıl büyük problemlerden biri tüketim alışkanlıkları ile çevrenin ranta kurban edilmesidir. Ormanlık alanlar gittikçe inşaat alanlarına dönüştürülüyor. Örneğin İstanbul’un Çekmeköy ilçesi kentin akciğerleri sayılabilecek kadar orman alanlarına sahip. Son olarak Çekmeköy sınırları içinde İstanbul’un en büyük askeri alanı harika bir ormanlık alan olarak halka hizmet verebilecekken imara açılıyor. Çekmeköy’den Kuzey Ormanları boyunca kesintisiz bir şekilde bir kişi yürüyerek Artvin’e kadar yol alabilir. Fakat bu talan sayesinde kesintisiz orman yolu sınırı İstanbul’un daha doğusuna doğru kayıyor. Burada temel sorun kent ve tüketim arasındaki derin ilişki ve bu ilişkinin devlet iradesi tarafından teşvik edilmesidir.     

 

Tüketim Mabedi Olarak Kentler

Kent tüketim için bir mabettir. Özellikle 1970’lerden sonraki kentler tüketimi teşvik etme üzerine tasarlandı. Tüketim masalsı bir dünyanın kapılarını açtı bizlere. Kentin popüler yüzü alışveriş merkezleri (AVM’ler) bireyin hem ihtiyacını hem de eğlenme ve en nihayetinde mutlu olma arzusunu karşılayarak onu fiziki dünyayla karşılaşmaktan alıkoyar. Gösteri, kentin bizzat kendisi olarak bile, kentsel yaşam için her zaman temel bir konu olmuş; politik meşruluğun inşasında ve toplumsal denetimde önemli bir rol oynamıştır (Harvey, 2006: 273). Bireyi görünür ve haliyle denetlenebilir kılan şey gösteri alanında (bulvarlar, kent meydanları, alışveriş merkezleri, panayırlar vs.) takındığı maskedir. Tükettiğinizde denetim altında ve ‘iktidar’ın sağladığı güvenli alanın içerisinde huzur bulabilirsiniz. Çünkü ‘tüketen’ cemaat her bir bireyini güvenlikli alanda tutma vaadi vermiştir. Sürekli güvende ve mutlu olma isteği karnavalın sürekliliğine bağlıdır.

AVM’ler şehrin bir yerinde belirli tarihlerde yapılan ve mal fetişizmini tetikleyen karnavalları devamlı hale getirir. Karnavallar, bayramlar ve festivallerden oluşan popüler gelenek resmi “medeni” simgesel tersine çevrilmelerini ve ihlallerini sağlamış ve tahrik olmayı, denetimsiz duyguları ve şişmanlatıcı yiyeceklerin, sarhoş edici içeceklerin ve rastgele cinsel ilişkilerin verdiği dolaysız ve bayağı grotesk bedensel hazları desteklemiştir (Featherstone, 1991: 51). Panayırlar haz duyma bölgeleridir: Yereldirler, şenliklidirler, komünaldirler ve gerçek dünyadan kopartırlar. Bundan dolayı sadece yerel geleneklerin muhafızları olmayıp, farklı kültürlerin çakışması yoluyla popüler geleneğin dönüştürüldüğü bölgelerdir (1991: 136). Bulvarlar ise mal fetişizminin en önemli kamusal hâkimiyet alanlarıdır (Harvey, 2006: 279).  Kent estetiği düşüncesi yerine, daha rahat ve kolay ulaşım hedeflenir. Ulaşımın temel noktası ise AVM’lerdir. Özellikle Türkiye’de son 10 senedir tüm ulaşım hatları bir şekilde bir AVM’nin önünden ya da yakınından geçmeyi hedeflemiştir. Bu merkezlere yakın olan yerlerdeki evlerin iktisadi değeri katlanarak artmış ve şehir tüketim için elverişli bir mekân haline getirilmiştir.

 

Taşra Güvenli mi?     

Artık taşra; boğucu bir sükûnetin adresidir ve “toplum”un dışında güvenli değildir, denetimsizdir. Para kazanmak ve sınıf atlamak toplumdaki tüm bireylerin birincil arzusu haline getirildi. Sınıf göstereni olarak elde edilen paranın elde ediliş biçimi (emek) artık önem arz etmiyor. Çok tüketmek toplumsal standardı yüksek olmanın en temel gösterenidir. Zira çok tüketme aynı zamanda çok görünmeyi gerekli kılar. Kent, çok tüketmeyi zihninize aşılayan reklam panoları ile bol ışıklı bir şenlik alanına çevrilir. Karanlık artık güvensizdir ve orada yaşayanlar haliyle huzursuzdur.

Baudrillard bizleri satın almak istediği ürünü bir türlü satın almayı başaramayan insanlara benzetir (2011: 194). Tüketimin muazzam akışkanlığı sürekli bir öncekini eskiten yeni ürün yelpazesi oluşturmaktadır. Aslında tüketici aldığı ürünün kısa bir süre sonra eskiyeceğini ve yerini daha gelişmiş bir modele bırakacağını bilir ve arzusu hep sonrakini almaktır. Ama var olanı almadan da bir sonraki yenisinin önüne gelemeyeceği ona ilham olunur. Kentli için yeni bir sorun vardır artık: Bağımlılık. Doyumsuzluk, tüketim kalıpları içerisinde kendini burada açığa vurur. Tüketim asla ulaşılamayacağa dair bir hamledir. Bu akışkanlık ve bağımlılık tüketimi otoriter kılar. Almayı arzuladığınız nesne olmadan hayatınızın eksik parçalarının asla tamamlanamayacağı reklamlar üzerinden kulağınıza fısıldanır. Özel televizyon, yüksek tüketime dayalı yaşam tarzını özenilecek bir modelmiş gibi sergileyerek daha fazlaya duyulan bitmek bilmeyen arzuyu körüklemektedir (Durning, 1998: 116).

Her bir ürün kendi içinde geniş bir imge dünyası taşıdığı gibi, ürünlerin toplu olarak da kazandığı anlamlar vardır. Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi vs. her birinin tek tek sahip olduğu anlam, bir araya geldiklerinde sahip oldukları anlamdan farklıdır (Baudrillard, 2016: 18). Beyaz eşya tabiri bir tüketim zinciri sunumudur. Ürünlerden herhangi birinin eksikliği zincirin bozulmasına sebep olur ve tüketicide ‘eksik’lik hissi uyandırır. Ürünler mağazada takım havası verir ve birbirine seslenen, yanıt veren, birbirini reddeden farklı bir nesneler algoritması sunar. Eşya bolluğundan çok seçilmiş ve birbirini tamamlayıcı, kendilerini bütünsel bir kategori olarak hızla gözden geçiren nesneler yelpazesi… Bugün nesnelerden pek azı onlardan söz eden bir nesneler bağlamı olmaksızın kendi başına sunulur (2016: 18). Farklılaşma, nesneyi reddetme, “tüketim”in reddedilişi biçimine bürünebilir ve bu tüketimin en üstün niteliklisidir (2016: 107). Pahalı elbise satan mağazalar vitrinlerine az ürün koyarak aslında içeride daha fazlasının olduğuna dair bir algı yaratırlar. Az ürün, çok olanın çağrısıdır. Bu doyumsuzluk yaratır. Artık odağınızda sadece vitrin vardır ve tüketimin sınırlarına dahil edilirsiniz. Artık kentli kimlik için mesele, tüketme biçiminizin sizi taşıyacağı toplumsal sınıftır.

 

Tüketim ve Çevre Sorunu

Tüketim tartışmasının en hassas noktası ise çevre problemidir. Tüketim dünyası çevreyi üretimin kirlettiği bir alan olarak tanımlar. Gelir düzeyi artan insanların tüketim alışkanlıkları, aynı üründen daha fazla tüketmek yerine, farklı türden ürünlere yönelmek şeklinde gerçekleşmekte (Durning, 1998: 37). Bu ise çevre felaketleri konusunda katmanlı bir artış doğurmakta. Zira daha fazla fonksiyon içeren bir eşya daha fazla tüketicidir. Aynı zamanda bu alışkanlığın ‘itibar’ kapsamı daha geniştir. Maddi tüketim nesnelerinin durumu aslında imgelerin ve değerlerin tüketiminin yanında ikinci planda kalmalıdır. Çünkü çevrenin tüketimi, doğal kaynağın yok olması vs. gibi meseleler çoğu zaman meşrulaştırılmaya fazlaca kaynak bulunabilen konulardır. Örneğin doğal boyalar kullanılarak yapılan bir elbise yerküreden daha fazla bitki kullanılmasını gerektirir. Böylece siz insan sağlığını tehdit eden bir boya kullandığınızda meşruluğunu doğal hayatın korunmasına bağlayabilir ve buranın daha tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarabileceğini iddia edebilirsiniz. Oysa insana ve doğaya dair zihnimizde binlerce yıllık kurulan ilişki bağlamında üretilen bir değer tüketimin nesnesi haline geldiğinde, artık doğa ve insan tüketilmeye mecbur birer rakip olarak görülmeye başlanır. Bu noktadan hareketle tüketim tartışmalarını alışveriş ya da bir ham maddenin yok olmasına indirgemek hatalı olacaktır.

Örneğin toprağın tükenmesi burada hayati bir rol oynamakta. Çünkü toprak hem ihtiyaçların ham maddesi hem de sizi hayatın ‘hakikati’ ile yüzleştiren metafizik bir olgudur. Bunun için modern kentleşme toprakla bağın kopmasını arzuladı, tarım toplumunu küçümsedi. Postmodernite ise kent hayatının içinde toprağa ait imgeleri ‘nostalji’ haline getirdi. Bu anlamıyla kent hayatı içerisinde ‘varoş’un önemli bir yeri vardır. Varoş kentliye, tarım toplumunun kötü yaşam koşullarını, ahlaki düşüklüğünü, zevk ve estetik algılarının körlüğünü hatırlatır. Her ne kadar varoşu sorun olarak gösterse de onun varlığını sömürür, kendi faydasına kullanır. Kentsel dönüşümle yapmaya çalıştığı onu değiştirmek değil, daha dar bir alan sıkıştırıp denetimini kolaylaştırmak ve kentli sınıfın güvenliğini sağlamaktır. Parklar kentli sınıfın tüketime tekrar adapte olması için üretilmiş motivasyon bahçeleridir.        

Konunun bir yönü de tüketimin toplumsal boyutunun bir adım ötesi olan kamu harcamalarıdır. Zira tüketim konusunun temel parametrelerinden olan kent meselesinin başat organizatörü devlettir. Tüketim toplumu sadece bireysel harcamaların hızlı artışıyla nitelendirilemez, bunun yanı sıra yurttaşlar yararına üçüncü kişiler (özellikle yönetim) tarafından üstlenilen ve bazıları kaynakların dağılımının eşitsizliğini azaltmayı amaçlayan harcamaların da artışı söz konusudur (Baurillard, 2016: 30). Devletin tek vazifesi mutlu bir şekilde alışveriş yapan toplumunun sadece güvenliğini sağlamak değil, ama aynı zamanda onu teşvik etmek adına motive etmek, hırslandırmak ve piyango gibi çeşitli oyunlarla heyecanlandırmaktır. Ve tüm modern devletlere göre büyüme bolluktur, bolluk demokrasidir (2016: 54).

Devletin tüketimi teşvik etmesi ve başat aktör olarak rol alması uzunca bir yazının konusu. Ama kent problemi hem devleti hem de bireyi ilgilendiren bazı sorunlar doğurmakta. Kentli bilincin tüketim ile asimilasyonu önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacağı konuşulan tarım sorunun yanında birçok problemi de ortaya çıkardı. Değer algısının kentli veya köylü kimliğinin dışında melez bir travma ile yok olduğuna şahitlik ediyoruz. Ormanlarımız, nefes alabildiğimiz, gökyüzüne bakabildiğimiz alanlar yağmacı bir tüketim hırsıyla yok edilirken elimizdeki metanın değerinin artması hiçbir avantaj sağlamayacaktır. Kültürel bir değer olarak doğa, mübadele değeri olmayan en başat sığınağımızdır. Kendiliğinden oluşmuş ormanları yok edip yerine ekstra uğraşla yapılan şehir parkları, millet bahçeleri asla doğanın yerini tutamayacaktır. Aksine doğa tüketimin nesnesi haline gelmeye devam ediyor.     

 

Kaynakça

Baudrillard, J. (2006): Tüketim Toplumu: Söylenceleri/Yapıları. (Çev. Hazal Deliçaylı – Ferda Keskin). İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Baudrillard, J. (2011): Nesneler Sistemi. (Çev. Oğuz Adanır – Aslı Karamollaoğlu). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları

Dirlik, A. (2012): Küreselleşmenin Sonu mu? (Çev. İsmail Kovacı – Veysel Batmaz). İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Durning, A. (1998): Ne Kadarı Yeterli: Tüketim Toplumu ve Dünyanın Geleceği. (Çev. Sinem Çağlayan) İstanbul: TÜBİTAK – TEMA Vakfı Yayınları

Harvey, D. (2006): Paris: Modernitenin Başkenti. (Çev. Berna Kılınçer). İstanbul: Sel Yayıncılık

Featherstone, M. (1991): Postmodernizm ve Tüketim Kültürü. (Çev. Mehmet Küçük). İstanbul: Ayrıntı Yayınları

 

Kaynak: Farklı Bakış