Tarih: 16.11.2019 11:47

BİR BAŞKA AÇIDAN SURİYE'YE BAKMAK

Facebook Twitter Linked-in

Barış Pınarı’ adı verilen son askeri operasyonla Suriye iç savaşında yeni bir süreç başladı. Birçok boyutları ile yeni süreçle ilgili çok şeyler yazıldı, çizildi ve söylendi.

Askeri operasyonun içte ve dışta birçok yansımaları oldu. ABD, kerhen bu defakto sürece olur verirken, Rusya, İran Esed rejimi bekle-gör gibi bir duruş sergileyerek bir an önce operasyonunun tamamlanmasını deklare ettiler. İlk olarak ABD’nin talebiyle 120 saat daha sonra ise Rusya’nın talebiyle 150 saatlik iki kez bekleme talebine olumlu yanıt veren Türkiye, YPG’nin tüm unsurları ile Fırat’ın doğusu ve batısında en az 30 km geriye çekilmesini ve bu 480 km uzunluğunda 30 km derinliğinde koridoru terk etmesini operasyonun amacının gerçekleşme şartı olarak ortaya koydu ve bu bağlamda amacına büyük oranda ulaştı.arış Pınarı adı verilen son askeri operasyonla Suriye iç savaşında yeni bir süreç başladı. Birçok boyutları ile yeni süreçle ilgili çok şeyler yazıldı, çizildi ve söylendi. Resmi söylem; ağırlaşan terör tehdidini bertaraf etmek, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak ve bu bağlamda Suriye’nin kuzeyinde, YPG merkezli olan uydu bir Kürt devletinin kurulma ihtimalini ortadan kaldırmak ve son olarak her geçen gün ağırlaşan bir sorun olan mültecilerin geri dönüşünü sağlamak olarak özetlenebilir.

Son bekleme süresi olan 150 saatin dolamasının ardında Rusya çekilmenin beklenenden erken tamamlandığını ve YPG’nin Suriye’nin kuzeydoğusundan tamamen çekildiğini, Rusya ve rejim güçlerinin ilgili bölgeleri kontrol altına aldığını açıkladı. Bu haliyle askeri operasyon önemli bir aksilik, beklenmeyen yeni bir durum çıkmazsa tamamlanmış görünüyor.

İkinci aşama olan mültecilerin dönüşünün programlanması ve bu kapsamda ilk etapta 1-2 milyonluk mülteci için yeni yaşam alanlarının oluşturulmasında Türkiye başta ABD ve AB olmak üzere ilgili ülkeleri bu sürecin maddi yükünü karşılamaya, destek verilmesine çağrıda bulunuyor. Bu olmazsa sınır kapılarının açılacağını ve tüm Avrupa’nın yeni bir mülteci sorunuyla karşılaşabileceği kartını masaya koyuyor. Mültecilerin güvelikli bölgeye yerleştirilmesi konusunun da içte ve dışta önemli gerilimler üretme potansiyeli taşıdığının altını çizmek gerekir.

Askeri operasyon karşıtı olan kesimlerin içte ve dışta geliştirdiği söylemlerin başında üç önemli yaklaşım var. İlki Türkiye’nin bir işgalci güç olarak Suriye topraklarında bulunmasının yanlışlığı üzerinden çeşitli tonlarda şekilleniyor. Tabii bu tezin paradoksu hali hazırda Suriye’de birçok devletin askeri varlığının göz ardı edilmesidir. Başta ABD, Rusya ve İran olmak üzere birçok ülke çeşitli çıkarlarını korumak amaçlı Suriye denkleminde aktif olarak yer alıyor. Bu konuda ilkesel duruş tüm ülkelerin askeri varlıklarını Suriye’den çekmeleri yönünde olmalıdır. Ancak süreç o kadar farklı dinamikler üzerinden şekilleniyor ki, bizzat Suriye rejiminin kendisi bile Rusya ve İran’ın kendi topraklarında askeri unsurları ile bulunmasına, üsler kurmasına zemin hazırlıyor. Suriye muhalifleri ise Türkiye ve ABD gibi ülkelerin desteğinin sürmesi yönünde duruş sergiliyor. Hangisi meşru güç? Hangisi işgalci belirsizliğinde süreç devam ediyor. Son olarak rejim ve muhaliflerinde temsil edileceği yeni Suriye’nin oluşumunun ilk adımı olacak anayasa hazırlama sürecinin ilk toplantısı İsviçre’de yapılacak. Yeni Suriye’yi şekillendirecek anayasa çalışmalarının sağlıklı devam etmesi tüm unsurların sürece dahil edilmesine bağlı olarak gerçekleşebilir.

İkinci yaklaşım, operasyon sürecinde sivil yerleşim alanlarının ve sivillerin zarar görmesi, bombalanan bölgelerin, ağır top atışları ile hedef alınan yerlerin kaçınılmaz olarak sivillere yönelik ağır kayıplar oluşturması üzerinden geliştirilen eleştiriler. Özellikle dış basında PKK ve FETÖ ilişkili isimler üzerinden servis edilen bu eleştiriler karşısında Türkiye, özellikle yine basın üzerinden askeri operasyonun büyük bir hassasiyetle yürütüldüğü, sadece kesin tespiti yapılan terör unsurlarının hedef alındığını, girilen yerlerde halkın kendilerini büyük bir sevgi ve coşkuyla karşıladığını, önemli miktarlarda insani yardım ve sağlık hizmetlerinin bu bölgelere ulaştırıldığını istatistiksel verilerle dünya kamuoyuna sunarak bu yöndeki eleştirel algıları etkisiz kılmaya çalışıyor.

Üçüncü eleştirel yaklaşım, askeri operasyonun Türkiye ekonomisine yıkıcı etkiler oluşturacağı yönünde ortaya çıkmaktadır. Bir yandan askeri operasyonun maddi masrafları, öteki yandan ABD gibi kimi ülkelerin gündeme getirdiği ekonomik yaptırımların oluşturacağı etkilerin ekonomiyi sarsacağına yönelik eleştirilerin yakın vadede sanılan olumsuzlukları üretmediği söylenebilir. Ancak orta ve uzun vadede bu durumun ekonomik göstergelere yansımasının nasıl olacağına dair sonuçları zaman gösterecek. Özellikle AK Parti iktidarının ekonomik refah olarak ilk yıllarda ortaya koyduğu performansın zayıfladığını, döviz, enflasyon hayat pahalılığı, işsizlik gibi göstergelerin kan kaybettiğini, orta ve uzun vadede bunun en önemli sorunlardan biri haline gelebileceği öngörülebilir.

Askeri operasyonun sosyolojik, psikolojik ve değerler ikliminde ürettiği sonuçlar ise Suriye olayına devlet politikasının dengeleri dışında bakmayı ve anlama çabasını ortaya koymayı gerektirir. AK Parti’yi var kılan değerlerinde içinde yer aldığı medeniyet havzamızın kodlarında aziz İslam’ın evrensel ve kadim değerleri var. Son yüzyıldır devam eden statükonun ideolojik ikliminin temeli Batı modernitesine dayanır. Temelinde İslam ile çatışan seküler ulusçuluk ve laikliğin yer aldığı bu paradigma, doğal olarak sistemle toplum arasında derin bir çatışma üretmiş ve son asır bu çatışmanın acı, kan ve gözyaşları ile silinmez izler bırakan olaylara tanıklık etmiştir. Bu derin polarizasyonun birbiriyle sentezlenmesi ise zamanın şahitliği göstermiştir ki asla mümkün değildir.

Suriye’de son süreçte yaşanan daha başka birçok detaydan bahsedilebilir. Türkiye’nin kazanımlarından, mektup krizinden, dünya siyasetinde gittikçe daha çok söz sahibi olmamızdan vb. bunlar çok sık konuşuldu, konuşulmaya devam ediliyor. İç politikaya yansımaları bağlamında da konuşulması gereken birçok konuyu öteletme etkisi oluşturuyor. Askeri operasyon özellikle AK Parti özelinde taze kan etkisi yaptığı söylenebilir. AK Parti’deki gelişin eleştirel sürecin ertelenmesini, yeni kurulma hazırlığında olan partilerin takvimlerini ertelemesini beraberinde getirdiğinin altın çizmek gerekir. Ancak bu durum kalıcı olmayacaktır. Değişen siyasi söylem, CHP ve diğer partilerde ki yeni arayışlar ve yaşanan değişim, ekonomide her geçen gün aratan hoşnutsuzluklar iç politikada geleceğe dair önemli değişim sinyallerinin ötelenmesine rağmen gecikmeli de olsa devam edeceğini gösteriyor.

Bu bağlamda belki de üzerinde durulması gereken en önemli konulardan biri ise İslami kesimlerin AK Parti ile yaşanan bu süreçteki deneyimleri. Toplumcu siyaset dilinin her geçen gün zayıflayarak, devlet ve sistem merkezli resmi statükonun bekası üzerinden şekillenmesi ve adeta resmi ideolojinin yeniden kendini üretebilmesinin başat nedenlerinden birinin de İslami çevrelerin toplumcu siyaset söylemini üretememeleri bir yana en kritik süreçte bile etkili bir duruş sergileyememelerinin altı çizilmelidir.

15 Temmuz sonrası yaşanan travmanın yeni bir diriliş ürettiği coşkusu aynı oranda kendini medeniyet iklimimizin değerleri ile yeniden inşa edilmesinde umulan kazanımları soyopsikolojik süreçte kendini gösterememiş, kendi rengini, genetiğini sürece verememiştir. Bu durumun son askeri operasyon sürecinin toplumsal reflekslerinde, konsilide edilen söylemlerinde tekrardan gözlemlemek mümkündür. Statükonun beka sorunu dominant, medeniyetimizin kadim değerlerle yeniden inşaası sorunu resesif kalmaktan kurtulamamıştır. Kuşkusuz bu durumun merkezi sorumluluğu İslami mücadele iddiasındaki tüm aydın, âlim, kanat önderi, yapı, STK, cemaat ve çevrelerindir. Bu durum Türkiye İslami mücadele müktesebatın, düşünsel, felsefi, kültürel, pedagojik, politik ve diğer tüm alanlardaki yetersizliğinin tescillenmesidir. İnsanlık tarihi boyunca var olmuş vahiy merkezli nebevi mücadelelerin ve onun son sahih örnekliği olan son peygamberin güzide ve aziz mirasının ikliminde, insan merkezli, fıtratın koordinatlarına odaklanmış, Adalet, hak ve özgürlüklere ait değerlerin yaşatılması bahasına ödenmesi gereken bedellere karşı, gücün ve iktidarın ayartıcı, sığ iklimine teslimiyet basiretsizliği, duyarsızlığı ve umarsızlığıdır.

Gittikçe derinleşen İslami düşüncede fay hatlarından birini oluşturan ve gittikçe yaygınlaşan bir kırılmanın bu bağlamda altını çizmek gerekir. Öncelikle ulusçuluk veya daha muhafazakâr tanımlamayla milliyetçilik, özünde Vehbi olanın üzerinden bir tekebbür ürettiği için bir şirk ve küfür ideolojisidir. İnsan fıtratını koordinatlarını darmadağın eden en büyük sapkınlıklardan biridir. Musa (as) kıssası bu bağlamda hikmetle yeniden okunmalı, üzerinde derin tefekkürlere gidilmelidir. Milliyetçiliğin vahiy mesajı ile uzlaşması, ittifak kurması, sentezlenmesi asla mümkün olmamıştır. Bu ontolojik olarak imkânsızdır. İçinde bulunduğumuz koşullar, bir takım kazanımlar elde etmek için İslami söylemin temel ritüelleri ile ulusalcı değerlerin bir arada sentezlenmesini İslami duruş ve ilkeler bağlamında asla meşru kılmaz.

Milletini, yurdunu sevmek ile ulusalcılık/ırkçılık/milliyetçilik yapmak arasında niteliksel/paradigmal farklar vardır. Milliyetçilik Vehbi olana razı, şükür ve insanlık ailesine ortak kazanım ve katılım hoşgörü, coşku, rahmet, şefkat ve saygıyı bloke ederek, kendi dışında olanı hor, hakir ve aşağı görür. Bir nefret, düşmanlık ve tehdit algısı üzerinden hamasi bir tekebbür ile zihinlerde ideolojik örgüsünü inşa eder. Bu yönüyle uzlaşma kabul etmez. Kibirli, baskın, korunmacı ve saldırgan bir birey ve toplum psikolojisi üretir. Vahiy mücadelesi şirkin, azgınlığın ve ifsadın en güçlü dinamiği olan bu tekebbür ile her devir ve çağda mücadele etmiştir.

Bu bağlamda herkes kendine sormalıdır; hangi değer ve söylemleri, duygu ve duruşları bu konjonktürde sahipleniyoruz veya peşinden gidiyoruz? Suriye olayına bu bağlamda yeniden bakmak gerekmez mi? Resmi ideolojinin mutasyona uğrayarak kendini yeniden İslami ritüelleri araçsallaştırarak üretmesinin can yakıcı feryatlarını gören gözler, işiten kulaklar olmak için illa büyük yenilgiler ve hezimetler mi yaşamamız gerekir. İmtihanın zor olanı, gücün, refahın, süfli galibiyetlerin sarhoş edici iklimine kapılmadan, Kadr-i Mutlak’ın ve her şeyi kuşatanın O tek ilah olan Rab olduğunun idrakinde, eşrefi mahlukat olama sancısını her daim zihinlerde ve gönüllerde taşımayı başarmak değil midir?

Kaynak: http://ozgunirade.com/bir-baska-acidan-suriyeye-bakmak/




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —