Bugün burada “Bu iktidar gittiğinde geride nasıl bir yargı düzeni kalacak?” sorusu üzerinde bir fikir jimnastiği yapmak istiyorum.
“İktidarın gitmesi nereden çıktı?” sorusu tabii ki sorulabilir. “Farz-ı muhal denirse her şey konuşulabilir” derdi Necip Fazıl. Mahkemenin kadıya mülk olmadığını, sanırım birkaç kere de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan duymuşuzdur.
Kaldı ki iktidarların gelmesi – gitmesi demokrasinin olağan süreçleri arasındadır.
Diyelim 17 – 25 Aralık’ta çok ciddi bir risk yaşadı iktidar. “Yolsuzluk” çıkışlı bir “Yargı darbesi” idi yaşanan. 4 Bakan vardı ama doğrudan Erdoğan ve ailesi de hedef alınmıştı. Yıl 2013.
Aslında iktidara karşı 2008’de de bir yargı darbesi devreye konmuştu. Yüzde 47 oy almış iktidardaki bir parti kapatılacaktı. O zaman ben “ipten döndü” diye yazmıştım. Gerçekten de nitelikli çoğunluk sağlanamadığı için kapatma kararı verilmemiş, sonra AYM kararı hazine yardımının kesilmesi haline dönmüştü.
Bu AYM kararı, “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” gibi Ak Parti’ye yönelik “ideolojik bir yargılama” niteliğindeydi. Parti kapatılsa kötü olurdu muhakkak ama gene de partinin kimliği açısından utanılacak bir dosya oluşmazdı.
17 – 25 Aralık dosyası ise “yolsuzluk” iddiası taşıyordu ve netice vermesi halinde parti kimliğini kirletecekti.
17 – 25 Aralık hamlesi sonradan FETÖ diye nitelenecek olan yapının marifeti idi.
Bu yapı, bu operasyonu yapacak konuma nasıl geldi, sorusunun cevabı, Ak Parti liderliği tarafından yeterince değerlendirildi mi yoksa “Allah affetsin” denilerek üzerine bir bardak su mu içildi, bilinmez.
Ak Parti 2002’de iktidar oldu. 2013, 11 yıllık bir iktidarı ifade ediyor. Bu 11 yıl içinde Yargı ve Emniyet’in bir iktidara darbe yapacak konuma gelmesi görülmemiş olamaz. Görülmüştür ve tasfiye edilecek başka yapılara karşı birlikte hareket edildiği düşünülmüştür.
Ve bir gün 17 – 25 Aralık girişimi devreye sokulmuştur.
Baştaki sorumu “O gün bu darbe başarılı olsaydı Ak Parti geride nasıl bir Yargı – Emniyet mekanizması bırakılmış olacaktı?” diye yeniden düşünelim?
15 Temmuz sonrası operasyonlarda FETÖ ile irtibatlı – iltisaklı oldukları gerekçesiyle Yargı’dan Danıştay, Yargıtay ve HSK üyelerinden de olmak üzere 4370 kişi, Emniyet ve jandarmadan ise 36 bin 176 kişi ihraç edilmiş.
Diyorum ki, 17-15 Aralık’ta, ya da 15 Temmuz 2016’da iktidar gitmiş olsaydı geride o yapının binlerce bağlısı ile hakim olduğu bir Yargı ve Emniyet bünyesi kalacaktı.
Diyelim ki o yapı tasfiye edildi.
Peki o yapının yerini kim aldı?
Farklı iddialar var, onların her biri de özenle incelenmeli, toplum açısından Yargı’nın niteliği de çok hassas, Emniyet’in yapısı da…
Eğer sütten ağızlar yanmışsa, yoğurt üflenerek yenmeli. Ya da yılan deliğinden ikinci – beşinci defa sokulmama hassasiyeti gerçek bir hassasiyet olmalı.
17 - 25 Aralık gitti, 15 Temmuz gitti, ama ülkenin “Yargı sancısı” bitmedi. “Bağımsızlık – Tarafsızlık” Yargı açısından en güncel konu olmaya devam ediyor.
Şimdi bir “Masasında beyaz Toros maketi bulunduran savcı” olayı var. Özgür Özel miting meydanına taşıdı konuyu, en son Ekrem İmamoğlu da “O savcı benim ifademi alan savcı” diye açıklama yaptı.
Bu olayın mesela sayın Cumhurbaşkanı nezdindeki anlamı nedir? Mesela Adalet Bakanı için anlamı nedir?
Ekrem İmamoğlu davası gibi, bağlantıları ile birlikte Türkiye’nin siyasi gündeminin bir numaralı konusunda “Beyaz Toroslu savcı” sembolleşmesi neyi ifade etmektedir?
Böyle bir savcı var mıdır, bu savcı İmamoğlu davasında neden görevlendirilmiştir, Yargı camiasında 15 Temmuz’dan sonraki yeni alımlarda hangi saikler etkili olmuştur, “Yargının siyasallaşması” gündemi iktidarı rahatsız etmekte midir?
Ve temel soru: İktidar bugün gitmiş olsa geride nasıl bir Yargı ve Emniyet bırakmaktadır?
Şunu sormak iktidar cenahında özellikle Cumhur İttifakının Ak Parti ayağında bir anlam taşır mı, bilmiyorum: Soru:
-Bir gün kendi getirip yerleştirdiğiniz ya da kaçınamadığınız ittifakların sonucu stratejik alanlara yerleşen “kadrolar”ın başka dünyaların projesi ile hareket etmeyeceklerinden ve doğrudan size karşı operasyon yapmayacaklarından ne kadar eminsiniz?