Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bedenlerimiz iktidarda ruhlarımız muhalif!

İbrahim Kiras, iktidar olan muhafazakârların, muhalefetteymiş gibi davrandıklarını, yapılan edilen yanlışların sanki başkalarınca yapıldığını düşündüklerini belirtmektedir.

Bedenlerimiz iktidarda ruhlarımız muhalif!

Türkiye’de çeyrek asırdır muhafazakar mütedeyyin kesimin temsilcileri iktidarda. Ama bu kesim sanki hâlâ muhalefetteymiş gibi davranıyor, çünkü galiba öyle hissediyor.

“Bedenlerimiz iktidarda ama ruhlarımız muhalif” gibi ikili bir pozisyon…

Böyle ilginç bir kolektif psikolojinin yardımıyla, hem iktidar olmanın imkanlarını hem de muhalefette olmanın avantajlarını aynı anda kullanabilme şansı veriyor kimilerine bu ikili pozisyon.

Bu sayede iktidar olarak ülkedeki tüm olumlu gelişmeleri sahiplenebiliyorsunuz. Muhalefet şapkanızla da başarısızlıkları muhayyel bir iktidarın hesabına yazmanız mümkün oluyor.

Diyelim ki ekonomide sıkıntılar yaşanıyor, bunun sorumluluğunu üstlenecek değilsiniz. Çünkü siz bir yandan iktidarsınız ama bir yandan da sisteme muhalifsiniz. Yanlışların arkasında ülkedeki ve dünyadaki egemen “sistem” var. Onun için milletin daha da yoksullaşmasına yol açan sizin politikalarınız değil, birtakım “iç ve dış güçlerin operasyonları”dır.

 

Gelgelelim, hatalı ekonomi politikaları yüzünden mesela, paranızın değer kaybetmesini “kur saldırısı” diye faili meçhul bir komplo olarak görmek yönetenlerin kabahatini örtmeye yarar ama aynı zamanda iktidarın muktedir olmadığını kabul etmeyi de gerektirir

Benzer şekilde “Şehit cenazelerinde muhalif siyasetçilerin protesto edilmesi” gibi dışarıdan bakıldığında fazlasıyla tuhaf görünen birtakım tablolar aslında bir kesimin iktidarda olduğu halde kendisini yine de muhalefette hissediyor olmasının sonucuydu.

Oysa askere, polise, yargıya, medyaya, sermayeye, yani ülkedeki bütün güçlere hükmeden bir iktidarın aslında muktedir olmadığını düşünmek akla uygun görünmüyor.

Belki de şöyle bir açıklaması var bu durumun: İktidar olmak sorumluluk duygusu demek. Hakkı, hukuku, adaleti sağlamak için kapsayıcı kucaklayıcı olmak demek.

O sorumluluğu yüklenmemek için mi muhalefetteymiş gibi davranıyorlar acaba?

Yapılanlar karşısında isyan etmesin diye kendi vicdanlarını susturmak için mi?

“Elimizden gelse bu olumsuzluklara derhal son vereceğiz ama bırakmıyorlar” savunmasını satın almaya hazır bir kitle mevcut olduğu sürece bunun bir önemi yok aslına bakarsanız.

***

Özellikle son dönemde birçok kesim iktidar baskısından, dayatmalardan, haksız ve adaletsiz tavırlardan, kendilerine devlet eliyle uygulanan ayrımcılıktan şikayetçi.

Daha önceleri ise muhafazakar kesim yakın zamanlara kadar devam eden başörtüsü yasağı, imam hatip okulu mezunlarına uygulanan ayrımcılık gibi haksızlıklardan şikayetçiydi.

Muhafazakar mütedeyyin kesimin mensupları şimdi kendileri iktidarda olduklarına ve geçmişteki sorunlar, çok şükür, çoktan ortadan kalktığına göre artık hallerinden memnun olmaları gerekir. Memnunlar ama kendi hallerinden ziyade bugünün şikayetçilerinin durumundan memnunlar sanki!

Empati kabiliyeti ve adalet duygusu olan bir azınlık istisna tutulursa, söz konusu kesimler “Etme bulma dünyası işte… Vaktiyle onlar bize yaptı, şimdi biz onlara yapıyoruz” diye düşünüyor gibiler.

Oysa suçun şahsiliği diye evrensel bir kural var. Hiç kimse annesinin babasının veya bir hemşehrisinin kabahatinden dolayı suçlanamaz ve cezalandırılamaz. Ne var ki kendi ülkenizin insanlarını “Onlar ve biz” diye ikiye ayırıyorsanız sizden olmayanlara düşman hukuku ile muamele etmeniz kadar normal bir tutum olamaz. Millet olamamış yığınlardan oluşan bir nüfus kalabalığı içinde hukuk ve adalet arayışı değil, rövanş ve savaş psikolojisi hakim olur.

***

Peki, muhafazakar mütedeyyin kesimin savunduğu prensiplere ne oldu? İktidara geldiklerinde hiç kimsenin baskı ve ayrımcılık görmediği, haksızlığa uğramadığı, kimliğinden veya inancından dolayı adaletsizliğe maruz kalmadığı bir düzen tesis etmeleri gerekmiyor muydu? Kendilerinden beklenen bu değil miydi? Kendilerinin iddiası bu değil miydi?

Niye bunun tam aksini yaptılar? Bugün niye geçmişte söylediklerinin tam aksini savunuyorlar?

Anlaşıldığı kadarıyla, “bir topluluğa duydukları öfke” buna izin vermiyor. Uzun yıllardır devam eden ve zamanla hafifleyeceğine daha fazla şiddetlenen bir öfke bu. Görünen o ki iktidar olmak da bu öfkeyi dindirmedi.

“Ötekilere” karşı uygulanan haksızlıklar, adaletsizlikler, ayrımcılıklar dindar vicdanlarını pek rahatsız etmiyor bu yüzden.

Kaybedilen seçimi iptal ettirmeler, montaj görüntülerle devlet televizyonunda propaganda yaptırmalar, rakip partinin logosuyla sahte broşürler hazırlayıp dağıttırmalar vs. mütedeyyin kesim için problem oluşturmuyor.

Şafak baskınlarıyla gözaltına alınan siyasetçiler, tutuklanıp hapse atılan parti liderleri, Meclise girmesine izin verilmeyen seçilmiş milletvekilleri, haklarındaki hüküm bozulsa da bir bahaneyle cezaevinde tutulan muhalifler vs. muhafazakarlarımızı isyan ettirmiyor.

Bütün bunlar bir yana, söz konusu kesimin ömürlük şikayetleri de devam ediyor. Sanki tek parti devrinin sıkıntıları bugün de devam ediyormuş gibi sanki otuz yıldır iktidarda İsmet İnönü varmış gibi, Türkçe ezan uygulamasından vazgeçilmemiş gibi isyankar bir tutum içindeler.

Mesela; ikide bir sosyal medyada 5816 sayılı kanunun kaldırılması çağrıları yapılıyor, bu yolda kampanyalar düzenleniyor. Vaktiyle bazı provokasyonlar sebebiyle Atatürk’e hakaretleri önlemek için çıkarılan kanun bu.

Geçmişte bu kanun bahane edilerek yakın tarihle ilgili farklı yorumlar veya resmî ideolojiye yönelik eleştiriler cezalandırıldı. Muhalif kesimlere yönelik bir silah olarak kullanıldı. Doğru ama bugünün meselesi bu mu? 5816 mağdurları mı dolduruyor cezaevlerini bugün?

Acilen kaldırılması gereken kanun bu mu?

Ülkedeki sorunlar karşısında tepkilerimizi 1930’ların, 40’ların tek parti hükümetlerine mi yöneltmeliyiz?



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER