Tarih: 21.10.2022 11:23

Başörtüsü Sorunu Nasıl Çözülür?

Facebook Twitter Linked-in

Geçen hafta başörtüsü sorununun Türkiye ve İran’da nasıl ortaya çıktığını dair bir analiz yapmıştık. Bu analizi temel aldığımızda sorun iki düzlemde çözülebilir. Politik düzlemde başörtüsü bir özgürlük sorunudur. Başörtüsü din ve vicdan özgürlüğünün bir parçasıdır. Başörtüsüne yasak getirilemeyeceği gibi bu mesele siyaset topluma zorla empoze edeceği bir konu da değildir. Türkiye yasak getirirken nasıl bir özgürlüğü yok etmişse, İran da başörtüsünü siyasal ve hukuksal düzenin bir normu haline getirirken hata etmiştir. Hem de bir değil iki hata birden yapmıştır. İlk olarak ahlaki bir emri hukuksal bir norma dönüştürerek başörtüsünü yukarıdan aşağıya doğru empoze etmiştir. İkinci olarak başörtüsünü açmak isteyenlere kapıyı tamamen kapatmıştır.

Başörtüsünün çözüme kavuşturulacağı ikinci eksen ahlaki alandır. Ahlaki alana ait bu normu bir Müslüman kadın ihlal ederse ne olur?

Geçen hafta başörtüsünü çıkartan kadınların argümanlarına yer vermiştik. Bu argümanlara bakarak ikili bir tipoloji yapmak mümkündür:

  1. Başörtüsünü bir emir görmekle birlikte çeşitli harici etkenlerden dolayı çıkartan kadınlar;
  2. Başörtüsünü bir emir olarak görmeyen kadınlar.

İlk grup başörtüsünü dinden kaynaklanan bir emir olarak görürken, ikinciler böyle bir emrin bulunmadığını, ancak yorumla böyle bir sonuca ulaşıldığına inanmaktadır. İlkler açısından bakılınca, gerekçesi ne olursa olsun ahlaki bir norm çiğnenmektedir. Bunun dünyevi bir cezası olmamakla birlikte kişi bunun günah olduğunu bilmekte ve dolayısıyla günah işlediğinin bilincindedir. Bunlar açısından sorun, norm ile olgu arasındaki bir tutarsızlıktır. Olgunun normlara uygun hale getirilmesi için bir mücadele edilmesi gerekir. Bundan böyle kadınlar yasaklara karşı değil, toplumsal ve kültürel baskı ve ayrımcılığa karşı mücadele etmeleri gerekecektir. Belirli sosyal çevrelere girememek, mesleği icra etmekte zorlanmak ya da belirli cemaat ve tarikatlarla özdeşleştirilme sorunu sosyal ve kültürel nitelikli sorunlardır. Bunların zaman içinde ve başörtülü kadınların güçlendirilmesi yoluyla çözüme kavuşturulabilir.

İkinci grup kadınlar görece yeni bir görüşe ulaşmış olan ve başörtüsünün dini bir emir olmadığını düşünenlerden oluşuyor. Bunların sayısının az olduğunu ve daha çok sosyal medya tartışmalarından etkilendiği görülüyor. Bunların iddialarına göre Kur’an başörtüsünü emretmiyor, varsayıyor. Yani Arap kadınları başörtüsünü biliyorlardı, Kur’an onlara bunu emretmekten ziyade başörtüleriyle göğüs kısmının kapatılmasını salık verdi. Dolayısıyla asıl kapatılması gereken yer saçlar değil, göğüs kısmıdır. Arapların bildiği dış elbise (cilbab) ve başörtüsü toplumsal hayatta hür kadınları, köle kadınlardan da ayırt edici bir fonksiyon üstleniyordu. Şimdi ise, hür ve köle ayrımı kalmadığı için her kadın saygıyı hak ediyor ve hiç kimse başörtüsüz olması bahane edilerek tacize konu olmamalıdır.

Bu görüşün iki versiyonunu ayırt ediyoruz. Bir kısım ilahiyatçı ve izleyicisi Kur’an’dan hiçbir şekilde başörtüsü çıkarsanamayacağını söylerken, bir kısmı da hem geçmişte hem de şimdi yapılan şeyin bir yorum olduğunu söylüyor. İlk grup başörtüsüne karşı olumsuz bir tavır alırken, ikinci grup hem geleneksel yoruma hem de çağdaş yoruma hoşgörüyle bakılmasını talep ediyor. Bu ikincilerin görüşü hem gelenek hem de yenilik karşısında hoşgörüyü salık vermektedir.

Yeri gelmişken son siyasal tartışmalara da kısaca değinmekte yarar var. Başörtüsü yasal bir biçimde düzenlenmelidir, yani hiç kimse başörtüsünden dolayı sosyal yaşam, eğitim ve iş yaşamında mağdur edilmemelidir. Başörtüsü veya başörtüsüzlük kamusal işlere alımda ve sosyal ilişkilerde bir kriter olmamalıdır. Kıyafet, kişisel özgürlük ve toplumsal ahlakla ilgili bir meseledir.

Anayasaya konulup konulmamasına gelince, bu yöndeki talebi politik bir manevra olarak görmek gerekir. Tekil hiçbir mesele anayasaya konu olamaz. Anayasa, adı üzerinde “ana” ilke ve kuralları saptar, ayrıntılar yasalarla düzenlenir. Eğer anayasa bazında bir düzenleme yapılacak ise, bu “Din ve vicdan hürriyeti”ni düzenleyen 24. maddeyle ilgili olmalıdır. Çünkü bu madde bir yandan din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alırken, diğer yandan da “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandıramaz” demektedir.

Bu ifadeler oldukça sorunludur. Şöyle ki burada tanımlanması çok zor bir “düzen” kavramından bahsedilmektedir. Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki düzeni nedir? Bunların kısmen de olsa din kurallarına dayandırılması ne demektir? Burada din ile kastedilen hangi dindir?

Ben şahsen Türkiye’de devletin sosyal ve ekonomik düzenine ilişkin resmi bir görüş olup olmadığını bilmiyorum. Ekonomik düzen devletçilikle başlamış, liberal düzene doğru evrilmiştir. Günümüzde ekonomistler ve sosyal bilimciler daha çok bir “karma” ekonomik sistem olduğu konusunda hemfikirler. Karma ekonomik düzende pekâlâ dinden kaynağını alan kurumlar ve düzenlemeler de olabilir. Nitekim katılım bankaları faiz değil, kar ortaklığına göre kurulmuş finans kuruluşlarıdır. Bunlar sadece Türkiye’de değil Batı dünyasında da bulunmaktadır. Şimdi bu fiili durum bir suç mudur ya da laikliğe aykırı mıdır?

Sosyal düzen kavramına gelince bu daha problemli bir tanımdır. Devletin sosyal düzeni olmaz. Sosyal düzen, toplumla ilgili bir ifadedir. Sosyal ilişkileri ahlak, gelenek, din ve görgü kuralları düzenler. Bu konuda devlet sivil topluma müdahil değildir. En azından seküler ve liberal devlet teorisi bunu söyler. “Eşyada aslolan ibahedir” diyen İslam hukuku da hemen hemen aynı şeyi söylemektedir. Ortada olağanüstü bir durum olmadıkça, devlet ve hukuk düzenleme getirmez.

Laik Batı dünyasında konservatif, Hristiyan ve hatta fundamentalist partiler mevcut olup bunlar açıkça parti programlarında “İncil”den ilham aldıklarını belirtmektedirler. Yine dini temele sahip okullar kurulmuş ve hala varlıklarını sürdürmektedirler. Din temelli parti ve kurumların laikliğe aykırı olduklarına dair bir söyleme hiçbir sağ ya da sol partinin programında ya da propagandasında yer almaz. Kendilerinden laikliği aldığımız ülkelerde durum bu iken, bizde “kısmen”de olsa devletin sosyal-ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeni dine dayandırılamaz söyleminin hiçbir temeli yoktur. Bu ifadenin tamamen anayasadan kaldırılması gerekir.

Peki, başörtüsü konusunda yasal ya da anayasal düzenleme talep eden partiler böyle bir cesarete sahip midirler? Zamanı çok geçmiş olan bir tabuyu yıkmayı düşünüyorlar mı? 

 

Kaynak: farklı bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —