Geçenlerde bir dostuma Basın Tarihi peşinde koşmanın bende uyandırdığı duyguyu şöyle özetledim:
“Türkiye düştüğü girdaptan bir türlü çıkamayan, çıkmak da istemeyen bir ülke gibi…”
12 yıl öncesine geri dönüp 2013 Şubat ve Mart aylarına yoğunlaşınca bu duygum biraz daha pekişti.
Önce kısa bir kronolojik hatırlatma yapayım:
- “14 Şubat 2013: Hükûmet ikinci BDP heyetinin İmralı’ya gidip Öcalan ile görüşeceğini duyurdu.
- 15 Şubat 2013: Erdoğan, MİT ile Öcalan arasındaki görüşmelerin ‘İmralı Süreci’ yerine ‘Çözüm Süreci’ olarak adlandırılmasının daha doğru olacağını açıkladı.
- 23 Şubat 2013: BDP Grup Başkanı Pervin Buldan, İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önderve Diyarbakır milletvekili Altan Tan İmralı Adası’na gidip Öcalan ile görüştü.[59] Adalet Bakanlığı’nın özel izniyle adaya giden delege PKK lideri Öcalan’ın barış için önerdiği yol haritasını kendisinden dinledi. Öcalan BDP heyetiyle Kandil’e, PKK’nın Avrupa ayağına ve kamuoyuna bir mektup gönderdi.”
Ve bu görüşme 5 gün sonra medyaya sızdı.
Milliyet “bombayı” patlattı:
- 28 Şubat 2013: Milliyet Gazetesi, BDP heyeti ve Abdullah Öcalan arasında geçen görüşmenin detaylarını “İmralı Zabıtları” başlığıyla Namık Durukan imzalı bir haberle kamuoyuna açıkladı.
Tutanaklarda Öcalan’ın BDP heyetine “Ne ev hapsi ne de af. Bunlara gerek kalmayacak. Hepimiz özgür olacağız. Başarılı olursam ne KCK tutuklusu kalır ne de başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Yalnız herkes bilmeli ki ne eskisi gibi yaşayacağız ne de eskisi gibi savaşacağız,” dediği ifade edildi.”
İmralı Zabıtları, gündemin tek konusu haline geldi. 1 Mart 2013 tarihli gazetelerde 22 kişi bu olayı yorumladı.
***
İmralı Zabıtları her yerde var. Bugünü daha sağlıklı yorumlamak isteyen herkese sanal alemde rahatça bulunan bu metni okumasını tavsiye ederim.
Çok ilginç bulduğum zabıtlar ve ardından yazılanları ince ince okusam da benim ilgimi en çok çekenlerden biri de dönemin yabancı basınını tararken Financial Times’da rastladığım Daniel Dombey’in yorumu oldu.
12 yıl önce geriye dönüp yeniden okuyunca yorumun cazibesi, tespitleri nedeniyle sanki daha da artıyor:
“İstanbul’un kıyısında bulunduğu denizde, Bizans imparatorlarının ve Osmanlı padişahlarının bir zamanlar düşmanlarını sürgün ettiği İmralı hapishane adası yer alıyor.
Son 14 yıldır, bir kişi 13 metrekareyi asla geçmeyen bir hücrede tutuluyor. Abdullah Öcalan, uluslararası alanda terör örgütü olarak sınıflandırılan Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) lideri.
Ülkenin büyük bölümünde bir katil olarak aşağılansa da, Türkiye’deki tahmini 15 milyon Kürt’ün çoğu tarafından bir lider – liderin ta kendisi– olarak saygı duyulan Mr. Öcalan, şimdi sıradışı hayatındaki en sıradışı rollerden birini oynuyor.
Mr. Öcalan, ülkeyi dönüştürebilecek görüşmelerde Türkiye hükümetiyle doğrudan müzakere ediyor.”
***
“Tartışmalar artık doruk noktasına ulaşıyor; bu hafta Mr. Öcalan, Mart ayında ‘hükümetin adımlarından bağımsız’ bir ateşkes ve PKK güçlerinin yaz ortasına kadar çekilmesini içeren bir barış ‘yol haritası’nı anlatan el yazısıyla yazılmış 20 sayfalık bir mektup gönderdi.
Grup, Türk tutukluları birkaç gün içinde serbest bırakmayı planlıyor ve bu adımın hükümet tarafından da karşılık bulacağını umuyor.
Üst düzey bir hükümet yetkilisi, ‘Türkiye olarak Kürt sorununu çözersek, sırtımızdan büyük bir yük kalkacaktır,’ diyor.
‘Bunu çözebilirsek ve Kürtler, Türkler ve diğerleri birbirlerine etnik gruplar olarak değil, insan olarak bakabilirlerse… O zaman Türkiye’de bir kalkınma patlaması yaşanacaktır.’”
***
“Ancak mesele, savaşın sona ermesinin faydalarından çok daha fazlası.
Kürtlerle yapılacak bir anlaşma, Ortadoğu değişimin sancılarını çekerken Ankara’nın diplomatik bir ağır top olarak hareket etme hevesini güçlendirecektir.
Aynı zamanda, Türkiye’nin siyasi yapısını değiştirecek yeni bir anayasanın yolunu da açabilir.
Tüm bunlar muhtemelen iki adama bağlı: Mr. Öcalan ve neredeyse 10 yıldır başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan.
Geçen yılın sonunda beklenmedik bir şekilde başlayan temaslardan bu yana, görüşmeye istekli olduklarını gösterdiler.
Ancak tarihi bir anlaşmaya varıp varamayacakları ve destekçilerini de yanlarına alıp alamayacakları konusunda şüpheler devam ediyor.
Sayın Öcalan, 1970’lerin kaotik yıllarındaki kuruluşundan bu yana PKK’ye liderlik etti ve örgütü bugünkü haline getirdi:
Kürt milliyetçiliği, Marksizm ve kişilik kültü gibi unsurlarla donatılmış şiddet yanlısı bir grup.
Öcalan uzun süredir neredeyse tamamen tecrit edilmiş olmasına rağmen, tılsımlı bir figür olmaya devam ediyor.
Hafta sonu İmralı’da Öcalan ile görüşen Kürt yanlısı milletvekilleri, onun hâlâ güçlü olduğunu söylüyor.
Onu gören üç kişiden biri olan Pervin Buldan, ’14 yıldır dışlanmış birini değil, işinin ehli birini gördüm,’ diyor.
Yıllarca hapiste kaldıktan sonra, Sayın Öcalan’ın değişime aç olduğu aşikâr. Çarşamba günü bir Türk gazetesinde yayınlanan mektubundan alıntılarda, ‘Artık silahlara veda etme ve barış için mücadele etme zamanı geldi’ diyor.”
***
“Sonra, Türkiye’nin istihbarat teşkilatı aracılığıyla yürütülen görüşmelerde Öcalan’ın muhatabı olan Erdoğan var.
Her seferinde artan oy oranlarıyla üst üste üç kez başbakan seçilen Erdoğan, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ten bu yana Türkiye siyasetine hiç kimsenin olmadığı kadar hâkim. Ancak tüm söylentilere göre, o hiç de memnun değil.
Ülke, PKK’nın bir dizi ölümcül saldırı düzenlediği, ordunun Kürt köylerini yerle bir ettiği ve paramiliter ölüm mangalarının güneydoğuda cirit attığı 1980’ler ve 1990’lardaki çatışmanın en derin noktasından bu yana toparlandı.
Ancak geçen yıl 500’den fazla kişi hayatını kaybetti; bu şiddet seviyesi, Türkiye’deki birçok kişi tarafından Suriye ve İran ile artan gerilime bağlanıyor.
Bu gerilimlerin her ikisi de Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesi yönündeki kampanyası nedeniyle Ankara ile çelişiyor.
Böyle bir ortamda, eskisinden çok daha düşmanca ve çalkantılı bir bölgede, Türkiye’nin Kürt sorunu stratejik bir zafiyet, olası çözümü ise daha büyük bir fırsat sunuyor. Bir barış anlaşması, Türkiye’nin en dramatik jeopolitik değişimlerinden birini, yani yaklaşık 45 milyar varil petrol ve 5,7 trilyon metreküpe kadar doğalgaz rezervine sahip Kuzey Irak Kürtleriyle derinleşen bağlarını hızlandırabilir.”
***
“Bir de kişisel hırslar meselesi var. Türkiye gelecek yıl ilk doğrudan cumhurbaşkanlığı seçimlerini yapmaya hazırlanıyor ve başbakan olarak bir dönem daha görev yapmayacağına söz veren Erdoğan, bu görev için favori aday.
Ancak cumhurbaşkanlığı şu anda büyük ölçüde törensel bir rol.
Ülkenin askeri dönem anayasasını yeniden yazmak için çok partili görüşmeler sürerken, Sayın Erdoğan tek bir hedefe odaklandı: Kendisinin de yer alabileceği bir yürütme başkanlığı kurmak.
Böyle bir öneriyi anayasaya taşıyacak kadar sadık milletvekili olmadığından, son haftalarda bir alternatif ortaya koydu: Ülkenin Kürt yanlısı partisiyle yeni bir metin üzerinde anlaşmak ve bunu bu yıl yapılacak bir referandumda ülkeye sunmak.
Sayın Öcalan’ın müttefikleri ve büyük ölçüde PKK liderinin kendisinin karşı karşıya olduğu seçim budur.
Hareketlerinin Türk etnik kökeni ile vatandaşlık arasında ayrım yapmak gibi birçok tarihi hedefini karşılayan bir anayasa artık ulaşılabilir durumda. Ancak bunun bedeli, Sayın Erdoğan için özel olarak tasarlanmış bir iktidar merkezileşmesi olabilir.
Başbakan’ın müttefikleri bunun çok daha verimli olacağını, muhalifleri ise onu modern bir sultan olarak yücelteceğini söylüyor.”
***
“….Bu arada hükümet, PKK’nın bazı taleplerini karşılayabilecek yargı reformları üzerinde çalışıyor; özellikle Türkiye’nin terörizm tanımını daraltıyor ve sanıkların mahkemede Kürtçe konuşmalarına izin veren de bir yasa çıkardı.
Üst düzey bir hükümet yetkilisi, ‘PKK’nın silah bırakması için gereken koşullar, Türkiye’deki Kürtlerin gerçekliğinin, Kürt dilinin, yayıncılığın, siyasi katılımın ve temsilin tanınması açısından zaten sağlandı,’ diyor.
‘Ancak herhangi bir sosyal, siyasi veya kültürel meseleyi müzakere edecekseniz, silahları aradan çıkarmanız gerekir.’
Bazıları ise Erdoğan’ın görev süresi boyunca kaydedilen ilerlemeye karşı çıkıyor ve aralarında çok sayıda Kürt belediye başkanının da bulunduğu binlerce kişinin hapiste tutulmasına, Kürtçe anadilde eğitimin olmamasına ve küçük partilerin önünü kesen yüzde 10’luk seçim barajına dikkat çekiyor.”
***
“… Engeller ortada.
Bunlardan biri zamanlama. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu yıl bir referandum yapılacaksa, yaza kadar anayasal bir anlaşmaya varılması gerekecek. Ülkenin en çözümsüz sorununu çözmek için göz korkutucu bir zaman çizelgesi.
İkincisi ise Sayın Erdoğan’ın hırslarının büyüklüğü.
Başbakan, Sayın Öcalan ile bir anlaşmaya varsa bile, her şeyini bir sonraki referanduma yatırabilir.
Bu referandumda, son derece milliyetçi bir ülke olan Türkiye’den, yalnızca yeni bir başkanlık sistemi için değil, aynı zamanda ulusun büyük bir kısmının şeytani bir figür olarak gördüğü bir adamla yapılan görüşmelerin ardından kabul edilen Kürt haklarını genişleten bir anayasa için de oy kullanması istenebilir.”
***
Financial Times’ın yorumunda başka detaylar da var.
Ama bu kadarını bile okuduğunuzda sanki 12 yıldır aynı haftayı yaşıyormuşsunuz duygusuna kapılmıyor musunuz?
Bir toplumun sorunun nasıl çözüleceğini bildiği halde bir türlü çözememesinin nedeni nasıl açıklanır bilmiyorum.
Bu, herhalde sadece siyasetçilerin ihtirasıyla açıklanabilecek bir durum değil… Bu toplumun da bir türlü kımıldayamamak gibi derdi var gibi gözüküyor.
Hep aynı noktada durmaktan hiç yakınmayan bir toplum…
Kaynak: platform24.org