Barışı kurmak ağır bir yük ve bu ağır yük sadece siyasetin sırtına yüklenemez. Toplumdaki diğer güçlerin de, bilhassa sivil toplum kuruluşlarının da bu işe bir el atmaları icap eder. Çatışmaların ürettiği ezberlerin kırılması, çözüm fikirlerinin demlenmesi, mağdurların acılarının paylaşılması, farklı grupların hassasiyetlerinin gözetilmesi, siyasetin önünün açılması ve geleceğin uzlaşmayla ile inşa edilmesi gibi ağır konular, sivil aktörlerin ellerini taşın altına koymalarını gerektirir.
Ancak 1 Ekim’den beri gündemde olan yeni çözüm sürecinde, sivil toplumun bu yönlü bir faaliyet içinde olduğunu söylemek zor. Yeni sürecin karakterinin buna neden olduğu söylenebilir; zira devlet ve PKK merkezli ilerleyen bir süreç söz konusu. 2013-2015’ten farklı olarak taraflar, toplumun katılımı hususunda pek heveskâr değiller. Sivil unsurları teşvik eden siyasi tavrın noksanlığı da, STK’ların katılımını zorlaştırıyor. Hâlihazırda bu alanda gayret gösteren STK sayısının bir elin parmaklarını geçmemesinin sebebi de bu.
Mamafih, yine de bunu kendine dert edinen ve toplumdaki sürece ilişkin çeşitli görüşlerin bir araya gelerek konuşmalarına imkân sağlayanlar da var. İHH da bunlardan biri. İHH, bu sürece dair önce Ocak ayında Diyarbakır’da geniş katılımlı bir toplantı düzenledi. Geçen hafta sonu da İstanbul’da “Türkiye’de ‘Yeni Süreçte’ Hassasiyetler, Riskler, Fırsatlar ve Sivil Toplumun Rolü” başlıklı bir çalıştay organize etti. Farklı düşünsel arka planlardan gelen katılımcılara ev sahipliği yapan bu çalıştaya dair bazı notları paylaşmak isterim.
“STK’ları Barış Mekânlarına Dönüştürmek”
Cuma Çiçek, çalıştayda sivil toplumun rolü hakkında dikkat çekici bir tebliğ sundu. Çatışma süreçlerinde STK’ların belirleyici değil destekleyici bir rollerinin olduğunun altını çizen Çiçek’e göre; STK’ların bir sürece ne oranda destek olacağı çatışmanın bağlamı ve yoğunluğuna göre farklılaşabilir.
Mesela mevcut süreçte STK’ların, vatandaşların korunması, sürecin izlenmesi, tarafların hesap verilebilir kılınması, arabuluculuk ve sürecin kolaylaştırılması gibi mevzulara tesir etmesi güç. Buna mukabil STK’lar, sürecin savunulmasına, grup-içi sosyalleşmenin sağlanmasına ve çatışmaya duyarlı toplumsal birlikteliklerin oluşturulmasına hatırı sayılır bir katkıda bulunabilirler.
Çiçek’in tebliğinde, benim öne çıkarılmasını düşündüğüm üç husus vardı: Birincisi, siyasi partilere/hareketlere bağlı STK’lar, grup-içi sosyalleşmede müspet bir işlevi yerine getirebilirler. AK Parti’yle, CHP’yle, DEM Parti’yle, MHP’yle ve diğer siyasi partilerle az ya da çok ilişki içinde bulunan STK’lar var. Partilere olan bu yakınlıkları, bu STK’ların parti tabanlarına erişimini kolaylaştırır. Dolayısıyla bu STK’lar, farklı parti tabanlarında sürecin meşrulaştırılmasına ve süreç için rıza üretilmesine yardımcı olabilirler.
İkincisi, meslek odaları, barolar ve sendikalar gibi kuruluşlar, farklı toplumsal kesimler arasında bir köprü kurabilirler. Birbirinden ayrı ve birbirine uzak grupları aynı masa etrafında toplayabilir, bunların Kürt meselesini birlikte konuşmalarının, birbirlerini anlamalarının ve birbirleriyle yakınlaşmalarının zeminini güçlendirebilirler.
Keza hemşeri dernekleri ve dayanışma dernekleri, sürecin toplumsallaştırılmasını hızlandırılabilir. Spor kulüpleri ve insanları, barış düşüncesini en ücra köşelere kadar yaygınlaştırabilirler. STK’lar çalışmalarını çok dille yapabilir ve eserlerini çok dille sunabilir; böylelikle dil üzerinden kurulan karşıtlıkları geçersiz kılabilirler. Çatışmaya duyarlı toplumsal birlikteliklerin harcı, bu tür çalışmalarla karılır.
Üçüncüsü, toplum adına konuşmaktan ziyade toplumun konuşma gücünün artırılmasına odaklanmaları, STK’ları bu süreçte daha etkin kılar. STK’ların kendilerinin, farklı hassasiyetleri karşılıklı olarak düşünen ve farklı kimliklere açık barış mekânlarına dönüşmek için çaba harcamaları gerekir.
Hukuki Belirsizlik ve Siyasi Otoriterlik
Riskler ve fırsatlar, İHH çalıştayının üzerinde en çok durulan başlıklarından biriydi. Kendi adıma, her süreçte olabilecek provokasyonların ve taraflar içindeki çözüm karşıtlarının varlığının haricinde, bu sürece özgün dört mühim riskin olduğunu belirttim.
“Devlet Meşruiyeti”
Buna mukabil fırsatlar babında da beş noktaya temas ettim.
Velhasıl, 2013-2015’e nispetle daha elverişli bir ortamdayız. Sivil ve siyasi aktörleriyle hepimiz barışa omuz vermeliyiz. Sorumlulukla yol almalı ve barışın bu kez elimizden kayıp gitmesine müsaade etmemeliyiz. Yoksa tarihe karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz.
Kaynak: perspektif.online