Dünyada herkese ama herkese ailesinden bir miras kalır.
Kimine ev kalır, kimine arsa. Kimine borç kalır, kimine travma. Kiminin hiç annesi babası olmamıştır, direnme gücü miras kalır. Kimine utanç, kimine bir isim kalır iyisiyle kötüsüyle. Bana üç önemli miras kaldı babamdan. Birincisi gülüp geçme öğretisi, ikincisi itiraz, üçüncüsü ise dikta üslubuna ters tepki verme alışkanlığı.
Babamı kaybettikten sonra tatsız ama mecburi bazı işler hasıl oldu, aşağı yukarı herkes bunu yaşıyor. Merhumun terekesi çıkarılıyor. Neyi var neyi yoksa terekede görülüyor ve mirasçısına naklediliyor. Ben de şimdi size babamın terekesini anlatacağım, eksiksizce.
Babam Sırrı Süreyya Önder, yıllarca milletvekilliği yapmış, öncesinde ve yaşamı boyunca ise sayısız senaryo yazmış, filmler çekmiş biriydi. Tüm banka hesaplarının toplamında 2 milyon Türk lirası, bir de Citroen arabası çıktı terekesinden. Ne bir dolar hesabı ne bir mülkü ne de borcu vardı. İnanmayan olursa belgelemekten şeref duyarım.
Bankadaki tüm parasıyla, 1+1 bir ev bile alamıyordu kendine, belki ortadan hallice bir araba... Yaşadığı ve vefat ettiği ev ise, Mecidiyeköy’de kirası 15 bin TL olan, 2+1, çok tatlı bir evdi. Tüm kitaplarını alırdı, balkonunu çok severdi.
Peki bu nasıl olur? Nasıl bir milletvekilinin, hatta TBMM başkanvekilinin bir ev alacak kadar bile parası olmaz? Anlatayım…
Ailenizden kalan bir metrekare toprak yoksa, olmaz. Dayanışmayı alışkanlık etmişseniz, olmaz. Kimseye borçlanıp gebe kalmamaya yemin etmişseniz, olmaz. Fon, yatırım matırım işlerinden anlamıyorsanız, olmaz. Kimsenin kişisel çıkarına vaatler vermezseniz, olmaz. Makamınızın gücünü kullanmazsanız, olmaz.
Ama şimdi ne olacağını ben size söyleyeyim. Nasuh Mahruki gibi tipler çıkıp, cenazenin üzerinden henüz bir ay geçmişken “fakir edebiyatı” yapıyor, diyecek mesela. Arayıp yalan söylediğini belirttiğimde ve kanıtladığımda ise “56 yaşında hayat dersi verdin bana Ceren’cim, çok özür dilerim. Yaptığım dangalaklıktı, hemen düzelteceğim bu yanlış bilgiyi” diyecek ama kamusal bir özür dilemeye cesaret edemeyecek.
Şimdi ne olacağını söyleyeyim. Veryansın TV gibi trol hesaplar, eşimin işini sanki ahlaksız bir iş yapıyormuş gibi ortaya atmaya çalışacaklar. Zafer Partili gençler bunların altına sarı torbaların, şehit çocuklarının fotoğraflarını gönderecekler. “Alaçatı’da keyfin yerinde mi?” yazacaklar.
En ufak bir araştırma yapmadan, Galatasaray Lisesi’nde, Boğaziçi Üniversitesi’nde turizm okumuş, yoktan hatta hiç yoktan çalışmış ve üretmiş, bahsi geçen yerlerin mülk sahibi değil (zaten mümkün değil) işletmecisi olan ve 20 yıldır tur rehberliğinden, turistlere “waffle” hazırlamaktan, kimseye muhtaç olmayacak noktaya dürüstçe, bir lokma haram yemeden gelen eşimi “zengin” ilan edecekler. İşte tam bu noktada babamdan aldığım, hatta eşimle birlikte aldığımız ilk miras olan gülüp geçme öğretisi imdadımıza yetişecek.
Peki ben bu yazıyı neden yazdım? Mirasımdan üçüncüsü nedeniyle beni haftalardır uyku uyutmuyor da o yüzden.
Abiler ablalar, siz ne istiyorsunuz? İyi Parti milletvekilleri, Zafer Partililer, Muharrem İnceler; siz ne istiyorsunuz? Bakıyorum, yaşlı başlı insanlarsınız. Yani bu ülkede aynı şeylerin farklı sonuçlar vermediğini daha önce defalarca görmüş olmalısınız. Sonradan hapsedilme riskini, babamın arabasına yerleştirilen düzenek gibi suikast girişimlerini göze alarak barışa köprü kuran insanlara ağzınızı yaya yaya “ulak” demeye hiç utanmıyor musunuz?
Barışın, dostlar arasında yapılan bir anlaşma olmadığını bilecek yaştasınız. Tarihte savaşarak hiçbir kazanım sağlanamadığını görebilecek kadar okullara gitmişsiniz. İçinizde doktorlar bile var. İnsan ölümü görmüş, aile acısına tanıklık etmiş olanlar... Siz ne istiyorsunuz?
Bakın koca koca insanlar, varlığınızı savaş üzerinden tanımlamak çok adice bir yaşama biçimidir. Madem barış uğruna çalışmaya üşeniyorsunuz, korkuyorsunuz, bari canını barış uğruna ortaya koyanlara gölge etmeyin. Sizden inanın ki başka ihsan isteyen yok.
Birçok defa itibarınızı yerle bir ettiniz. Biriniz seçim sonunda sarhoş oldu, halkın karşısına çıkamadı. Biriniz kaçıp İngiltere’ye sığındı. Biriniz önce halkı kandırıp bir masaya oturtup sonra o masayı devirme görevini tamamladı. Sevgili seçmen, siz bunları unuttunuz mu? Bu insanlar hiçbir düşmana gerek kalmadan kendi kendilerini istikrarlı bir şekilde rezil ederken, yanlarında olmayı içiniz alıyor mu?
Barış sizin ağzınıza sakız edebileceğiniz, ortaokuldan kalma ezber cümlelerinizle kibirli argümanlar üretebileceğiniz bir mesele değil. Barış, bir hayatta kalma meselesi.
İki taraf da gönüllüyken, dişini tırnağına takıp dere tepe gezerken, sıcak evlerinizden çıkıp destek olmayacaksanız eğer, oturup haftalık dizinizi izlemeniz çok daha büyük katkı sağlayacaktır. Çünkü bizim ülke olarak kaybedecek daha fazla zamanımız yok.
Babam için aort ameliyatından daha önemli olan bu süreç, binlerce ailenin çocuğunu feda ettiği, vurulduğu, meçhul olduğu savaşın sonunu getirecek. Sizin de eminim bu ülkeye katabileceğiniz, savaş çığırtkanlığı dışında meziyetleriniz vardır. Onları geliştirmeyi deneseniz?
Sayın Pervin Buldan gibi milyonların çabası, sizi tembel veya yetisiz gösteriyor olabilir. Anlıyorum. Bari saygılı olun.
Diyeceklerim bu kadar. Yazıma göndereceğiniz sarı torba fotoğraflarını ve içinde bolca terörist geçen yorumlarınızı mutlaka bekliyorum. Oturduğu yerden zehir saçan vekiller, sizleri de terekenizi bir gözden geçirmeye davet ediyorum.
Saygılarımla,