Baba evini terk

Sokakların baba evinden daha emniyetli olduğunun teminatını verebilmek için sokakları hiç tanımamış olmak lazımdır.

Hüseyin Akın yazdı;

Çok tartışıldı ve eleştirildi. Bir gazetenin kadın yazarı sözüm ona evin ve ailenin kadınlar için güvensizliğinden dem vurarak genç kızları baba evini terk etmeye çağırıyor. Aslında kadına şiddet gibi haklı bir gerekçeden yola çıkarak ortaya konulan tepki ve öfke bir anda mecrasından çıkarak acımasız bir genellemeye dönüşüveriyor. Yani yazar leğendeki kirli suyla beraber bebeği de dışarı fırlatmakta hiç tereddüt etmiyor. Bir problemi başka bir problemle aşmaya çalışmak nasıl bir mantıktır? Sokakların baba evinden daha emniyetli olduğunun teminatını verebilmek için sokakları hiç tanımamış olmak lazımdır. Evlerimizdeki hayat duru ya da bulanık şekilde kapılardan dışarıya aktığı gibi yine dışarıdan (sokak, cadde, çarşı, pazar) evlerimize doğru büyük bir tazyikle akmaktadır. Dışarıdaki aktif zaman evlerdeki durağan ya da ağır aksak zamanı hâkimiyeti altına almaktadır. Anlayacağınız, durum kaçmakla kurtulunacak kadar basit değil. Nurdan Gürbilek’in İkinci Hayat kitabında ifade ettiği gibi: “Evin tekinsiz olduğunu kabul edelim, hayaletlerle yüzleşelim, ama hayaletlerin musallat olduğu canlıların başlarını sokacak bir çatıları olduğundan da emin olalım.”

KADINLARA KIYMAYIN EFENDİLER

Nazım Hikmet’in Bulutlar Adam Öldürmesin şiirini oldum olası severim. İçimden havalanan kuşlar tekrar uçtukları yere geri dönerler. Bir de bu şiiri Edip Akbayram’ın dilinden şarkı olarak dinlerseniz eğer nerede hiddet ve şiddet varsa önünde siper olmak istersiniz. Kadına şiddet, çocuğa şiddet, ihtiyara şiddet toplumun sinir sistemini darmadağın eder. Hele kadınların ve çocukların âhı anında gök kubbeyi titretir. Hiddet şiddetin habercisidir. Ülkemizde kadınlara karşı yakınları tarafından uygulanan şiddetin temelinde yeterince insan olamamak yatmaktadır. Anlayışsız ve marazi mizacına dinsel kılıf bulmaya çalışan kişiler bile o kadar çok ki. Oturup konuşmak, anlamak, empati kurmak, dinlemek gibi bir sürü iletişim basamağı varken şiddete başvurmak, daha da vahimi bunu temel hakkı gibi görmek tek kelimeyle insani, dini ve ahlaki bir sapmadır. Fasit zihniyetten sahih anlayışa dönmemiz şarttır. Bunun yolu toplumsal irade ve vicdan eğitiminden geçer. Hayvanların bile eğitilebilir olduğu bir dünyada bazı insanların hâlâ insaf, izan ve de vicdan yoksunu olmaları ne gariptir. Polisiye tedbirlerden ziyade aile eğitimi, ev okulu sistemiyle ya da kitle iletişim aygıtlarında aile bireylerini bilinçlendirme yoluyla kadına şiddetin önüne geçilebilir. İlk başta şiddete giden yolları bertaraf ederek maşeri bir bilinç oluşturabiliriz.

“Analardır adam eden adamı

Aydınlıklardır önümüzde gider.

Sizi de bir ana doğurmadı mı?

Analara kıymayın efendiler.

Bulutlar adam öldürmesin

Gelinler aynada saçını tarar,

Aynanın içinde birini arar.

Elbet böyle sizi de aradılar.

Gelinlere kıymayın efendiler.

Bulutlar adam öldürmesin.”

SİNOP’A NAZAR DEĞDİ

Sinop’a nazar değdi. Bakışın kırmızısı değmiş olmalı ona. Gözleri mavi olan bir şehri birdenbire kımızı görünce herkes gibi ben de şaşırdım. Medeni ve formel ilişkilerin en ideal biçimde yaşandığı bir şehir olarak tanıyoruz biz Sinop’u. Oralı olduğum ve orada doğduğum için söylediğim sanılmasın bunu. Gerçekten de dışarıdan gelen biri olarak şehirde iki tur attığınızda bu özgün tarafı görmekte zorlanmazsınız. “Mutlu şehir” şu günlerde pandemi ile en üst seviyede baş etmeye çalışıyor. Bakıştan bakışa bulaşıyor gibi bu illet. Sadece dokunmanız değil sanırsınız yakından göz kontağı kurmanız da bu virüsü yayıyor. Kim demiş “kırmızı sana çok yakışıyor” diye, sen mavinin ve yeşilin buluşma noktasısın sevgili Sinop. Lütfen kendine dikkat et.