Tarih: 12.02.2021 13:39

Bab’ Aziz (Bab,I)

Facebook Twitter Linked-in

2006 da İstanbul film festivalinde Baba Aziz filminin yönetmeni Tunuslu yönetmen Nacer Khemir kendi filmi hakkında şöyle bir açıklama yapmıştır. ‘’Bu film ile aslında İslam’ın Batı tarafından sunulan yüzünü değil, bilinmeyen, es geçilen ve unutturulan yüzünü göstermeye çalıştım. Diyerekten filmin amacını açıklamaya çalışmış. Film şu şekilde başlıyor:

Uçsuz bucaksız bir evreni andırırcasına dingin bir fonu andırır kızıl sahra… Bu devasa kumların batnında yerden bir nebatat gibi kızıl kumları yara yara filizlenip açılır küçük İştar. Diğer taraftan ihtiyar cübbesiyle kumlara batmış Abdal baba, Baba Aziz silkinir sahra kumlarından. Baba aziz ve torunu İştar buluşup her otuz yılda bir yapılan dost meclisinin muhabbet mektebinin peşine düşerler bu bilinmez uçsuz bucaksız çölde. Kumlardaki ayak izleri saman yolunda iz bırakırcasına gök kubbede onları bir kutlu sevdanın peşinden sürükler…

Az giderler uz giderler gece basar çölün kuru soğuğu İştar’ı üşütür. İştar: Baba Aziz sen konuşunca soğuk az oluyor der. Baba Azizin nefesi kuru çöl soğuğundan İştar’ın ruhunu ısıtacak yegâne sığınak olur. Baba Aziz, İştar’a: sana bir hikâye anlatıyım o zaman der. Baba Aziz kucağında bir ceylanın başını okşayarak başlar anlatmaya. Evel zaman içinde kalbur saman içinde aynen bunun gibi bir çöl varmış der, Baba Aziz kendi zatında insanın hikâyesini okur gibi başlar gaip bir şehzadenin hikayesini okumaya…

Zamanın birinde yaverleriyle birlikte çıktığı çöl seyahatinde çadırını çölde kurmuş olan bir genç şehzade eğlencenin rehavetin tam da orta yerinde atının çadırdan uzaklaştığını sezer. Çadırda düzenlenen eğlenceyi yara yara çadırın dışına çıkar. Peşine düşmek isterken ürkek bir ceylanın birden çadırın kapısından uzaklaştığını görür. Genç şehzade çölde ceylanın peşine düşer bir daha da çadıra dönmez. Günler aylar birbirini kovalar ama şehzadeyi ne gören olur ne bilen. Ve günün birinde şehzadenin şehrine bir haberci gelir halkına şehzadeden haber getirir. Şehzadeyi soran halkına gelin siz kendiniz görün şehzadenin halini der. Halkı giderler genç şehzadeyi bir su gölcüğünün başında dizüstü çökmüş yansımasına dalıp izler bulurlar. Fakat onu geri getirmezler. Başında bir derviş bulunur şehzadenin ve onu almaya gelenlere, bırakın onunun ruhunu uyandırmayın o şimdi kendi ruhunu izliyor yansımasını değil der.

Baba azizin kucağındaki ceylan varlıklar âlemine teslimiyet diliyle bağlı dilsiz her bir cana, varlığa atıftır. Aynı dava peşinde koşan aynı uğurda aynı malike can veren mağara ehlinden bir Kıtmir. Hiranın eşiğini ibrişim dokur gibi usul usul dokuyan bir örümcek, göklerin kapısında bir güvercin… Minberinde son peygamberin, inim inim inleyen bağrı yanık bir kütük, kutsi bir taş ve taşlar… Öyle taşlar ki yarıldığı zaman ab-ı hayat fışkıran, çatladığı zaman nehirler akıtan ve dağıldıkları zaman haşyetle dağın başından yere dağılan taşlar…

Şehzade baba Azizin şahsında insanın ta kendisidir. Serap gibi peşinden sürüklediği ürkek ceylan masumiyetin aşkın albenisidir, başında beklediği su kendi ruhunu seyre daldığı gerçek alemdir. Baba Aziz’in ama hali can gözünün madde âlemine kapalılığı, gönül gözünün mana âlemine açık olma halidir. Suda daldığı aldatıcı sureti değil kendi öz cevheridir.

Devamı >>>

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —