Azınlık psikolojisine teslim olan çoğunluk

LEVENT GÜLTEKİN- 23.07.2018

Azınlık psikolojisine teslim olan çoğunluk

Hangi şartlarda seçime gittiğimiz herkesin malumu.

Toplumun bir yarısı mevcut iktidarı desteklerken bütün olumsuz şartlara rağmen diğer yarısı da karşı olduğunu beyan etti.

Hatta bütün baskılara, yaratılan korkulara rağmen bu kararını değiştirmedi.

Resmi sonuçlara göre Erdoğan 24 Haziran seçimlerini yüzde 2´lik bir farkla kazandı.

24 Haziran´daki seçim ülkeyi yönetecek bir iktidar seçimi değildi.

Toplumun bütününün yaşamını etkileyecek bir rejim değişikliğinin yürürlüğe girip girmeyeceğinin belirleneceği bir seçimdi.

Ülkeyi yönetmek üzere iktidar olmak için bir oy farkın bile bir anlamı var elbette.

Fakat dediğim gibi mesele rejim değiştirmek, devleti yeniden dizayn etmek olduğunda toplumun bütününün görüşü, yaklaşımı önem kazanıyor.

Barış içinde, huzurlu bir yaşam için, refah düzeyi yüksek bir ülke olmak için bu yaklaşımla hareket edilmeli.

Toplumun bir yarısının mutsuz olduğu, kendini değersiz hissettiği ülkeler gelişemiyorlar, büyüyemiyorlar, refaha kavuşamıyorlar. Çünkü bütün enerjilerini birbirleri ile mücadeleye harcıyorlar.

Kaldı ki anayasa yapım veyahut rejim değiştirme konu olduğunda sayıya ya da orana bakılmaz.

Toplumun en küçük biriminden en büyük kesimine kadar her bir bireyin fikri yaklaşımı, önerisi, görüşü değerlidir. Çünkü anayasalar o ülkede yaşayan toplumun yaşam sözleşmesidir.

İşte bir arada yaşam sözleşmesi dediğimiz anayasa uzlaşmayla değil de bir kesimin dayatması ile yapılırsa çatışma, kavga, kargaşa o ülkeden eksik olmaz, olmuyor.

Neyse asıl mesele bu değil. Dikkat çekmek istediğim başka bir konu var.

Seçimden sonra mevcut iktidara oy vermeyen, rejim değişikliğini onaylamayan muhalif kesiminde oluşan azınlık psikolojisi.

Bütün baskılara, antidemokratik seçim şartlarına rağmen iktidarın politikalarına karşı olduğunu gösteren bir yüzde 50 var ülkede.

Fakat bu insanlar yüzde 50 gibi değil yüzde 3´lük, 5´lik bir azınlık psikolojisiyle hareket ediyorlar.

Mevcut iktidara muhalif toplum kesiminde bu psikolojinin oluşmasının iki nedeni var.

Birincisi: Muhalefet partilerinin seçim sürecinde ve seçimden sonra yaptığı stratejik hatalar.

?Adam kazandı? cümlesi ile başlayan ?10 milyon oy fark var ne yapalım yani? ardından ?İkinci tura kalsaydık bile kazanamazdık? cümleleri ile devam eden düşüncesizce edilmiş sözler, seçim gecesi ve sonrasında bütün muhalefet partilerinin ortadan kaybolması veyahut kendi dertlerine düşmeleri toplumda?biz azınlığız yapacağımız bir şey yok´ duygusunun pekişmesine neden oldu.

Esasında sahipsizlik ve ne yapacağını bilememe duygusunun yarattığı bir psikoloji bu.

Yüzde 50 gibi devasa büyüklükte bir toplum kesiminin azınlık psikolojisine teslim olması hakikaten de anlaşılır gibi değil.

Muhalefet partileri, beceriksizlikleri ile bu yüzde 50´nin büyüklüğünü, direncini, heyecanını, kararlılığını, iktidara gösteremedi veyahut yansıtamadı.

Azınlık psikolojisinin oluşmasının bir diğer nedeni ise kutuplaşmanın yarattığı etkiyle toplumun kimlik, inanç, ideoloji yani mahalle kültürüne teslim olması.

Ne demek istiyorum?

Açıklayayım.

Mesele AK Parti´nin ya da Erdoğan´ın iktidar olma meselesi değil.

Hatta mesele kimin iktidar olup olmaması meselesi de değil.

Tartışma konusu ülkenin nasıl bir şekil alacağı meselesi.

Yani demokrasi, eşitlik, hukuk, özgürlük, liyakat, saygınlık, dürüstlük ve inancın devlet ve siyaset işlerinde kullanılmasının önüne geçen, inanç özgürlüğünü de teminat altına alan laiklik.

Bu değerleri benimsemiş, bu değerlerle şekil almış bir ülke olup olmayacağımızın meselesi.

İktidar bu değerleri hiçe sayan bir yaklaşımla yeni bir rejim inşa ediyor.

Buna karşı ya da bunun taraftarı olma meselesi.

Hal böyleyken seçim sonuçları bize gösterdi ki iktidarın yaklaşımlarına bütün baskılara rağmen karşı olan bir yüzde 50 var.

Kanaatime göre AK Parti´ye oy veren seçmenler arasında da bu değerlerle yönetilen bir ülke olma arzusu taşıyan büyük bir kitle var. Mesela AK Parti´ye oy veren seçmenlerin yüzde 84´ü laiklik ilkesinin anayasada korunmasını istiyor.

Yukarıda saydığım evrensel değerleri esas aldığımızda toplum olarak elbette çoğunluktayız.

Hatta yüzde 50´nin bile üzerinde.

Fakat bu değerleri değil de kimliklerimizi, ideolojilerimizi, mezheplerimizi, inançlarımızı, partilerimizi masaya sürdüğümüzde bir anda küçük parçalara dönüşüp azınlık haline geliyoruz.

Mesela kendimizi bu değerleri paylaşan toplum kesiminin yani ülkenin bir parçası değil de Atatürkçülerin bir parçası görüyorsak azınlık hissediyoruz.

Ya da bu değerleri savunan kesimin bir parçası değil de Alevilerin bir parçası görüyorsak azınlık hissediyoruz.

Ya da kendimizi Türkiye´nin değil de Kürtlerin, solcuların ya da dindarların bir parçası hissediyorsak azınlık psikolojisine düşmek kaçınılmaz hale geliyor.

Herkesin eşit, özgür olduğu, liyakatin esas alındığı yargının bağımsız olduğu, dürüstlüğün, saygınlığın, nezaketin egemen olduğu demokratik bir ülke isteyenler sanılandan daha fazla.

İktidar çeşitli manevralarla bu çoğunluğu etkisiz kılmayı, göstermeyi başarıyor.

Şundan emin olmalıyız ki bu değerleri esas alan bir ülke isteyenler olarak azınlıkta değiliz.

İktidar, üç beş ideolojik fanatiğin itirazı gibi gösterse de sandık sonuçları da bize gösteriyor ki gidişata itiraz edenler olarak en azından bu ülkenin yarısıyız.

Bu bilinçle, bu duyguyla bu özgüvenle hareket etmeliyiz.

Değerlerimizden, doğrularımızı savunmaktan, ülkemizi yaşanabilir yapma çabamızdan da bu arzumuzdan da vazgeçemeyiz.

Diğer taraftan AK Partililerin de dikkat etmesi gereken bir şey var.

Millet, toplum demek sadece AK Parti seçmenleri değil, ülkenin bütünü demektir.

Hiçbir iktidar ben yaptım oldu mantığı ile bir ülkeye huzur, barış refah getiremez.

Dünyada da bunun örneği yok.

Toplumun bir kesimini korkutur, sessizliğe mahkum eder ama yenemez, bitiremez.

Uzlaşmadan kaçarak baskıyla, tehditle toplumun bir kesimini sindirerek sadece o insanların ülkenin gelişimine katkı sunmasının önünü tıkar.

Neticede ülke kaybeder.

Yukarıda da söylediğim gibi bir yarısı mutsuz olan bir ülke refaha, huzura, barışa kavuşamaz.

Ne bu değerleri savunan yüzde 50 bu ülkeden buharlaşıp yok olacak veyahut değerlerinden vazgeçecek ne de öteki yüzde 50 bunları yenerek bir zafer elde edebilecek.

Birinin diğerini yenmesi, yok etmesi, ülkeden sürmesi imkansız olduğuna göre uzlaşmaktan başka seçenek yok.

Aksi taktirde herkes için yaşanmaz hale gelen ülkede berbat hayatlar sürmeye devam edeceğiz.

Daha iyi bir ülke, daha iyi bir yaşam istiyorsak umutsuzluğa, karamsarlığa, çaresizliğe kapılmaya yer yok.