Tarih: 08.12.2021 12:04

Avrupa ve Fransa demokrasisi İslamofobi girdabında

Facebook Twitter Linked-in

Yönetim modeli olarak insanlığın ortak aklıyla keşfedilip geliştirilmiş olan demokrasinin bütün iyi yanlarına karşılık çok büyük handikapları da var. Bu handikaplarından biri popülist söylem ve politikalar üzerinden pay kapma ihtimalinin ayartıcı cazibesinin fazla olması ve bu cazibeye kapılarak demokrasinin bütün erdemli müktesebatını boşa çıkarabilmesidir. Özellikle beceriksiz, ufuksuz siyasetçilerin en ucuz yatırım alanı olarak gördükleri bu popülist söylemler üzerinden kitlelere hitap etmeleri ve kitlelerle bir anlaşma zemini bulabilmelerinin yolu gereğinden fazla açık.

DEMOKRASİDE POPÜLİZMİN AYARTICI CAZİBESİ

Boş vaatlerle, hiçbir gerçekçiliği olmayan komplo teorileriyle gerçekleri tersyüz ederek nefrete, kine, kışkırtıcılığa oynamanın her zaman belli bir müşteri kitlesi var maalesef. Demokrasinin bu tür söylemlerle maruz kaldığı tehditler, demokrasiye doğrudan düşman, harici tehditlerden çok daha ağır olabiliyor ki bugün Avrupa demokrasisinin maruz kaldığı tehditler de bu türden.

Avrupa’da İslamofobik söylemler veya mülteci karşıtlığı ile seçim süreçleri arasında çok doğrusal bir ilişki oluyor bu yüzden. Seçimlere doğru gittikçe politikacıların en çok başvurduğu söylemler İslam düşmanlığı oluyor.

FRANSA’DA İSLAMOFOBİ VİRÜSÜ, AŞAĞIDAN YUKARIYA DOĞRU

Fransa’da şu anda bir seçim süreci yaşanıyor ve bu esnada İslam’a yönelik nefret söylemlerinde de ciddi bir artış bekleniyor. Cumhurbaşkanı adayı Eric Zemmour’un ırkçı söylemleri “Seçilirsem Muhammed ismini yasaklayacağım” şeklinde bir vaade bile dönüşebiliyor. Ülkede Müslümanları doğrudan hedef göstermek, fişlemek ve onlara karşı yasal ayırımcılıkları akla getirmek bile önerilebiliyor. Aşırı sağcı bir internet sitesinin, Müslümanları ve “İslamo-solcu” olarak nitelediği 300’den fazla kişiyi fişlediği yazıldı geçtiğimiz günlerde.

Fransa İslam düşmanlığını artık o kadar da gizlemeye ihtiyaç bile hissetmiyor. Bazı ırkçı, aşırı sağcı siyasetçilerin ilk etapta aşırı gibi görünen söylemleri bir süre sonra toplumda kabul görmeye başlıyor. Çünkü aşırı-sağcı söylemler bir kez telaffuz edilmeye başlayınca, bunun önünde de ilkesel veya yasal bir engel oluşmayınca herkesin pay kapmaya çalıştığı bir siyasal kazanç pastası gibi algılanmaya başlıyor ve bir süre sonra normale dönüyor. Böylece faşizmin dalga dalga yayılıp bütün toplumu kapladığı bir toplumsal olay yaşanmış oluyor.

Nitekim, Anayasa Konseyi’nin Ağustos ayında onayladığı ayrılıkçı yasanın yürürlüğe girmesiyle, devlet de ülkedeki Müslümanların hayatına rahatça müdahale edebilmeyi yasallaştırmış da oluyor.

“Cumhuriyet Değerlerine Saygıyı Güçlendiren Prensipler” adını taşıyan yasa kapsamında, birçok dernek ve cami kapatıldı, başörtülü kadınlar ile yayınevleri hedef alındı. İçişleri Bakanlığı’nca son bir yılda 89 camiden 30’a yakının kapatıldığı adeta “terörle başarılı mücadele” performansının heyecanıyla duyuruldu. Şimdi 6 caminin daha kapatılması için işlemler başlatılmış durumda. Bu adımların hepsi sadece İslam’a saldırılar değil, aslında Fransa’nın demokrasi, insan hakları, laiklik gibi değerleri adına intiharından başka bir anlam ifade etmiyor.

DEMOKRASİNİN BAZI TEDBİRLERE İHTİYACI VAR

Fransa Avrupa’da demokrasinin, Aydınlanma’nın, bilimselliğin, Cumhuriyetin, insan haklarının, dolayısıyla bütün Avrupa değerlerinin beşiği. Bütün nesiller katı bir “okul” süreci ile aydınlanmadan geçirilmişken bu noktaya kadar gerilemiş olmasının nedenleri çok da olabilir, ama öncelikle doğrudan demokrasinin riskleri veya sıkıntıları başlığı altında da ele alınmalıdır.

Bu konuda karşı karşıya olduğumuz sorun aslında demokrasinin insan hakları ve dini özgürlükler konusunda sınırlarının tam çizilememesidir. Burada Müslüman yerine Yahudi ismi konulduğunda Fransa’nın bambaşka bir yüzü çıkıyor ortaya. Anti-semitik imaların bile suç kapsamına alındığı bir ortamda hiç kimse Yahudilere yönelik bir nefret söylemine başvurmadığı gibi Yahudilik her tür eleştiriden bile muaf tutulabiliyor. Elbette İslam’ın veya Müslümanların eleştiriden muaf tutulması gibi bir talebi olamaz kimsenin ama kin, nefret söylemlerine ve tabii ki ayırımcı uygulamalara karşı korunması hususu mutlaka düşünülmesi gerekiyor. Aksi takdirde olan sadece Müslümanlara olmuyor, bizzat Fransa’ya, Avrupa’ya, demokrasiye oluyor.

TÜRKİYE’DE İSLAMOFOBİ FRANSA’DAN MI İTHAL?

Bu konuda Türkiye olarak biz çok daha iyi bir konumda mıyız diye soranları duyar gibiyim. Aslında laikliği ve demokrasiyi Fransa modeli üzerinden almış olan bizler için Fransa’nın durumu hala büyük ibretler üretmektedir.

Bizde de mülteci karşıtlığı olarak başlayan hareketin hangi uçlara kadar gittiği ve oradan da bütün topluma yayılan bir faşizme dönüşüp Türkiye’yi Türkiye yapan bütün değerleri, erdemleri, iyilikleri, müktesebatı kemirip durduğunu ibretle seyretmiyor muyuz?

Mülteci karşıtlığı bir süre sonra Avrupa’nın en İslam düşmanı aşırı sağcılarından daha değme İslamofobik söylemlere cüret oluşturmuyor mu?

Tam o anda ülkemizin bilmeden İslam düşmanlarının işgali altında olduğunu acı acı hissetmez misiniz?




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —