“Çanlar …. için çalıyor” meslektaşlar arasında dalgasını geçtiğimiz klişe bir başlıktır. Ama inanın yazmakta olduğum bu yazıya cuk oturuyor. Yani “bundan daha iyisini bulamazdım” desem yeridir.
Evet bir kısmı Türkiye’de, fakat önemli bir bölümü yurtdışında yaşayan bu hareketle ilişkili olup ondan değişik zamanlarda değişik nedenlerle kopmuş ya da kopmayı düşünen çok kişi son günlerde yoğun bir tartışma ve sorgulama yürütüyor. Gülen’den sonra hareketin yönetimini üstlenmiş kişiler ve onlar adına konuşan çoğu “gazeteci” bazı isimler ise bunlara cevap vermekte hayli zorlanıyor ve eleştiri sahiplerini kısa yoldan “MİT’çi”, “devletin adamı” vb. diye yaftalayarak durumu idare etmeye çalışıyorlar.
Fesih önerisi yaygınlaşıyor
Konuyla ilgili olanlar hatrırlayacaktır: Kendisi de eski bir Fethullahçı olan Prof. Gökhan Bacık’ın 24 Mayıs 2025’te Medyascope’ta çıkan “Devlet, “cemaat”, siyasi çözüm – Bir yol haritası önerisi” başlıklı yazısında, tıpkı PKK gibi Fethullahçı yapılanmanın da kendisini feshetmesini önermişti. Açıkçası bu önerinin bu kadar hızlı ve yaygın bir şekilde bu hareketin gündemini belirlemesini beklemiyordum. Zira eleştiri sahiplerinin çoğu konuyu doğrudan ya da dolaylı bir şekilde “fesih”e getiriyorlar. Özellikle yurtiçindeki on binlerce mağdurun ve yurtdışında yaşayıp ülkeye dönmek isteyenlerin (ve bunların çocuklarının) topluma entegrasyonu için yegane çıkış olarak bunu görüyorlar.
“MİT ile görüşelim önerisi”
Fakat hareketi yöneten kişiler, her şeyin yolunda gittiğini, güzel günlerin çok yakında olduğunu, bu tür çağrıların “şeytanın oyunu” olduğunu söyleyerek bu çağrılara kulak tıkıyorlar. Devletin hareketten bazı isimlere (telefonla) ulaşarak akıllarını çelmeye çalıştıklarını söylüyorlar.
Bu noktada Vuslat Beyoğlu adlı iş insanının şu söylediklerine dikkat çekmek istiyorum:
“Gerçekten insanlar esrarengiz telefonlar alıyor mu bilmiyorum. Umarım alıyordur. Öyle ya da böyle bunu bir iletişim kurma gayreti olarak kabul edebiliriz. Bu noktada, adı lazım değil gibi davranan, halkla ilişkilerini itibar suikastçısı troller aracılığıyla yapan Heyet, bir sözcü seçerek, muhatabın kendileri olduğunu MİT başkanına bildirmeli. Bu sözcü ‘AKP gider abiii gider, seçimle gitmezse gitmek zorunda kalır’ diyen eski gazeteci olmamalı. Her skandalın başkahramanı, adam döven, kampın anahtarına sahip olmayı maddi manevi güce tevil etmiş kişi de olmamalı.”
Beyoğlu sosyal medyadaki paylaşımında sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Heyette hala adının ağırlığı olanlardan biri sözcülük görevini üstlenmeli ve İbrahim Kalın’a şu 2 güvenceyi vermeli:
-Türkiye içinde hiçbir faaliyetimiz yoktur ve olmayacaktır. Türkiye’de sosyal ölüme terk edilmiş insanlar bizim yakınımız, arkadaşımız. Onlara yardım etmek boynumuzun borcu. Bu insanların durumları normalleştirilirse böyle bir mecburiyetimiz de kalmaz.
-Bireysel hak aramak bir insan hakkıdır. Ancak kitlesel olarak Türkiye aleyhine bir lobi faaliyeti yürütmüyoruz. Aksine, bu nitelikli diasporanın Türkiye ile duygusal bağının kopmasından endişe ediyoruz.
Ortak bir bildiri çağrısı
Bu hareketi içeriden ve dışarıdan yakından takip edenler, özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından yaşanan krizinin Gülen’in ölümüyle daha da derinleştiğini, yönetimi üstlenenlerin bu krizle baş etme konusunda son derece yetersiz kaldıklarını; buna karşılık yerlerini ve imtiyazlarını korumak için her yola başvurduklarını ve başvuracaklarını biliyor.
İşte bu nedenle bazı eski Fethullahçılar, “iş başa düştü” diyerek kendi geleceklerini kendileri belirlemenin yollarını arıyor. Örneğin Şeyma Hatice Bozoğlu dün Medyascope’ta yayınlanan yazısında üç gruptan bahsediyor: 1) Hareketten her açıdan kopmuş olanlar; 2) Harekete ve Gülen’e bağlı olup mevcut yöneticilere karşı olanlar; 3) Mevcut yönetim ve onun destekçileri.
Beyoğlu ilk gruba, esas muhatabı devlet olan, ortak bir bildiri kaleme almayı öneriyor:
“Fesih isteme” ilanı, sanıldığı gibi yüksek bariyerli, ağır, dogmatik bir metin olmak zorunda değil. Ana hatları temiz, net ve vicdani bir çerçevede oluşturulmalı. 2016’dan bu yana bu yapıya karşı durmuş, bugün hiçbir şekilde bu yapının parçası olmayan ama yine de etiketlenmekten kurtulamayan bizler, böyle bir fesih ilanıyla “garip” karşılanmayacak, aksine toplumun geniş kesiminde yankı uyandırabilecek bir zemin yaratabiliriz. Bu grup, yani bizler: Ne cemaatin sözcüsü, ne de eski suçların taşıyıcısıyız. Ama artık kendi adımıza konuşmak istiyoruz. Bu adım hem Türkiye kamuoyuna hem de suça bulaşmamış cemaat çevrelerine bir barış ve yüzleşme çağrısı olarak okunabilir. Ve belki de tarihe, ‘barışı isteyenler’, ‘harekete geçenler’, ‘sessiz kalmayanlar’ olarak geçebiliriz.
“Tersine rıza”
Peki Türkiye bütün bunlara hazır mı? Bu konuda kendisi de bir süre hapis yatmış olan eski bir TSK mensubuna sözü bırakmak istiyorum:
“Çözüm süreci, Türkiye’deki (sivil ve suça bulaşmamış) mağdur kitle açısından -velev ki kapsama alınmasalar bile – olumlu etki yapacak.. Bunu bir temenni olarak söylemiyorum.. Akrabalarının büyük çoğunluğu Cumhur İttifakı seçmeni biri olarak görüyorum, gözlemliyorum.. Şimdi kendileri açıyorlar artık konuyu: ‘PKK’lılar bile affedilirken öğretmen ne yapmış?’ diyorlar. Oy tercihlerini değiştirmezler ama ortaya çıkan (10 yıldır belki de ilk defa) bir tersine ‘rıza’ durumu var.. Yurtdışındaki alçaklar bu ‘rıza’yı dağıtmak ve sabote etmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar.”
Fethullahçı hareketi yönetenlerin PKK ile sürdürülen barış sürecinin olumlu etkisinin başka alanlara da, kendilerine de sirayet etmesinden memnun olmayacakları muhakkak ama onlar için tarihin akışını belirleme devri çoktan kapandı; akışı durdurmaya da güçleri yetmeyecektir.
Kaynak: medyascope.tv