Armando Alanis: Gerçek şiir kendi antikorunu üretir

Karar Gazetesi’nden Saliha Sultan; 25 yıl önce başlattığı ‘Şiir Sokakta’ hareketi dünyada yayılan, hareketin 44’üncü ülkesini Türkiye, 9’uncu dilini Türkçe ilan eden Meksikalı şair Armando Alanis ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

Armando Alanis: Gerçek şiir kendi antikorunu üretir

Meksikalı şair Armando Alanis’in, bundan 25 yıl önce ‘Şiirsiz şehir olmaz’ sloganıyla başlattığı ‘Şiir Sokakta’ (Poetic Action) hareketi bugüne kadar dünya çapında 40’tan fazla ülkeye yayıldı. Hareketin 44’üncü ülkesi ise geçtiğimiz günlerde şairin ilk kez ülkemize geldiği ‘Şiir Hatları Treni’ etkinliği sayesinde Türkiye oldu. ‘Şiir Sokakta’ hareketinin 9’ncu dili ise artık Türkçe. Ülkemizde bir hafta geçiren Armando, İstanbul Ankara arasında trende yolculuk yaptı, Türk şiirinin Adnan Özer, Ömer Erdem gibi birçok güçlü şairleriyle tanıştı, sohbet etti. Gazeteci olarak katıldığım etkinlik boyunca Armando’yu kalabalıklardan fırsat bulduğu her an etrafını meraklı gözlerle incelerken gördüm. Sohbet ettiği insan yüzlerine, bulunduğu mekanlara, caddelerin kenarında yükselen yüksek binalarımıza, yolculuk yaptığı trenin penceresinden görünen köy evlerine dikkatlice diktiği gözlerindeki şaşkınlığın dışında en tanıdık olan şey bir şairin şiirini arayan bakışlarıydı. Edebiyatın dünyasında yaşamak işte, dünyanın öbür ucunda da olsa insanı böylesine tanınır kılan bir güç. Üç günlük seyahatimizin sonunda kendisiyle nihayet oturup, KARAR okurlarımız için sohbet etme fırsatı da buldum. Meksika’da şiir hak ettiği yerde mi sorusundan başlayan sohbetimiz şairin hayatını sürdürebilmek için reklam şirketlerine yazdığı şiirsel sloganlara kadar uzandı… Sohbetin sonundaki güzellik ise Armando’nun not defterime teklifsiz yazdığı ‘Lütfen daha fazla aşk’ dizesi oldu. Armando’nun şiiri sokakta olduğu kadar artık benim de evimde, kalbimde.

Armando, 25 yılın sonunda ‘Şiir Sokakta’ hareketinin geldiği noktayı nasıl görüyorsun? Memnun musun? Yayıldığı ülkelerde halkın derinliklerine nüfuz etti mi sence?

1996'da şiirsel bir cümle boyamak için dışarı çıktığım gece gerçekten neye başladığımı bilmiyordum. Gençken, sadece insanları şiirle biraz provoke etmeyi seviyordum. Gerçi hala öyle, yine şiirle provoke etmek amacım. Bu anlamda devam ediyorum yoluma, bu provokasyon neticeye ulaştı mı ulaşmadı mı, açıkçası çok umursamıyorum bu tarafını. Bunu yapmaktan memnunum çünkü. Bu hareket sadece şiiri okumak değil, yazmak, paylaşmak, görünürlük aramak, daha fazla insana ulaştırmak, onu hayatın bir parçası haline getirmek…

Sokaklara yazdığın ‘Şiirsiz şehir olmaz’ gibi dizelerin sosyal medyada da viral olmuş durumda. Sosyal medyayı nasıl karşılıyorsun peki? Bizde sosyal medyada mesela Nazım Hikmet’e ait olmayan bir mısrayı onunmuş gibi paylaşanlar var. Sizde de oluyor mu böyle şeyler?

Sosyal medya ‘Şiir Sokakta’ hareketinin hızla yayılmasına neden olan etkenlerden biri. Biz söylemiş gibi yazan milyonlarca insan var, onlar da bana göre hareketimizin bir parçası. Bununla uğraşmıyorum, bu davranış benim hoşuma da gidiyor, çünkü zaten yapmak isteğim provokasyonun bir parçası bu da bana göre. Sanal duvarlarınızın olması için gerçek duvarlarınız olması gerekir ayrıca. Evet, şairlere ait olmayan şeyler de paylaşılıyor sosyal medyada. Şiirin fenomen olmasını seviyorum. Ama gerçek şiir öyle bir şey ki, her şeyin sonunda yine geriye kalan o oluyor. O yazılanlar birkaç gün içinde eriyip gidiyor çünkü, görebiliyoruz. İnsanlar kendi espri anlayışlarına göre dalga geçiyorlar, ironi yapıyorlar. Normal. Bazen bunları hissedip, anlayan gerçek okuyucularımız da oluyor. Yani o palavraların ayakta kalamadıklarını görüyorum. Gerçek şiir öyle bir şey ki o zaten kendi antikorunu yaratarak kendini korur. Uyduruk olan her şey ise hızlı bir şekilde kaybolur, gerçek şiir ayakta kalır.

20.jpg

Gerçi bu viralleşme şiiri daha görünür kılıyor, böyle bir yanı var. Peki şiirin görünürlüğe ihtiyaca var mı sence?

Evet, bu şiirin daha fazla görünür olduğu düşüncenize kesinlikle katılıyorum size. Şiirin kesinlikle görünürlüğe ihtiyacı var. Fakat sosyal medyada yeni tür bir okuyucu da doğdu, onları da atlamamak lazım. Şiir zaten günlük hayatın bir parçası olmalı. Şiiri biz zaten içimizde yaşıyoruz, onu içimizden çıkarıp görünür kılmalıyız. Bunun önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Pek çok kişiye, ilham veriyor çünkü.

Bir insanın şiir yazması, şair olması bizde ‘küçümsenebiliyor”. Sizin Meksika’da durumlar nasıl? Şiiri sokağa yazman nasıl karşılandı?

21.jpg

Küçük görme diyemem de, umursamazlık var diyebilirim ülkem için. Şiire karşı umursamaz davranıyorlar. Ama bir yandan da çok ciddiye almamak lazım diye düşünüyorum ben de şiiri. İlk başta eleştirilmiştim, bazı şair arkadaşlarım beni hala eleştiriyor. “Şiiri sokağa yazmak ne, şiiri ucuzlatıyorsun” gibi sözlerle eleştiriyorlar. Grafiti yapanlar da beni eleştiriyor, onlar da “Bizim alanımızı işgal ediyorsun” diye kızıyorlar. Ama bu eleştiriler hiç umurumda değil. Benim inancım ve sloganım ‘Seni mutlu eden şeyleri paylaş’.

EN ÇOK SAHTE HABER YAYIMLANAN İLK İKİ ÜLKE TÜRKİYE VE MEKSİKA

Hem entelijansiya ile hem de sokak sanatçılarıyla kavga ediyorsun yani. Bizde, en çok yeni bir yola çıkanların ve yalnız kalanların kullandığı “Ne İsa’ya yaranabildim, ne Musa’ya” diye bir ifade vardır.

Çok güzel bir ifadeymiş. Tam tamına söylediğiniz gibi, ben de ülkemde iki dünya arasında mücadele veriyor, yapmak istediğimi yapıyorum. İki kültür arasında böyle bir benzerlik var demek ki... Size bir şey söyleyeyim, Türkiye’ye ilk kez geleceğim için gelmeden önce biraz araştırma yaptım, insanlarla konuştum. Dünyada en çok sahte haber yayımlanan ülkelerde ilk sırada Türkiye’ymiş. Bilin bakalım ikinci sırada hangi ülke var? İkinci sırada benim ülkem Meksika var. Bunu tam da Türkiye’ye gelmeden önce duydum ve ‘İşte tam yerine gidiyorum’ dedim.

Benziyormuş iki ülkenin kültür iklimindeki tartışmalar. Bu eleştirilere cevabın ne peki?

Beni şiirden uzaklaşıyor diye eleştirenler oldu. Ama ben ne yapmaya çalıştıysam hep şiirle yapmaya çalıştım. İlk başlarda hep Octavia Paz’ın şiirlerini duvarlara yazdım mesela. Şu an, yani bugüne geldiğimizde duvar şiirlerini yazanların çoğu şair bile değil, ama onlar bu sayede biraz şiirle tanıştılar ve şiiri anlamaya başladılar. En önemli yanı ise duygularını çok başka kelimelerle diğerlerine aktarabileceklerini, başka insanlarla bu yolla empati yapabileceklerini öğrendiler. Türk şairler de Şiir Hatları Treni etkinliğinde de tam da bu konuları konuştular. Onlar da benzer şeyler söylediler, şiirin empati için önemli olduğunu söylediler. Benim hareketimin de amacı bu, şiiri ‘basitleştirmek,’ sokağa indirmek bu empati yeteneğinin gelişmesine çok büyük katkı sağladı.

22.jpg

Edebiyatın iyileştirici gücüne herkesin ihtiyacı var ayrıca…

Evet, kesinlikle, herkesin ihtiyacı var. Octavia Paz mesela Nobel ödüllü bir şair, onun dizelerini herkese ulaştırmayı ben kendime misyon edinmiştim bir dönem. Bunun dışında insanların duygularını çok basit cümlelerle, kendilerince şiirsel olan birkaç kelimeyle aktarması çok önemli bir şey. Bu bir iletişim zaferi aslında. Bu fikri şuradan değerlendiriyorum, bana mesela son yıllarda reklam metni için gelen profesyonel reklam ajansları hep şiirsel slogan istediler. Bu istekler bana bu fikrimin doğru olduğunu ispatlıyor.

‘SLOGANLA ŞİİR KARDEŞTİR’

Yazdınız mı peki reklamlar için sloganlar?

Elbette. Pizza markası, festivaller, kadına şiddete karşı kurumsal bir firmalar, bir boya fabrikasına, restoranlar zincirlerine, birçok markaya sloganlar yazdım. Son dönemde geçineceğim parayı bu yolla kazandım, iyi de para veriyorlar.

Bizde ‘solcu şairlerin hepsi reklamcı oldu’ muhabbeti vardır. Biraz eleştirilir bu durum.

Eleştirilebiliyor evet. Şöyle, ben ders de veriyorum bir üniversitede, öğrencilerime zaten hep şunu söylerim: “Sloganla şiir kardeştir”. Bazıları bunun barbarca bir söylem olduğunu söylüyor. Ama bana göre böyle, çok az kelimeyle çok şey ifade ediyorsun çünkü.

Etkinlikteki atölye çalışmanızda pandemi döneminde şiir üzerine biraz daha fazla düşünme fırsatı bulduğunuzu söylediniz. Pandemi sürecinde şiirin insanlarda iyileştirici bir etkisi oldu mu?

Kesinlikle öyle oldu. Bence edebiyat ve şiir olmasa o korkular arasında deliye dönebilirdik. Sadece şiir ve edebiyat demeyelim hatta, sanat olmasaydı, sinema, müzik olmasaydı pandeminin özellikle ilk dönemini nasıl atlatabilirdik bilmiyorum, kafayı sıyırabilirdik. Ben pandemi ile ilgili kitap da yazdım, ‘Yeni Bir Soluklanma Üzerine Denemeler’ adı. Çünkü pandemide bir defa zaman mefhumu değişti ilk olarak pek çok insanda. Ben mesela hiç çocuklarımın videosunu o kadar çok çekmemiştim. Köpeğimin videosunu ne kadar çok çektiğimi sonradan fark ettim. Şiir bana eşlik etti o zorlu günlerde. Hem yazan biri hem de okuyucu olarak. Kesinlikle şiir okumadan önce ve şiir okuduktan sonra çok farklı iki insan oluyoruz çünkü, şiirin çok büyük bir gücü var.

‘YAZDIĞIMIZ DİZELER SEKİZ KELİMEYİ AŞMIYOR’

Yazılarını duvara düz yazıyorsun, hiç süslemek falan gibi bir derdin yok. Neden?

Yazılarımı dümdüz yazıyorum, hareketin her üyesine de bunu söylüyorum. Bu bizim en önemli kuralımız, çünkü görüntüye değil, anlama önem vermemiz gerekiyor. Ve mutlaka beyaz fona siyah mürekkeple yazıyoruz. Harf büyüklüğü de belli bir kural. Ayrıca sekiz kelimeyi de asla geçmeyecek. Çünkü bir araba 100 kilometre ile giderken en fazla sekiz kelime okunabiliyor.

Sokakta duvara şiir yazarken ilginç olaylarla karşılaştığın oluyor mu?

Geçen yıl bir yerde duvar boyamaya gitmiştim. Sokaktan yaşlı bir adam geçiyordu, bana “Sen duvara şiir yazan adam değil misin?” dedi. Sonra “Sana bir şey söylesem onu da yazar mısın?” dedi. Olur dedim, yazdım. Yazmamı istediği şey ‘Sensiz sabahı olmayan bir geceyim’ diyordu. Muhteşem bir dizeydi. Şiir işte tam da bu. Bir matbaacı da benden matbaasının üzerine yazı yazmamı istedi. Meğer eşi Kovid’den vefat etmiş. Onun duvarına ‘Sen benim kalbimde basılısın’ yazdım. Etkileyiciydi.

23.jpg

‘İNSANLAR EMPATİ KURSUN DİYE DUVARLARA YAZIYORUM’

Armando, İstanbul’un bir duvarına şiir yazsan ne yazardın?

Yaşadığım şehir Monterrey’de şehrin başladığı bir bina var, bir köşe orası. Oraya ‘Monterrey mısraları bitmeyen bir şiirdir aynı sokakları gibi’ yazmıştım. İstanbul’a da Monterrey’deki dizeleri yazmak isterdim herhalde. İstanbul’da bir şiir, aynı sokakları gibi. İstanbul kolay bir yer değil ayrıca, Bizans, Roma, Osmanlı izleri var bu şehirde. Ben yazacağım yeri seçerken, etrafındaki objeleri, hikayeleri çok önemsiyorum. Orada bir ağaç mı var, bina mı var? Hastane varsa hastaların ruhuna ulaşacak şeyler yazmayı, okul varsa onun ruhuna uygun şeyleri yazmayı seviyorum. Yazdığım sokakta ünlü biri yaşadıysa onla ilgili yazmayı seviyorum. Çünkü bu yaptığım şey tamamen empati kurmak, kurdurmakla ilgili.

 

Devamı >>>