Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Arafat’tan Hamas’a: Filistin Meselesinin Batılı Müttefikler Arasındaki Yeni Bölünmesi – Türkiye Neden Siyonizme Karşı Küresel Bir Propaganda Üretemiyor?

Hayati Esen yazdı;

Arafat’tan Hamas’a: Filistin Meselesinin Batılı Müttefikler Arasındaki Yeni Bölünmesi – Türkiye Neden Siyonizme Karşı Küresel Bir Propaganda Üretemiyor?

Son gelişmelerle birlikte Hamas’ın kaderi bir kez daha şekilleniyor. İran’ın etki alanından çıkarılarak Batı ittifakının kucağına itilen Hamas, barış sürecinin en çarpıcı sonuçlarından birini temsil ediyor. Gazze’nin korunması ve yönetimi artık Batı’nın bölgedeki üç kilit müttefiki — Türkiye, Mısır ve Katar — tarafından üstlenilmiş durumda. Masada ne İran var, ne Rusya, ne de Çin. Bu tablo, yıllar önce Yaser Arafat’ın yaşadığı dönüşümü hatırlatıyor. Soğuk Savaş’ın bitişiyle Sovyet etkisinin azaldığı dönemde Filistin meselesi, Batı ve müttefikleri arasında içsel bir denge oyununa dönüşmüştü. Şimdi aynı hikâye, farklı aktörlerle yeniden sahnede. Hamas, İran’ı bölgeden uzaklaştırmak için bir araca dönüştü ve bu yönüyle FKÖ’nün tarihsel trajedisini tekrarlıyor.

Peki, bundan sonra ne olacak? Hamas, Batı’nın muhatap aldığı, sisteme entegre edilen bir örgütlenme olarak kendini tasfiye edip yeni bir kimliğe mi bürünecek? Yoksa Filistin meselesinin aktörleri tümüyle değişecek mi? Mevcut tablo, Filistinlilerin yeni bir siyasal hareket ortaya koymasının zorlaştığı bir döneme işaret ediyor. Bu süreçte FKÖ’nün kendi kimliğini ve kadrolarını yeniden yapılandırarak Hamas’ı da içine alan, Batı ile uyumlu birleşik bir yapıya dönüşmesi olası görünüyor. Böyle bir dönüşüm, siyasal olarak birleşik bir Filistin devletinin tanınması açısından kritik bir dönüm noktası olabilir. Ancak İsrail buna razı olur mu?

Filistin’in siyasal olarak ikiye bölünmüş olması, İsrail’in kırk yıldır titizlikle sürdürdüğü stratejinin bir parçasıydı. Bu bölünmüşlük, Tel Aviv’in uluslararası arenada her türlü propaganda aracını kullanarak beslediği bir zemin oluşturdu. Şimdi bu denge değişmek üzere. Çünkü birleşik bir Filistin hareketi, İsrail’in “kontrollü kaos” stratejisini işlevsiz hale gelmesidir.

İsrail’in bundan sonraki hamlesi, bu süreci kendi lehine nasıl yöneteceği olacak. Çin, Rusya ve Hindistan’la kurabileceği yeni ilişkiler üzerinden Batı’nın kendisine uyguladığı siyasi ve diplomatik baskıyı kırma arayışına girmesi beklenebilir. Özellikle Çin’le kurulacak ittifaklar, bölgesel denklemi daha da karmaşık hale getirebilir. Zira 17 Ekim’den bu yana İsrail, hem bölgede hem Batı blokunda artan bir güvensizlikle karşı karşıya. Batı, birleşik bir Filistin yapısını yalnızca “barış” adına değil, Çin’in yükselen etkisine karşı bir bariyer olarak da görmekte. Bu strateji, Arap dünyasını Pekin’in nüfuzuna kaptırmamak için geliştiriliyor. Dolayısıyla İsrail’in kazandığı her mevzi, aynı zamanda Batı’nın küresel satranç tahtasında Çin’e karşı kaybettiği bir alan anlamına gelecektir.

Ancak tablo bu kadar basit değil. İran’ı dışlamış bir bölge, İsrail için kısa vadede kazanç gibi görünse de uzun vadede istikrarsız bir denklem yaratıyor. Suriye ve Irak sahasında Türkiye’nin artan etkisi, bu denklemi derinden değiştiriyor. Türkiye, sessiz fakat kararlı biçimde, eşitlikçi diplomasi ve pragmatik ittifaklar kurarak bölgesel oyun kurucu konumunu güçlendiriyor.

İsrail’in Siyonizmi, Türkiye’yi bölgesel sahada rahatlıkla işlem görebilecek “hastalıklı bir ideoloji” olarak görüyor. Gazze’de yaşananlar da bu algının en çıplak biçimiyle ortaya çıkışını gösterdi. Dünya kamuoyu artık Siyonist düşüncenin tehlikesini, propaganda gücünün yıkıcılığını ve sürdürülemezliğini gördü. Belki henüz realpolitik düzlemde tam karşılığını bulmadı ama hafızalara kazındı; İsrail karşıtı yeni bir bilinç dalgası oluştu.

Türkiye Neden Siyonizme Karşı Küresel Bir Propaganda Üretemiyor?

Türkiye’nin askeri, siyasi ve ekonomik kapasitesi arttıkça, bölgedeki Siyonist etkinin törpüleneceği aşikâr. Ancak bu güç artışı, küresel ölçekte karşılık bulmuyor. Türkiye sahada kazandığı meşruiyeti, fikir düzleminde örgütlü bir etkiye dönüştüremiyor. Bu noktada sorulması gereken temel soru şu: Neden Türkiye, Siyonizmin küresel düzeyde ürettiği algıya karşı entelektüel, diplomatik ve akademik bir mücadele başlatamıyor?

Bu sorunun cevabı üç başlıkta toplanabilir: askeri kapasite, ekonomik kırılganlık ve entelektüel yetersizlik.

Birincisi, Türkiye hâlâ bölgesel bir güç olmaktan öteye geçebilmiş değil. Askerî varlığı caydırıcı, ancak belirleyici değil. Küresel ölçekte bir propaganda savaşını yönetmek için sadece askerî değil, aynı zamanda kültürel ve diplomatik bir derinlik gerekir. İsrail’in bu alandaki üstünlüğü tam da burada yatıyor: savaşını sadece cephede değil, medyada, akademide, kültürde ve dinde yürütüyor.
Türkiye ise bu çok katmanlı savaş alanında, hâlâ devlet refleksiyle hareket ediyor. Bürokratik söylem, ideolojik esneklikten yoksun. Böyle olunca da uluslararası kamuoyuna seslenecek güçlü bir sivil ve entelektüel dil geliştirilemiyor.

İkincisi, ekonomik bağımlılıklar Türkiye’nin manevra alanını daraltıyor. Finansal sistemin Batı merkezli yapısı içinde hareket eden bir ülke, Siyonizmin finansal uzantılarına doğrudan meydan okuyamaz. Ekonomik kırılganlık, dış politika vizyonunu gölgede bırakıyor. Bu nedenle Türkiye’nin Siyonizme karşı alabileceği her sert pozisyon, diplomatik düzeyde değil, ancak insani vicdan düzleminde kalıyor.
Türkiye’nin bugün yürüttüğü diplomasi “tepkisel”, oysa Siyonist propaganda “yapısal”dır. Birincisi olaylara karşı konuşur, ikincisi olayları üretir. Türkiye hâlâ birincisinde, İsrail ise çoktan ikincisinde.

Üçüncüsü — ve en önemlisi — entelektüel sessizlik. Türkiye’nin en büyük zafiyeti burada yatıyor. Akademi, düşünce kuruluşları ve entelektüel çevreler, Siyonizmi teorik olarak analiz edip ifşa edecek bir epistemik zemin üretemiyor. Kavramlar, literatür ve uluslararası referans alanı hâlâ Batı merkezli.
Bugün Türkiye’de herhangi bir üniversitenin Siyonizm, Batı medyası ve uluslararası güç ilişkileri üzerine kapsamlı bir rapor yayımladığını gördük mü? Hayır. Bu konuda bir “akademik politika” bile yok.
Harvard’ın rektörünü istifa ettiren küresel akademik baskı atmosferinde, Türk üniversitelerinin sessizliği yalnızca bir bilimsel eksiklik değil; stratejik bir zaaf. Çünkü artık savaşlar tanklarla değil, “anlam inşasıyla” kazanılıyor.

Türkiye’nin bu anlam savaşında neden etkisiz kaldığını anlamak için şunu görmek gerekir: Batı, Siyonizmi sadece bir ideoloji olarak değil, bir anlatı biçimi olarak örgütledi. Bu anlatı, ahlaki meşruiyet üretme kabiliyetine sahip. “Mağduriyet”, “tarihsel acı” ve “güvenlik hakkı” kavramlarıyla örülmüş bu söylem, uluslararası hukuk ve medya dilinin içine yerleşti. Türkiye’nin buna karşı söyleyeceği şeyler var; ama bunları “dünya diliyle” ifade edecek entelektüel altyapısı yok.

 Türkiye’nin Siyonizme karşı küresel bir lobi yürütememesinin nedeni yalnızca dış baskılar değil, kendi içindeki kurumsal ve zihinsel tutukluktur. Savaşın alanı artık Gazze değil, bilgi ve temsil alanıdır. Bu alanı kim doldurursa, gerçeği de o tanımlar.
Türkiye, bu alanı doldurmakta gecikiyor.

 

Kaynak: konuyorum.com



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER