Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Anormalin Normalleşmesi

Kamil Ergenç Yazdı;

Anormalin Normalleşmesi

Anlaşılan o ki yeni küresel gerçeklik (ne kadar süreceğini kestirmek zor olsa da) “anormalin normalleşmesi” olarak şekilleniyor. Emperyalistlerarası paylaşım savaşının ikincisi büyük bir yıkıma yol açmıştı. Savaş sonrası ihdas edilen düzen, Avrupa’nın ABD tarafından himaye edilmesini ve Sovyet nüfuz alanlarının belirlenmesini sağladı. Buna göre Mısır-Suriye-Irak-Libya-Cezayir gibi ülkeler Sovyetler Birliği’ne bırakıldı. Ancak soğuk savaşın sonuna doğru Mısır, 1990’ların başında Irak, arkasından Cezayir ve Balkanlar Sovyet nüfuzundan kurtarıldı! 2000’lerde ise Libya ve Suriye! BU kurtarma operasyonları kapitalizmin (şirketokrasi kültürü eşliğinde) ilgili ülkelere dayatılmasıyla eş zamanlı yürütüldü.

Türkiye 1952’de (Sovyet tehdidiyle ) NATO’ya dahil olduğu için zaten koruma altına(!) alınmış, 1970-1980 arası düşük yoğunluklu bir iç savaşla nitelikli insan gücünün hatırı sayılır kısmını kaybetmiş, kalanlarını 12 eylül imha rejimine kurban vererek vasatın altına itilmiş, 1980 sonrasında “açık pazar” haline getirilmiş, 1990’lı yıllarda mafyatik-paramiliter yapılar eliyle kriminalize ve terörize edilerek enerjisi soğurulmuş, 2000’lerde ise şirketokrasi kültürüne angaje olarak Türkistan ve Ortadoğu havzasının rol modeli olmuştu. Gelinen noktada bu örnekliğin Azerbaycan, Irak ve Suriye’de meyvelerini verdiği söylenebilir. 

1. Dünya savaşı sonrası ihdas edilen dünya düzeninin çatısı yavaş yavaş çöküyor. Yeni bir paylaşım savaşının hibrit versiyonlarına tanıklık ediyoruz. Adına ister tek kutuplu dünyanın çöküşü ister modern/post-modern paradigmanın felsefi-entelektüel bunalımı isterse de turbo-kapitalizm esinli şirketokrasi kültürünün dayattığı yeni gerçeklik diyelim… Yaklaşık dört asırdır egemenliğini sürdüren Avrupamerkezci bilgi-fikir-yorum sistemi yeni normalini oluşturuyor ve dayatıyor. Velev ki bu normal dünyanın geri kalanını imha etme pahasına da olsa… Seçenek az… Ya bu yeni normalle uyumlu-uzlaşmacı bir tutum takın/ıl/acak ya da benzerine Ortadoğu’da-Ukrayna’da-Kuzey Afrika’da rastladığımız “yaratıcı kaos” a teslim olunacak. Her iki durumda da sonuç büyük bir çöküş… Pagan geleneğin esnek doğasından istifadeyle kapitalizmi massedip yeni bir muhtevayla sunan Çin’in yükselişine bel bağlayanlar ziyadesiyle yanılıyor… Japon modernleşmesini Doğu’ya örnek gösterenlerin yanıldığı gibi…

Bir de üçüncü yol var… Anti-kolonyalist/anti-emperyalist/anti-siyonist ortak cephenin inşa ve ikamesine dönük örgütlü/sistematik/uzun erimli mücadeleyi öneren … “Beyaz adamın” dünyanın başına bela ettiği sömürgeci-ırkçı-seküler bilginin gadrine uğrayanların (mustazafların / madunların/ yalınayaklıların/yersizyurtsuzlaştırılanların ) ittifakı… Zor ve zahmetli bir yol bu üçüncüsü… Taliplisi oldukça az… Aksa Tufanı bu cephenin öncü kuvveti olarak “anormalin rutinleşmesine” karşı görkemli bir itiraz dili-söylemi-eylemi geliştirdi. Sömürgeci mevcudiyetin istiskal edici doğasına karşı yüksek düzeyli bir farkındalık inşasına omuz verdi. Yemen’in ve Lübnan’ın yalınayaklıları hemen iştirak etti bu itiraza… Ancak ödenen bedelin ağırlığı direnişin yalnızlığa terk edilmesine neden oldu. Lakin açtığı çığır, zihinsel istimlake maruz kalanlar için hem bugün hem de yarın aydınlatıcı bir mahiyet arz ediyor. Harami düzeninin iştirakçilerine bundan sonra rahat uyku yok…    

Yeni normalin (yani anormalliğin) dayattığı gerçekliğin etkisi Avrupa’da ve onun periferisindeki ülkelerde (örneğin Türkiye’de) hemen hissedildi. II.Dünya savaşından bu yana Amerikan güvenlik şemsiyesinin sağladığı konforun tadını çıkaran Avrupa, Trumpizmin ultra-paraperest/ultra-oportünist/ultra-pragmatik  tutumu karşısında yeni alternatifler arıyor. Anglosakson geleneğin ana omurgasını temsil eden İngiltere, ABD‘den bağımsız ya da daha az bağımlı “yeni Avrupa’nın” Türkiyesiz tahayyül edil/e/meyeceğini ima ederek, güçlü sömürgecilik tecrübesinden gelen ayartıcılığını kullanıyor.

Yarım asırdan fazladır AB kapısında bekleyen Türkiye için bulunmaz bir fırsat! Osmanlı’dan miras alınan “Doğu’ya sırtını Batı’ya yüzünü dön” stratejisi bu fırsatın kaçırılmaması gerektiğini salık veriyor… Yaklaşık iki asırdır jeo-politik konumunun avantajını kullanarak (yani Ortodoks doğu Hıristiyanlığıyla protestan Batı Hıristiyanlığı arasındaki gerilimi kullanarak) güç toplamaya çalışan Türkiye, ABD-Rusya yakınlaşmasına ayarlı yeni normalin yaratacağı jeopolitik basıncı AB’ye yaklaşarak absorbe edebilir mi? Göreceğiz…   Frankafon modernleşmenin temsilcisi CHP’nin tasfiyesine giden yolun köşe taşları döşenirken, Anglosakson muhafazakarlık bize özgü “yeni normal” olarak öne çıkıyor. 

İttihat Terakki çizgisinin muhafazakar-milliyetçi-komitacı-muhaberatçı kodları Türkiye’ye mahsus “yeni normalin” inşasında kolaylık sağlıyor. Jakoben-üsttenci-elitist kodlarına muhafazakarlık gömleği giydirilerek reorganize edilen Kemalizm aracılığıyla CHP tasfiye edilmeye çalışılıyor. Anglosakson muhafazakar geleneği temsil ettiği için bugünün iktidar elitleri tarafından referans alınan II. Abdülhamit’in mirası tebcil edilirken, radikal modernleşmeden yana olan (Kemalizmin esin kaynağı) Frankafon II.Mahmut çizgisi saf dışı bırakılmaya çalışılıyor.

Küresel ölçekte Trump’ın temsil ettiği “norm yıkıcı” yaklaşım klonlanarak Türkiye de dahil bir çok ülkeye ihraç ediliyor. Bu koşullarda Türkiye siyasetinin Trump’un klonlanmış versiyonları etrafında kümelenmesi ise kesif bir kokuşmuşluğa işaret ediyor. Türkiye toplumunun vülger siyasi dile/ tutuma/tarza mahkum olması orta ve uzun vadede büyük bir niteliksizlikle iç içe/yan yana yaşayacağımız anlamına geliyor.

Konforlu geleceklerini toplumsal bünyenin gerginliği/ kutuplaşması/ayrışması/çatışması üzerine bina eden politik figürler eliyle sistematik nitelik kırımına maruz kalan Türkiye, kendisine dayatılan bölgesel ve küresel gerçekliğin mahiyetini ve keyfiyetini fark edemiyor.  Bu farkındalık yoksu(n/l)luğu epistemolojik bağımsızlık savaşının başla/tıl/masını güçleştiriyor hatta imkansızlaştırıyor.

I.Cihan Harbi sonrasını ebedi şef Mustafa Kemal, II. Cihan Harbi sonrasını milli şef İsmet İnönü ile karşılayan Türkiye, III.Cihan Harbi’nin hibrit örneklerine tanık olduğumuz bugünlerde, Osmanlı’nın tarihsel misyonunu (yeniden canlandırarak) Ortadoğu’yu dizayn etmek isteyen küresel sistemin “özel katkısıyla” yeni bir şeflik modeline doğru emin adımlarla ilerliyor. Bu modelin (sömürgeci-siyonist-evanjelist ittifakın Suriye’den sonraki hedefi) İran’ a yönelik gerçekleştirilmesi planlanan çok yönlü çok boyutlu saldırılar için ne kadar etkili olacağını söylemeye (herhalde) gerek yok. Yeni normal, hem yerelde hem de küre ölçeğinde toplumsal duyarlılığın değil turbo-kapitalist şirketokrasi kültürünün belirleyici ve tayin edici olduğu bir gerçeklik dayatıyor. Bu gerçekliğin burjuva-protestan-evanjelist kültür kodlarıyla içiçeliği görmezden gelinemez. 

 

Kaynak: farklı Bakış

 

 



Anahtar Kelimeler: Anormalin Normalleşmesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER