Tarih: 09.11.2021 13:20

Anayasal Eşitlik ve Laiklik İlişkisi

Facebook Twitter Linked-in

Gelecek haftanın başında, nasip kısmet olursa ve herhangi bir engel çıkmazsa, “eski” vatan Hollanda’ya gidiyorum ve bir ay kadar kalacağım. Hem ziyaret hem de ticaret yapacağım. Akademisyenin ticareti bilimsel bir çalışma yapmaktır. Bir ay süreyle Erasmus Üniversitesi’nin kütüphanesinde “Hollanda’nın demokrasi tecrübesi”ni araştıracağım. Bu konuda yazılmış kitapları karıştıracağım, konunun ehli olan kişilerle konuşacağım.

Tam hazırlıklara başlamışken, bir süredir kendisiyle tartıştığımız Mümtaz’er Türköne’nin “Şeriat ve Laiklik Arasında Sıkışanlar” adlı bu haftaki yazısını gördüm. Türköne anayasanın 10. maddesi üzerinde bir uzlaşma teklifinde bulunuyor. Maddeyi tekrar hatırlatayım: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”

Çoğu anayasalarda bu tür maddelere rastlıyoruz. Hollanda anayasasının ilk maddesi de böyle bir içeriğe sahiptir. “Hollanda’da bulunan herkes, eşit durumlarda eşit muamele görürler. Din, hayat görüşü, politik eğilim, ırk, cinsiyet veya her ne sebeple olursa olsun, ayrımcılığa izin verilmez.”

Her iki anayasada da tasvir edilen bu ilkeye “anayasal eşitlik” diyebiliriz. Hollanda’nın ilk anayasası 1814 yılında yazılmıştır. Anayasa Fransız modelini esas almıştır. Çünkü tam da Fransızların Hollanda’yı işgal ettikleri bir tarihte gündeme gelmiştir. Kısa bir süre yürürlükte kalmış olsa da, bu anayasayla Hollanda’da hukuk devletinin temelleri atılmıştır. İlk kez, Hollanda eyaletlerinin anayasal birliği ile birlikte temel din, toplanma ve basın özgürlükleri oluşturulmuş ve ayrıca kuvvetler ayrılığı ve bir çeşit oy hakkı da düzenlenmiştir. Bugünkü Hollanda anayasası, o zaman “Hollanda/Nederland Birleşik Krallığı” olarak adlandırılan yapının ortaya çıktığı 1815 tarihinden kalmadır. Doğal olarak zaman içinde de pek çok değişikliğe uğramıştır.

Hem Türkiye hem de Hollanda anayasasında “herkesin kanun önünde eşitliği” vurgulanmaktadır. Buradaki “herkes” nasıl anlaşılmalıdır? Anayasalar genel ilkeler koyarlar, ancak bu genel ilkelerin her zaman istisnaları vardır. Burada aslında “herkes”le “vatandaşlar” kastedilmektedir. Çünkü ulus-devlet kendi vatandaşlarıyla yabacılar arasında bir ayrım yapar. Nitekim yabancılar için “yabancılar yasası” vardır. Yabancı, “vatandaş olmayan herkes”tir. Demek ki anayasal eşitlik, mutlak bir eşitlik değildir.

Yine her iki anayasada da vatandaşlar arasında ayrımcılığa izin verilmeyeceği yazmakta ve hangi temelde ayrımcılığın olamayacağı tek tek sayılmaktadır. Din de bu temellerden birisidir. Ne var ki söz konusu temellerde ayrımcılığın yapılmayacağı da genel ve teorik bir ilkedir. Hollanda’da yüzyıllarca Katolikler ayrımcılığa uğramış ve devlet, daha çok Protestanların yanında yer almıştır. Taradığım kitaplar arasında “Katoliklerin emansipasyon” hikâyesini anlatan bir kitaba da rastladım ve bu hikâyeyi, Hollanda’da kaldığım yıllarda defalarca dinlemiştim. Yine Türkiye’de Alevi ve Sünniler ne kadar eşittir, bu soru her zaman sorulabilir. Bu iki mesele sadece pratik bir mesele değildir, anayasa ve yasalarda da karşılığı olan bir şeydir. Hollanda’da doğrudan ayrımcılık kastı olmamakla birlikte, belirli yasa ve uygulamaların ayrımcılıkla sonuçlanan etkileri “kurumsal ayrımcılık” olarak kavramsallaştırılmıştır. Bugün kurumsal ayrımcılık Avrupa’da Müslüman vatandaşların da karşılaştığı ciddi bir sorundur.

Ayrıca bir türlü sağlanamayan eşitlik, cinsiyet eşitliğidir. Hollanda’da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana emansipasyon politikası uygulanmasına rağmen kadınlar hala yüksek pozisyonlara gelememektedirler. Türkiye, bu noktada uzun zaman bir kadın politikasına sahip olamamıştır. En son İstanbul Sözleşmesi’ni ise eline yüzüne bulaştırmıştır.

Son bir nokta, Hollanda’da eşitliğin anlaşılma biçimi. Bu ülkenin Anayasası eşitlik demiyor, “eşit koşullarda eşit muamele”den bahsediyor. Bu bana “adalet”in tanımı gibi geliyor. Adalet eşitliği içerir ama eşit olmayan durumlarda da motamot bir eşitliği öngörmez. Hakkı olana hakkını verir. Mesela her öğrenci vatandaş olduğu halde burs alamaz. Burs, dezavantajlı konumda olanları desteklemek için konulmuş bir düzenleme ve haktır. Bir başka örnek: Diploma ve iş deneyimi farklı olan kişiler söz konusu olduğunda, hangisi uygunsa o işe alınır.

Bu küçük değinilerden sonra şimdi esas noktaya geliyorum. Türköne, anayasal eşitlik konusunda bir soru soruyor: “O zaman İslâmcılara sorulacak en sade soru şu: Anayasamızın 10. Maddesini Şeriat’e uygun bulur musunuz? Bu prensibe uyan bir devletten razı olur musunuz?” Anayasanın 10. Maddesinde dile getirilen ilkeyi de laikliğin gereği ve ifade biçimi olarak görüyor.

Ben de tam olarak bu noktaya gelmek istiyordum. O zaman benim de Türköne bazı sorularım olacak:

Anayasal eşitlik, “HUKUK” önünde herkesi eşit kılıyor. Peki, bu hangi hukuk ya da kimin hukuku? Hukuku, toplumsal güç dengelerinden bağımsız görebilir miyiz? Hukuk, bir toplumun tarihsel ve kültürel şartlarıyla iç içe değil midir? Hukuk, din ve dünya görüşünden ne kadar bağımsız olabilir? Daha somutlaştıralım: Müslüman bir toplumda hukuk Müslümanların oluşturduğu bir hukuk ise, bunu başka dinden insanlara olduğu gibi uygulamak ne kadar adil bir davranıştır? Ya da seküler Batı toplumlarının hukukunu, bugün başka toplumlara taşımak ve uygulamak ne kadar makul bir tavır olur?

Bu sorulara cevap arayan ve samimi olan bir kimse, özellikle hukuk felsefesindeki tartışmaları da bilen bir kimse bize şunu diyemez: Hukuk, evrenseldir ve herkesi tatmin eder. Nerede ve nasıl yapıldığı önemli değildir!

Daha önceki yazılarımda ısrarla “laiklik” yerine “çoğulculuk” ilkesini savunduğumu belirttim. Şimdi bunun hukukla da bağlantısını kurmak istiyorum. Eğer bir toplumda farklı dinden ve kültürden insanlar yaşıyorsa, yani toplum çoğul bir karaktere sahipse, bu gruplara belirli güç dengelerinin ya da tarihsel-kültürel şartların ürünü olan hukuku uygulamak dayatmadan başka bir şey değildir. Toplum çoğulcu ise, siyaset de çoğulcu olmak zorundadır. Hatta toplum çoğulcu ise hukuk da çoğulcu olmak zorundadır. Devlet, böyle bir toplumda belirli bir grubun hukukunu değil, her grubun hukukunu kabul etmeli ve “hukuk grupları” karşısında nötral/yansız olmalıdır. İşte, çoğulculuktan kastettiğim budur.

Elbette bu görüşe karşı çıkanlar olacaktır. Doğrusu Türköne’nin cevaplarını ve argümanlarını da merak etmiyor değilim. Hukukun çoğulluğu hakkında Ali Bulaç’ın da söylemek istedikleri olacağını düşünüyorum. Ben şahsen çok kültürlülüğün ve çok dinliliğin hukuku da kapsayacak şekilde genişletilmesinden yanayım. Bu görüş, bugünkü parametrelerin sorgulanması ve pek çok şeyin yeniden düşünülmesini gerektirmektedir.

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —