Tarih: 08.12.2022 14:54

Anayasa Yapmak

Facebook Twitter Linked-in

Türkçe kullanımı yerleşmiş bulunan Anayasa (Constitution) sözcüğünün hukuk alanında bir bilim dalı konumu kazanması uzun bir süreç içinde mümkün olabilmiştir. Hâlâ önemini koruduğu söylenebilecek olan “Ordinaryüs Profesör” Dr. Ali Fuat Başgil, daha 1960 yılında yazdığı değerli eserine “Esas Teşkilat Hukuku” başlığını koymuş ve “Türkiye Siyasi Rejimi ve Anayasa Prensipleri” alt başlığıyla yayınlamıştı. Bir süre bir Vakıf Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Hukuk Felsefesi, Hukuk Sosyolojisi, Hukuk Başlangıcı, Hukuk Metodolojisi ve Fikri Hukuk dersleri verdiğim sırada, Anayasa Hukuku dersine giren bir öğretim görevlisine Başgil ve eserinden söz ettiğimde hiçbir bilgisinin olmadığını görünce derin bir şaşkınlık yaşamıştım. Üstelik öğretim görevlisi İstanbul Hukuk mezunuydu ve Başgil’in kürsüsünde yetişmiş Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya’nın adını neyse ki duymuştu. Doğal olarak Burhan Kuzu’yu biliyordu, çünkü dersine gelmişti.

Genel olarak, Anayasa Hukuku’nun konularının kökenleri içinde İngiltere’de kral ile Parlamento arasındaki çekişmede kralın iktidarını kurala bağlayarak sınırlandırma girişimine dayanan 1215 tarihli Magna Carta (Büyük Şart/Sözleşme) belgesinin belirleyiciliği vurgulanır. Ancak bu belge önemli sayılsa da, en azından Batı düşüncesi ve kamu hukuku bakımından bu alanda Aristoteles’in (M.Ö. 384-322) Atinalıların Devleti (çev. Furkan Akderin, Alfa Yayınları, İstanbul 2005) adlı eserinin önemi bugün daha açık bir şekilde değerlendirilebilmektedir. Çünkü Aristoteles’in adı geçen eseri ancak 1891 yılında Londra’daki bir papirüs üzerinde keşfedilebilmiştir.

Bizde Anayasa Hukuku’nun bilim dalı olarak ortaya çıkışında ve gelişiminde, padişah/sultan ile Ayan arasında iktidar, yetki, görev ve sorumluluk gibi sorunları konu edinen Sened-i İttifak (1815) hareket noktası alınmıştır. Genel İslam Hukuku bağlamında Hz. Peygamber ile bazı kabileler arasında aktedilen ve “Medine Sözleşmesi” şeklinde adlandırılan “muahede”nin Anayasal bir nitelik taşıdığı da ileri sürülmüştür bazı araştırmacılar ve yazarlar tarafından. Mesela Muhammet Hamidullah akla gelenlerin başında yer alır.

Hukuki usule göre resmi kayıt altına alınarak meşruiyeti genel bir anlam kazanan ilk Anayasa olma niteliği taşıyan belge 1876 (1293) tarihli “Kanuni Esasi”dir. 1908 yılında yapılan ihtilal ile değişikliğe uğrayacak olan bu belge 1921’de yeniden düzenlenecek, yeni bir Anayasa ise 1924 tarihinde yürürlüğe konulacaktır. Bir takım değişiklikler yapılsa da söz konusu Anayasa tam olarak yürürlükten kaldırılarak 1961 tarihinde geniş kapsamlı, yeni kural ve kurumlar getiren yeni bir Anayasa ortaya konulacaktır. Kısaca ’61 Anayasası olarak adlandırılacaktır.

’61 Anayasası üzerinde 1971 Askeri Muhtırası’yla bir takım değişiklikler yapılacak ve 1980 Askeri Darbesi’yle tamamen ortadan kaldırılacaktır. Böylece oluşturulan Danışma Meclisi tarafından hazırlanan yeni bir Anayasa, halkoyuna sunulmak suretiyle ’81 Anayasası yürürlüğe girecektir. Ne var ki, söz konusu ’81 Anayasası’na karşı eleştiriler, başta siyaset yapıcılar ve oyuncuları olmak üzere, uzmanların, aydınların ve kamuoyunun eleştirilerinden bir türlü kurtulamayacaktır. Özellikle siyasi iktidarlar tarafından, yamalı bohçaya dönüştürülecek biçimde çeşitli değişikliklere uğrayacak, ama bir türlü iki yakası bir araya gelemeyecek bir metin haline dönüştürülecektir. Bu türden değişikliklerin, yeni kural ve kurumların eklenip çıkartıldığı, parçalı, yamalı, belli ölçüde kendi içinde bile herhangi bir tutarlılık ve uyumdan yoksun bir metin 2017 yılından beri, zoraki nitelikte bir Anayasa kimliği kazanmış haliyle uygulanmasını sürdürmektedir. Anayasa’nın bir hukuk bilim dalı olarak varlık nedenini oluşturan temel insan hak ve özgürlükleri, Devlet olarak tanımlanan hukuki varlığın teşkilatlanma, yetkiyle donatılma, görev ve sorumluluklarının açıkça belirlenme gibi konuları, adeta “yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya taşıma” mantığına dayalı bir niteliğe dönüştürüldüğü bir noktaya ulaşılmıştır.

Yeni bir Anayasa yapmak gerekliliğin ötesinde acil bir zorunluluk düzeyine ulaşmış değil midir? Belki, Altılı Masa olarak adlandırılan hareketin çabasını bir olumlu adım saymak değerli olabilir (mi?).




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —