Tarih: 06.10.2022 12:21

Amerika kahroluyor mu?

Facebook Twitter Linked-in

Dünyada adının önüne en çok ‘Kahrolsun’ ibaresi eklenen sözcük herhalde ‘Amerika’ sözcüğüdür. Amerika herkesin malumu olduğu üzere bir ülke, bir birleşik devletler ülkesi... Ama bunun ötesinde nefret edilen pek çok şeyi muhtevası içine toplayan bir simge... Gerçekten yüksek sesle söylendiği kadar nefret ediyor muyuz Amerika’dan? Küresel yaygınlıkta bir öykünmenin de adresi çünkü aynı Amerika. Kendi kendine oluşmuş şeyler değil elbette bu yönelimler... Amerika her an her yerde kendini gözümüze sokan bir medyatik ağa sahip ve her türlü iletişim imkanı ve kanalıyla kendini, kaba gücünü, yaşama biçimini, tüketim odaklı alışkanlıklarını, yeryüzündeki her bireyi kendi sömürgesi haline getirmeye odaklanan teknolojisini, incelikten yoksun zevklerini, fotoşoplanmış renklerini, fenomen karakterlerini ve daha birçok şeyini her an her gözümüzü çevirdiğimiz yerde bize dayatıyor. Şu son yüzyılda her yer o kadar Amerika oldu, o kadar çok Amerikan propagandasına maruz kaldık, o kadar çok Amerikan filmi izledik, Amerikanca yapılan o kadar çok şeyi hayatımıza öylece buyur ettik ki, bugün hepimiz bir parça Amerikalı sayılırız. Yine de aklımıza estikçe ‘Kahrolsun Amerika!’ diye söylenebiliyoruz. Üstünde pek duran yok ama dillere pelesenk olan bu iki kelime de muhtemelen büyük Amerika projesinin bir parçası. Son zamanlarda bu iki kelimenin en çok yan yana getirildiği zeminin, dünyanın herhangi bir yerinde tavladığı her yeni kullanıcı ile Amerikan sermayesinin kazancına kazanç ekleyen sosyal medya mecraları olması herhalde bu ihtimali hiç olmadığı kadar güçlendiriyor.

“Keşfettim/ Küçük ruhlarınızdaki büyük Amerika’yı/ Hadi alkışlayın!/ Bu sizin başarınız” diyor ‘Ah’lar Ağacı’nda Didem Madak.

Amerikan Rüyası ideali, geçen yüzyılın ortalarından itibaren ütopik bir iyimserlikle dünyanın içinde bulunduğu büyük tıkanmadan çıkışın bir çaresi olarak dünyanın hemen her yerinde büyük ölçüde kabul gördü, satın alındı. Ancak rüyanın kabusa dönüşmesi için aradan çok zaman geçmesi gerekmedi. Amerika kendi güç ve hüküm-ranlığını büyütmek ve kollamak adına her türlü faullu hareketi caiz kabul eden bir canavara dönüştü kısa zamanda. Geçen yüzyıl Amerika’nın barışı ve özgürlüğü götürmek üzere gittiği coğrafyaları kana bulaması ve sömürecek ne bulduysa sömürerek kaosa terk etmesinin defalarca örneklenmesiyle geçti. Bütün bunların neticesinde dünyanın geri kalanında büyük bir öfke ve nefret birikirken, Amerika’da da dudak uçuklatıcı büyüklükte sermaye birikti. O sermayeler çevresindeki menfaat odaklaşmaları, ince ve örtülü operasyonlarla Amerikan yönetim erki üzerindeki etkisini büyüttü ve nihayet sermaye temel belirleyici haline gelerek Birleşik Devletler’i Amerika Birleşik Şirketleri haline getirdi.

Bugün Amerika zücaciye dükkanına giren fil gibi girdiği her yeri tarumar eden bir güç obezi, gücünü kontrol edemeyen bir savaş makinesi, kandan, gözyaşından, acılardan dolar devşiren gözü dönmüş bir dev kemirgen... Amerikan Rüyası ideali çoktan kimseyi güldürmeyen bir parodiye dönüştü. Normal bir insanın Amerika’da sevecek bir şey bulabilmesi zor. Öte yandan hepimiz bir yanımızla ‘Amerikalı’ kalmaya devam ediyoruz. Ne yaman çelişki değil mi? Belki şunu görmeliyiz; Geçen yüzyılın ortalarından itibaren insanlığı kendine çeken daha çok Amerika Birleşik Devletleri’nin tamamı içten pazarlıkla bir tasarımdan ibaret olan idealleriydi. Bugünse bizi kendine bağımlı kılan ürünleriyle Amerika Birleşik Şirketleri’nin zihinsel tutsaklarıyız.

Evet çok yaman çelişki gerçekten!

“Büyük Amerikan bireyi. Çağlar boyunca özgür düşüncenin sembolü olduğunu düşünüyor. Kendi ayakları üzerinde duruyor, yalnız ve hareketsiz. Hava şartlarına dayanabilse ve yemek yemek zorunda olmasa iyi bir elektrik direği olurdu” diyor ‘Otomatik Piyano’ kitabında Kurt Vonnegut.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —