Tarih: 26.10.2019 07:45

Altan Tan; Muskacı/muskacılar kim, kimler?

Facebook Twitter Linked-in

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu'nun tasfiyesi ve yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş senedidir.

O tarihten bu yana geçen 96 yıldır Lozan'ın bir zafer mi, yoksa hezimet mi olduğunu tartışıyoruz.

Hala bir fikir birliğine varmış değiliz.

Son Suriye operasyonu da öyle.

Her ne hikmetse herkes kazandığını söylüyor.

Eskiler, başı sonu karmakarışık olan ve sonu mutlaka zararla bitecek alış verişlerde anlık, dönemsel kazançları önemsemez ve “Kulak asmayın, bu işin kökü zarar” diyerek konuyu kapatırlardı.

Suriye işinin de biz Türkler, Kürtler, Araplar için kökü zarar.

Kimler için kar olduğu ise bir bahsi diğer.

Kürtçe “Ji ké re  xér be ji, ij mer ne xére” diye bir deyim var. 

Ne kadar doğru bir deyim;

"Kimler için hayırlı ise de, bizler için hayırlı değil!"


Suriye'de, ABD-YPG'nin çekildiği yerlere büyük oranda Baas rejimi ve Rusya yerleşiyor.

AK Parti Hükümeti, kuzey Suriye'de; PKK'nin, ABD'nin açık desteği ile oluşturduğu yapıyı bozduğu için sevinçli.

Biraz geriye gidersek...

Suriye'de iç karışıklıkların başladığı 2011 yılında tüm sınırlarda zaten Suriye rejiminin hakimiyeti vardı.

Rusya'nın Suriye'de bir ağırlığı vardı, ancak bu kadar açık ve bu kadar etkili değildi.

Beşşar Esed ve Tayyip Erdoğan'ın dostlukları en üst seviyede idi.

İki ülkenin bakanlar kurulları birlikte toplantı yapıyorlardı.

Vizeler kaldırılmış, kısa bir müddet sonra gümrük kapılarında Türkiye ve Suriyeli yetkililerin ortak işlemiyle, tek kontrolle geçiş için gün sayılıyordu.

Hükümet 2011 şartlarına dönüldüğü zannıyla, “kaybettiği eşeğini” bulduğu için seviniyor.

Belki de öyle sanıyor!

Halbuki siyasi olarak 2011 şartlarına dönebilmek için halk tabiriyle “uçsak” 5 yıl var. 

Ne 5 yılı, en az 15-20 yıl diyenlerin öngörülerini de yabana atmamak lazım. 

PKK'ye gelince;

Yıllardır önüne koyduğu hedeflerin hiçbiri gerçekleşmedi.

Türkiye'de çözüm sürecini, Suriye'de hayal ettiği “Rojava Devrimi”ne kurban etti.

Kendinden olmayana hayat hakkı tanımayan “Rojava Devrimi” de bizzat bel bağladığı “devrimin” senaristi emperyalistler tarafından kurban ediliyor.

5 bin KDP'li peşmergenin Rojava'ya gelmesine izin vermeyenler ulusal birlik çağrıları yapıyor;

Avrupa'daki KNK acilen Kürt Ulusal Kongresinin toplanmasını istiyor.

Türkiye'ye iltica etmiş 350 bin ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne iltica etmiş 350 bin; toplam 700 bin Suriyeli Kürdün neden “Rojava”ya dönmediği/dönemediği sorusu cevap bekliyor.

Yoksa bunların tamamı korkak ve hain mi?

Dindar bir profesör olduğu için medresesi yıkılarak Kobani’den kovulan Salih Müslim'in öz ağabeyi Mustafa Müslim bile Antep'te yaşıyor.

Uğruna savaştığını söylediği halkının yarısını kaçıran bir siyaset halkına ne gelecek sunabilir?

Bu konuyla ilgili söylenecek çok söz var...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ErdoğanSuriye harekatının kesinlikle Kürtlere karşı olmadığını, sadece PKK-PYD-DEAŞ'lı teröristlere karşı olduğunu söylüyor.

Peki, Suriye'deki Kürtlerin gelecekteki Suriye rejiminde durumları ne olacak?

Yeni Suriye'de Kürtler nasıl bir statüye sahip olacaklar?

Artık uluslararası bir sorun haline gelmiş bulunan Kürt sorununu içerde ve dışarıda, bir bütün olarak ele almadan çözmek, çözebilmek mümkün mü?

Türkiye'de kesintiye uğrayan çözüm süreci için işe nereden ve nasıl başlanmalı, neler yapılmalı?

Bu sorular acilen cevap bekliyor.

Birkaç yıl önce canlı yayınlanan bir TV programında AK Parti Urfa Milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba'ya “Siz AK Parti olarak Suriye'de PKK'ye mi karşısınız, yoksa Kürtlerin bir statü elde etmelerine mi karşısınız? 

Daha açık bir ifade ile PKK dışında Barzani örneği gibi Türkiye'ye dost; sağcı, liberal, demokrat veya İslami bir Kürt yapılanması olsa kabul eder misiniz?” diye sorduğumda “Biz ona da karşıyız” cevabını vermişti.

TBMM'deki bir konuşmamda da belirttiğim gibi “Benim evim yıkılsın, yeter ki Kürdün bir çadırı olmasın” siyaseti nereye varacak?

Bunun için bunca bedel ödemeye gerek var mı, yetmedi mi?

“Çarşı her şeye karşı” misali ona karşı, buna karşı...

Peki, Kürt ne yapsın?

Türkiye'de Türk, Suriye'de Arap, İran'da Pers mi olsun? 

Dilinden, kültüründen, kimliğinden vaz mı geçsin, yoksa ölsün mü? 

Ölümlerden, ölüm beğen!

Emperyalistlerin oyuncağı olarak vuruşup kırılmanın herkes için felaket olduğu apaçık ortada.

Demokratik bir Türkiye, demokratik bir Suriye, demokratik bir Irak, demokratik bir İran niye mümkün olmasın?

Neden bir Ortadoğu Birliği kurulmasın, buna Ermenistan'ın da olduğu Kafkaslar ve Balkanlar da dahil olmasın?

Kimsenin kimseye efendilik etmediği, birlikte kardeşçe eşit ve adil bir dünya kurmak çok mu zor?

En kestirme yolu “Amma uzak ve hayal” diyerek neden uzattıkça, uzatıyoruz?

Uzattıkça her geçen gün daha da perişan oluyoruz.

Bunca can kaybı, heder olan yıllar, tarumar olan, yerle bir edilen şehirler ve trilyonlarca dolarlık kayıptan sonra Türkler, Kürtler ve Araplar için gelinecek yer bu mu olmalıydı?

Evet! 

Yılmaz Erdoğan'ın “Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim” misali;

Hükümet 2011 şartlarına dönebilme ihtimali doğduğu için sevinçli, “zafer kazandım” diyor.

Kürtler ve Suriye halkı için ise bu umut hala çok uzaklarda.

Oğlu her gece altını ıslatan bir kadıncağız bildiği her yolu denedikten sonra da derdine bir çare bulamayınca; son çare olarak bir muskacıya başvurur.

Madrabaz muskacı zavallı kadından yüklüce bir para alarak bir muska yapar ve çocuğun boynuna asmasını söyler.

Muskayı taktığı ilk geceden sonra çocuk bırakın altını ıslatmayı, büyük abdestini de yapmaya başlar.

Bu berbat duruma ancak birkaç gün dayanabilen kadıncağız, koşarak muskacıya gider ve ilk seferin iki misli bir para da uzatarak şöyle der;

Aman hocam bahtına düştüm muskayı iptal et; ben eski hale dönmeye razıyım.


Bizim muskacımız/muskacılarımız kim, kimler?

Anlayana sivrisinek saz...

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —