Tarih: 13.03.2020 12:31

"Allah bu millete bir daha ‘İstiklal Marşı’ yazdırmasın!..."

Facebook Twitter Linked-in

Bu, ümitle yazılır. O zaman düşünün, imanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Şu var ki; İstiklal Marşı’nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır.

Mehmet Akif Ersoy

İstiklal Marşı tarihi bir belgedir

Devletlerin ve milletlerin hayatında millî marşlarının ayrı bir önemi vardır. Bu marşlar ait olduğu milletlerin karakterlerini yansıtır. Milli marşımızın adının ‘İstiklal’ olması oldukça manidardır. 

İstiklal Marşı’nın yazımı; Akif’in bu millete en büyük hizmetlerinden birisidir, diyebiliriz. Bununla birlikte İstiklal Marşı’nın bir ‘marş veya şiir’ olmasının ötesinde derin anlamları vardır: 

Bunların başında İstiklal Marşı’nın ‘tarihi bir belge’ olduğu hususu gelir. Bu yönüyle İstiklal Marşı bir dönemin vesikasıdır adeta.

Ayrıca dünya marşları arasında şiiriyeti en yüksek marştır. Fakat o sadece bir şiir, edebi metin olmayıp; muhtevasıyla beraber manası da son derece önemlidir.

Öyle ki İstiklal Marşı; tarihten silinmek istenen bir milletin nasıl ve hangi değerlerle ayağa kalktığının, küllerinden yeniden nasıl doğduğunun da açık bir nişanesidir.

Aynı şekilde İstiklal Marşı, tek dişi kalmış batı medeniyetine ve sömürgecilik düzenine karşı bir başkaldırı ve meydan okumadır. 

En önemlisi ise; İstiklal Marşı, cumhuriyeti kuran iradenin ne olduğunu bize anlatan önemli bir metindir.

Bugün bu hususun yeniden hatırlanması ve hatırlatılması gerekiyor. 

Özellikle bu durum, günümüzde çokça ihtiyaç hissettiğimiz ‘milli birlik ve beraberlik’ konusunda da çok elzem bir hal almıştır.


İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönem

İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemi hatırlayacak olursak, onun hangi ruhla yazıldığını ve bugün nasıl anlaşılması gerektiğini daha iyi kavrarız aslında.

O sadece bir metin değil, bir dönemin ve de milletin derin ruhunu içinde barındıran önemli bir tutanaktır.

Hatırlayacak olursak; Anadolu’da tüm olumsuzluklara rağmen yeni bir devlet kuruluyordu. Tüm kuşatılmışlığa rağmen bir inanmışlık ve ümit vardı.

O nedenle hem yeni sürecin inşası hem de varlığını devam ettirebilmesi için millete birlik ve beraberlik duygusu aşılayacak, ortak heyecanı ifade edecek bir metne ihtiyaç duyuluyordu. 

7 Kasım 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde: 

‘Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine, Maarif Vekâletinden bildirilmiştir.’ başlıklı bir ilânda, ‘Millî marşın, Maarif Vekâletince kurulan edebi bir heyet tarafından yarışmaya katılan eserler arasından 23 Aralık 1920’de seçileceği; yarışmayı kazanan eserin yazarına 500 lira, bestesi için de 1000 lira nakdi mükâfat verileceği’ duyurulur.

Meclisin aldığı karar doğrultusunda İstiklal Marşı yarışması yurdun dört bir yanına ilan edilir. Anadolu’dan, İstanbul’dan birçok şair yarışmaya katılmak üzere ürünlerini gönderirler.

Böylece Millî Marş yarışmasına 724 şiir katılır, fakat hiçbiri Millî Marş olmaya layık görülmemiştir. 

Ancak Rıza Nur’dan sonra Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi Bey de dahil olmak üzere herkes, neden Mehmet Akif Bey’in bu yarışmaya katılmadığını merak etmektedir.

O nedenle yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay’ı devreye sokarak, Akif’i bu yarışmaya katılması için ikna etmesini isterler.

Bu arada Yunanlılar, İzmir ve Bursa’dan sonra Kütahya ve Eskişehir’i ele geçirerek, Sakarya vadisi boyunca mevzilenmiş, Ankara’yı tehdit etmeye başlar.

Bu durum karşısında Meclis’in Kayseri’ye hatta daha içeride bir yerlere, Sivas ve Malatya gibi şehirlere taşınması bile konuşulmaya başlanmıştır. 

İşte İstiklal Marşı böyle bir dönemde gündemdedir. Halkı Millî Mücadeleye teşvik için Ankara’dan giden TBMM’nin seçtiği İrşad Encümeni üyeleri Anadolu’ya gitmeye başlamıştır.

Bu ortamda askerin moralini yükseltecek Vatan yahut İstiklal Marşı’nın yazılıp bestelenmesini istemişlerdir.

Böyle bir atmosferde Akif’e, İstiklal Marşı yazma teklifi gelmiştir.

Akif’in deyişiyle; 

"O günler ne samimi ne heyecanlı günlerdi. Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yeise düşmedik. Zaten başka türlü çalışabilir miydik? Ne topumuz vardı ne tüfeğimiz… Fakat imanımız çok büyüktü."


Evet, çok büyük imanları, azim ve kararlılıkları vardı onların. Kocaman yürekleri vardı… Bu dava uğruna sahip oldukları her şeyi feda etmeye hazırlardı.

Akif de bu kocaman yürekli inanmış dava adamlarından biriydi. Bu nedenle de Akif, kendi içinde fiili olarak İstiklal Marşı’nı yaşamakta ve yazmaktaydı. Fiili mücadelesiyle o bir İstiklal Marşı'ydı zaten.

Lakin bütün bir toplumun bu ruha ihtiyacı vardı. Zaten ona da; toplumun bu destansı mücadelesinin tarihe geçmesi, bu ruhun yurdun dört bir yanında diri tutulması ve yeşertilmesi gayesiyle İstiklal Marşı yazma teklifi gelmiştir.


İstiklal Marşı ruhu

İyi bilinmektedir ki; Mehmet Akif bu ülkenin İstiklal Marşı yazabilecek tek ruhudur. Böyle bir marşı ondan başkasının yazabilmesi mümkün değildir. 

O nedenledir ki; Milli Marş için açılan yarışmaya yedi yüzden fazla eser müracaat etmiş olmasına rağmen, dereceye layık eser görülmemiştir. 

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Akif’ten bu marşı yazmasını rica etmiş fakat Akif; ‘Para için şiir yazamam’ diyerek geri çevirmiştir.

Birçok hatırı sayılır kişi Akif’in İstiklal Marşı’nı yazması için devreye girmiş ancak Akif bütün ısrarlara rağmen bu teklifi reddetmiştir. 

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi son çare olarak, Akif’in yakın dostlarından Hasan Basri Çantay ile görüşmüş ve Akif’i İstiklal marşı yazdırmaya ikna etme hususunda istişarelerde bulunmuştur.

Hasan Basri Çantay bu durumu şöyle anlatır Akifname adlı eserinde:

"Bir gün Maarif Vekili Hamdullah Suphi beni gördü ve dedi ki;

-Şimdiye kadar 500’den fazla (Akif’inkinden başka 724 olduğunu Eşref Edip Bey yazıyor) marş geldi. Ben hiçbirini beğenmedim. Üstadı ikna edemez msin?

Cevap verdim;

-Akif Bey müsabaka şeklini ve ikramiyeyi kabul etmiyor, eğer buna bir çare ve bir şekil bulursanız yazdırmaya çalışırım.

Düşündü, ‘dur’ dedi, ‘ben kendisine bir tezkire yazayım. Arzusuna tabi olacağımızı bildireyim. Fakat tezkireyi kendisine siz veriniz.’

Ben de muvafık gördüm. Yarım saat sonra şu tezkireyi getirip bana verdi:

‘Pek aziz ve muhterem efendim,

İstiklal Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin talep edilen şiiir vücuda getirmeleri maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asıl endişenizin icap ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve heyecanlandırma vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim, efendim.’

(5 Şubat 1337 (1921), Umur-u Maarif Vekili Hamdullah Suphi)


Neticede; Hamdulah Suphi Bey, Akif’e verilmek üzere yazdığı tezkireyi Hasan Basri Çantay’a verir. 

Ancak Hasan Basri Çantay tatlı bir oyun kurgulamış ve hemen bu tezkireyi Akif’e vermemiştir. Meclis’te Akif’le yan yana geldikleri sırada kurguladığı oyunu usulüne uygun sergilemiş ve Akif’le arasında, onu İstiklal Marşı yazmaya ikna eden önemli bir diyalog geçmiştir.

Hasan Basri Çantay, Akif’in vefatından sonra yazdığı Akifname adlı eserinde bu diyalogu şöyle anlatır: 

"Mecliste Akif’le yan yana oturuyoruz. Çantamdan bir kâğıt parçası çıkardım. Ciddi ve düşünceli bir tavır ile sıranın üstüne kapandım, güya bir şey yazmaya hazırlanmıştım.

Üstad ile konuşuyoruz:

- Ne düşünüyorsun Basri?

- Mani olma, işim var!

- Peki, bir şey mi yazacaksın?

- Evet.

- Ben mani olacaksam kalkayım.

- Hayır, hiç olmazsa ilhamından ruhuma bir şey sıçrar!

- Anlamadım.

- Şiir yazacağım da…

- Ne şiiri?

- Ne şiiri olacak. İstiklal şiiri! Artık onu yazmak bize düştü!

- Gelen şiirler ne olmuş?

- Beğenilmemiş.

- Büyük bir üzüntüyle: ‘Ya!’

- Üstad bu marşı biz yazacağız!

- Yazalım, amma, şartları berbat!

- Hayır, şart filan yok. Siz yazarsanız müsabaka şekli kalkacak.

- Olmaz, kaldırılamaz, ilan edildi.

-Canım, Vekalet buna bir şekil bulacak. Sizin maaşınız yine resmen Mecliste kabul edilecek, güneş varken yıldızı kim arar?

- Peki bir de ikramiye vardı?

- Tabi alacaksınız!

- Vallahi almam!

- Yahu latife ediyorum, onu da bir hayır müessesesine veririz. Siz bunları düşünmeyin!

- Vekalet kabul edecek mi ya?

- Ben Hamdullah Suphi Bey’le görüştüm. Mutabık kaldık. Hatta sizin namınıza söz bile verdim!

- Söz mü verdiniz, söz mü verdiniz?

- Evet!

- Peki, ne yapacağız?

- Yazacağız!

Tekrar tekrar ‘söz verdin mi?’ diye sorduktan ve benden aynı kati cevapları aldıktan sonra, elimdeki kâğıda sarıldı, kalemini eline aldı, benim daldığım suni hayale şimdi gerçekten o dalmıştı.


Evet, Akif kendisine kazansa bile para verilmeyeceği hususuna ikna olunca ancak yazmayı kabul etmiş ve Tacettin Dergâhı’na kapanarak İstiklal Marşı’nı yazmıştır. 

Dergâh, Akif Ankara’ya geldiğinde mesken sorunu olduğundan dolayı bizzat Şeyh (Taceddin Mustafa) tarafından Akif’e tahsis edilmiştir.

İki gün gibi kısa bir sürede yazılan bu Milli Marşı, Akif’ten başkası yazamazdı hiç şüphesiz. İstanbul’da bazı gazeteler manda isterken, Akif’in göğsü Ankara’da yazacağı İstiklal Marşı ile zaten dolu idi.

Büyük sancılar içerisinde o mısralar yazıldı. Adeta yüreğinden kamışla kan çekercesine o mısralar tarihe not düşüldü.

Arkadaşlarının ifadesine göre; sabahleyin uyandıklarında Akif’in kaldığı odasının duvarlarında İstiklal Marşı’nın bir kıtasının yazıldığını görürler:

"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! 
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım."


Bu durum bize her şeyi anlatıyor aslında. Kuşkusuz tırnaklarıyla duvara kazınarak yazılan bir marş ancak bu kadar yürekten olabilirdi.

İşte o, böyle bir halet-i ruhiye içerisinde bir milletin şahlanış destanını yazmıştır. Bütün bir milletin duygularına tercüman olmuştur böylece.

Akif’in yazdığı İstiklal Marşı ilk defa 17 Şubat 1921 tarihinde Sebilürreşad ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde yayınlanmıştır. 


İstiklal Marşı’nın kabulü: 12 Mart 1921

İstiklal Marşı, Meclis kürsüsünde ilk defa 1 Mart 1921 günü Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından okunur; Çantay o günleri anlatırken şöyle der: 

"Mebusların alkışlarından meclisin tavanları sarsılıyordu… Üstad ise mahcubiyetinden, başını kollarının arasına sokmuş, sıranın üstüne yumulmuştu."


Marşın resmi kabulü ise Meclis’in 12 Mart 1337 (1921) tarihli oturumunda gerçekleşmiştir. Akif’in şiirinin İstiklal Marşı olarak kabulüne dair birçok önerge verilmiştir.

En sonunda; ‘bütün meclisin ve halkın beğenisini kazanan Mehmet Akif’in şiirinin tercihen kabulünü teklif eden’ Karesi (Balıkesir) Milletvekili Hasan Basri Bey’in önergesi oylanarak kabul edilmiştir.

Diğer milletvekilleri tarafından ‘milletin ruhuna tercüman olan ve meclisin kabulü ile resmî bir mahiyet kazanan İstiklâl Marşı’nın ayakta dinlenmek üzere, Maarif Vekili tarafından bir defa daha meclis kürsüsünden okunması’ teklif edilmiştir.

Bütün üyeler ayağa kalkarak Hamdullah Suphi Bey’in okuduğu İstiklal Marşı’nı bir kere daha büyük bir coşku ve heyecan içinde dinlemiştir. 

Mustafa Kemal Paşa da marş okunurken sıraların önünde onu ayakta dinlemiş ve mütemadiyen alkışlamıştır. Daha sonraları ise İstiklal Marşı ile ilgili duygu ve düşüncelerini şöyle dile getirecektir:

Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır.

İstiklal Marşı’nda, İstiklal Davamızı anlatması bakımından büyük manası olan mısralar vardır.

Benim en beğendiğim bölümü ise;

‘Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin İstiklal…’


Mecliste bütün bu olaylar yaşanırken Akif ise heyecan ve mahcubiyetinden Meclis’te duramamış, salondan ayrılmıştır. 

İstememesine rağmen muhasebeden çıkışı yapıldığı için ödül olarak verilen beş yüz (500) lirayı, fakir Müslüman kadın ve çocuklarına meslek öğreterek fakirliklerine son verme gayesi ile faaliyet gösteren ‘Daru’l-Mesai’ adlı hayır kuruluşuna bağışlamıştır.

Hâlbuki Akif, İstiklal Marşı’nı kaleme aldığı Ankara günlerinde, oldukça büyük maddî sıkıntılar içindedir.

Öyle ki, İstiklal Marşı’nın okunacağı gün, Meclis’e giderken yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay’ın paltosunu ödünç almıştır. Öyle ki palto alacak parası yoktur.

Böyle olmasına rağmen o, asil duruşunu sürdürmeye devam etmiştir.


Allah bu millete bir daha ‘İstiklal Marşı’ yazdırmasın!

Böylece bir milletin yeniden diriliş ve kendine geliş marşını tarihe mal eden Akif; ‘Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın’ duasında bulunmuştur.

Öyle ki; milletine armağan ettiği bu marşı, yedi eserinden oluşan Safahat adlı külliyatına bile almamıştır.

Bu durumu Eşref Edip’e şöyle anlatır:

"İstiklal Marşı’nı milletime hediye ettim. O milletindir, benimle alakası kesilmiştir. Zaten o milletin öz malı ve eseridir. Ben yalnız gördüğümü yazdım."


Akif, hasta yatağında verdiği bir röportajında da İstiklal Marşı’nı nasıl yazdığı ile alakalı şunları söyler;

"Bu, ümitle yazılır. O zaman düşünün, imanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Şu var ki; İstiklal Marşı’nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır.


İstiklal Marşı milli mutabakat metnimizdir

İstiklal Marşı’nın Türk topraklarının elden gitmemesi ve Misak-ı Milli’nin gerçekleşmesi için yazıldığının altını çizen İsmet Özel de; ‘İstiklal Marşı bizim milli mutabakat metnimizdir’ ifadesi ile taşı gediğine koyar.

Gerçekten de o bir milli mutabakat metnidir. Öyle ki; Sakarya Meydan Muharebesi; ‘verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı’ duygularıyla kazanıldı ve İstiklal Marşı’nın yazılış gayesi de tahakkuk etti böylece.

Akif, İstiklal Marşı ile ilgili yine şunları söyler;

"O şiir, milletin o günkü heyecanının bir kıymetli hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım."


Ancak İstiklal Marşı’nın o yüce ruhu hala yaşıyor ve ebediyen de yaşayacaktır.

Unutmamak gerekir ki; İstiklal Marşı’ndaki o ruh, Akif’in bütün hayatını vakfettiği yüce İslam’dır. Onun kavi imanının tezahürüdür.

Zaten dün de bugün de Akif’e karşı duranların, onu karalamaya çalışanların bilinçaltında da bu durum vardır.

Akifçe bitirelim: 

"İstiklal Marşı’nın ruhu ebediyen yaşasın ve Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!..."

Kaynak: independentturkish.com

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —