ALİ BABACAN, “TEMKİNLİ” AMA “KARARLI”

Adelina SFİSHTA’NIN ANALİZİ…

ALİ BABACAN, “TEMKİNLİ” AMA “KARARLI”

Fatih Altaylı ile Ali Babacan’ın söyleşisi topluma ulaşmış gözüküyor.

Toplumun farklı kesimlerinde, farklı etkiler oluşturdu.

Normal elbette. Teraziler farklı, etkiler farklı.

Ben de izninizle “kendi terazime” göre değerlendireceğim Ali Babacan’ı.

Sanıyorum 14 Ocak 2009 tarihiydi. Ali Babacan Dışişleri Bakanı olarak Kosova’ya bir ziyaret gerçekleştirmişti. İlk o zaman tanımıştım kendisini, neredeyse 11 yıl olmuş. Sessizce geldi, iki önemli problem alanında iki çözüme ulaştı, Kosova-Türkiye İş Konseyini kurdu ve sessizce ülkesine döndü. Kosova devlet yetkililerine tavsiyeleri; “AB çizgisinde ilerleyin, azınlıklarınıza haklarını vermekte çekingen davranmayın” gibi çarpıcı konulardı.

Daha sonraki yıllarda, Ömer Dinçer ve Ahmet Davutoğlu’nun ziyaretleri gerçekleşti.

Ömer Dinçer ve Ahmet Davutoğlu ziyaretleri tam bir duygu seliydi. Hatta Ömer Dinçer Bey gözyaşlarını tutamamıştı. Davutoğlu da Yunus Emre kültür merkezini açmış, duygu dolu bir konuşma yapmış ve Türklerin kültür derneğinde bütün bir geceyi “müzik ziyafeti” ile geçirmişti.

İkisinin de ziyaretinde “büyük bir hata da” yapılmıştı. Kosova’ya “tarih kitaplarınızı değiştirin” çağrısı yapmışlardı. Ve elbette toplumdan, devletten ve medyadan büyük tepki görmüşlerdi.

Bu çağrı, Türk Büyükelçiliğini ve Kosova Türklerini çok mutlu etti. Türklerin hakkı savunulmuş ve “tavır” da konulmuştu. Haklılardı ama yersizdi, anlamı yoktu, mesele doğru bir strateji ile ortaya konulmamıştı. Netice de alamadılar ve tarih kitapları da öyle kaldı.

Bu meseleyi bir başka zaman anlatırım size, kısmet.

İkisi de duygularına esir olmuşlar ve “devlet idaresinde” yapılmaması gereken, “hislerle hareket etmeyi” ön plana almışlardı.

Bu konu 2 yıl Kosova medyası tarafından gündemde tutuldu ve eleştirildi. Eleştirilen, onların şahısları değil, “Türkiye-müşterek tarihimiz-belki de müşterek geleceğimiz” oldu.

Oysa Ali Babacan’ın ziyareti, olması gereken; ölçüler-sınırlar-talepler-destekler-zamanlama, içinde yapılmış ve zamanın ruhuna uygun, elde edilebilir taleplerle sınırlı tutulmuştu.

Ali Babacan, Kosovalı Türkler üzerinde “heyecan” yaratmamıştı. Davutoğlu ve Dinçer ziyareti farklıydı. Sokağın “emosyasına” uygun olmuş ve “milliyetçi rüzgar” estirmişti.

Ancak 2011 yılına kadar güç bela oluşturulmuş “yarım yamalak güven köprüleri” yıkılmıştı. “Türkler tekrar tahakküm altına alacak bizi paranoyası”, erbabı tarafından yeniden ahalinin beynine işlenmişti. Halk, bu propagandaların etkisi ile kendini bir adım geriye çekti Türkiye’den. İlişkilerde ilerlenemediği gibi, aksine geri gidilmişti.

Babacan’ı dinlerken bu 3 kişinin farklı tarzlardaki Kosova ziyaretini düşündüm.

Her 3 kişinin halen aynı mizaç üzere hayatlarını sürdürdüklerini düşünüyorum.

Ali Babacan da değişmemiş. Mizacı aynı. Temkinli-olması gereken ölçüler içinde. Ne fazla ne eksik. Babacan’a iyi bakamayanlar, “korkak-pısırık-heyecansız” bir adam görebilir. Nitekim eleştirilerin bir kısmı da bu yönde.

Ali Babacan “temkinli” doğru. Ama “silik” değil. 

Aksine son derece “kararlı”. Yüzünde en ufak bir tereddüt izi olmadan, Ali Babacan;

Demokrasi, insan hakları, özgürlükler, söz söyleme hürriyeti, gibi evrensel değerlerin vaz geçemeyecekleri değerler olacağını “vurgu” ile ifade etti. Hatta “devletin vatandaşına hak vermek” ifadesini ahlaki bulmadığını, hakların verilmesinin devletin vazifesi olduğunu, “devletin vatandaşını dönüştürmesi” gibi bir anlayışı da kabul etmeyeceklerini, keskin ifadelerle ortaya koydu.

Türkiye’yi yeniden uluslararası saygın ülke konumuna taşımayı, insanı merkeze koyan rejimlerle “stratejik uzun vadeli işbirliğini” yapacaklarını, ancak konjonktürün gerektirdiği hallerde, ülke yönetimlerini dikkate almadan çıkar ortaklığı yapabileceklerini belirtti.

Ahlaki değerler diye tanımlayabileceğimiz; yolsuzluk, devletin aile şirketine dönüştürülmesi, kolay idare edeyim diye sıkı bir rejim kurulması, tek adam yönetim modelini, “asla kabul etmeyiz” diye ifade etti. 

Türkiye’nin en yakıcı meseleleri olan; Kürt ve Aleviler için “asli unsur” kavramını kullandı. Ne gerekiyorsa hemen ve bir defada yapıp, ülke ve insanının asli işine yöneltilmesi gerektiğini ifade etti.

Yukarıda dört paragrafta aktardığım ifadeleri, Türkiye’de siyasi yönetim-iktidar değişecekse, adeta “cephe savaşının” yapılacağı alanlar. Halledilmesi ve etrafa bakılmadan odaklanılması gereken meseleler. Ali Babacan bu meselelerde “ortalama” konuşmadı. Kesin, net ve kararlı ifadelerle bu “cephe savaşına” girmekten çekinmeyeceğini gösterdi.

Sanırım toplumun Ali Babacan’da baktığı karakter özelliği, vatandaşın ilk dikkat ettiği husus bu “kararlılık” konusu oldu ve gelecekte de bu olacak. Vatandaşlar Ali Babacan’ı sürekli tartacaklar. “Ne kadar kararlı, güvenebilir miyim?” diye iç dünyalarında muhasebe yapacaklar.

Babacan; ilk sınavında bu “kararlılığı” gösterdi. “Türkiye’nin yakıcı meseleleri” konusunda, bundan sonra kararsızlık göstermesi halinde, Türkiye’yi yönetecek “lider-ekip başı” olamayacak. Bunu asla unutmamalı.

Profesyonelliğinden ve iyi bir ekip oluşturmasından endişem yok. Çevresine çok iyi adamlar toparlayabilirse, iyi projeler geliştirebileceğinden ve uygulama planları oluşturabileceğinden eminim.

Benim önem verdiğim şey, değiştirmeye talip olduğu konularda “sürdürülebilir bir kararlılık halinin muhafaza edilebilmesi” meselesi.

Ali Babacan unutmamalı. “Fırtınalı sularda” siyaset yapacak. Çok sert rüzgarlar esecek. Böyle zamanlarda; “sağlam adamlar”, “sağlam sözler” ve “kararlı olmak” iş görür.

Vatandaş; sendeleme, geri adım, tereddüt görürse, teveccühünü geri çeker.

Akşener örneğini hep birlikte yaşadık.

Ali Babacan kararlılığını koruyabilirse, Türkiye’nin yeni “sakin gücü” olur. 

Kararlılığını koruyamayacaksa vazgeçsin, yola çıkmasın.