Akademi ve dostluk

Yasin Aktay, antik Yunan’dan ve Doğu’dan hareketle, felsefenin de temellerinin atıldığı akademik ortamların günümüzde, “hikmet sevgisinin ve dostluğun yerine akademisyenlerin bir nevi çekişme ortamına dönüştüğünü belirtiyor.

Akademi ve dostluk

Akademi kavramı, bilimle ilgili birçok kavram gibi eski Yunanca’dan, Atina yakınlarındaki Akademeia isimli bir zeytinlikten alır. Eski Yunan’ın en büyük filozoflarından biri olan Platon’un felsefe derslerini verdiği yerdir bu zeytinlik. Kökeni bilgelik sevgisi olan felsefenin böylece başkalarına sistemli olarak, ders verilerek öğretildiği ilk yer olduğu düşünülüyor.

Öyle midir gerçekten? O zamanlar dünyanın başka yerlerinde hiç mi yok böylesi yerler Hint’te, Çin’de, Mısır’da? Bu soruları atlıyoruz. Aslında İncir ağacı altında tefekküre dalmış Budha’nın etrafındaki insanlarla ilişkisi üzerine muhtemelen bu bağlamda yeterince durulmamıştır. Bir kez Avrupa-merkezci tarih anlayışıyla başka birçok şey gibi hakikat sevgisinin de Yunan’da başladığına hükmedilmiştir. Öyle gidiyor.

Akademinin dostlukla ilişkisi ise her şeyden önce bu ders halkalarında veya düşünce meclislerinde bir araya gelen insanların bilgeliğe olan sevgilerinin, tutkularının onları birbirine dostane bir ilişki içinde bağlamış olması. Philos (sevgi) ve sophia (bilgelik) kelimelerinden oluşan felsefe her şeyden önce bilgeliğin, doğrunun, bilginin, hakikatin kendisine dostluğun ifadesidir.

Aristoteles insanların dostlarını ya çıkarları için ya hazları için ya da erdemleri için seçip onlarla dostluklarını bu temelde sürdürdüklerini söylüyordu. Felsefe bir hakikat sevgisi olarak bu arayışta ortak olan insanları bir araya getiren, aralarında emsalsiz dostluklar oluşturan en önemli erdemdir. O yüzden felsefe her durumda dostluk gerektirir, dostlar arasında olur, dostluk üretir.

Hakikat arayışında bir araya gelen insanların birbirleriyle ilişkileri diğerlerine nazaran tabii ki daha kalıcı olur. Çıkarlar bitince biten dostluklar, beraber alınan hazlar tükenince tükenen dostluklar bir yana, hakikat sevgisi temelinde bir araya gelen insanların birbirlerine sadakati, dayanışması, samimiyeti de bambaşka olur.

Peki, akademi hakikati seven, doğruyu, bilgiyi arayan insanların buluştuğu bir ortam olarak dostlukla bugün ne kadar bir arada düşünülebilir? Akademi ve dostluk köken olarak, işin tabiatı itibariyle birbirine çok bağlı olması gerekirken bugünkü akademik pratiğimizde dostluk ne kadar belirleyicidir, dostluğa ne kadar yer vardır? Akademik faaliyetin ne kadarı dostlar arasında bir faaliyet görünümü veriyor veya akademik faaliyetin dostluğu artırıcı, pekiştirici bir etkisi oluyor mu?

Bugün akademi içinde gördüğümüz kıyasıya husumetler, kıran kırana yarış ve rekabetler böyle bir soruya iyimser bir cevap vermeyi zorlaştırıyor. Akademik dünyada şahit olduğumuz bu tür çatışmalar bilim aşkına, hakikat aşkına ve bir fikir çatışması şeklinde oluyorsa, “müsademe-i efkardan barika-i hakikat doğar” der geçeriz. Bu sorun değil, bilakis hakikat lehine olan, hakikat aşkına dostluklarını tesis etmiş insanlar için tercihe şayan bir şeydir ve dostluğu bozmaz, pekiştirir. Ne de olsa hakikat sevgisi herkesin hakikat diye gördüğü şeyi diğerinin hakikat olarak görmesini gerektirmez, arada dostluk bile olsa. Hakikat sevgisi dolayısıyla birbirleriyle dost olanlar hakikati dostluklara feda etmezler.

Gel görelim akademisyenler arasındaki her türlü ihtilaf hakikat aşkına olmuyor. Çünkü akademisyen olmanın bir aşk gerektirdiğini, bir aşkın sonucu olduğunu veya bir aşk doğurduğunu akademik hayata intisap edenlere iyice öğreten bir seyr-ü süluk yok. Olması gerekiyor, ama yok. İhtilafların çoğu daha doğru bir bilgi, daha iyi bir hakikat adına çıkmıyor, çoğu kez bu ihtilafları doğuran akademisyenlerin birbirlerini sevmemeleri, çekememeleri.

Hakikat arayışı bile bu tür insanları birbirine çekmiyor, birbiriyle ünsiyet oluşturmuyor. Bu çekememezlik, bu ünsiyet, ülfet ve muhabbet yoksunluğu bazı durumlarda çok yaratıcı fikirlerin tetikleyicisi de olabilir aslında. Dostların fikirlerinin müsademesinden olması şart değil barika-i hakikatin doğumunun. Bazen hasmane bir bakış, dostun bir dostun fikrinde veya akademik üretiminde göremeyeceği eksikleri, kusurları görür ve bunu göstererek fikrin, bilimin gelişimine katkıda bulunur.

Böylece akademide dostluğun bir zaafına, tam aksine hasedin veya çekişmenin de olumlu bir yanına sevmesek de işaret etmiş olduk. Bu konunun aslında uzun uzun teorik tartışmaları bile yapılmıştır. Bilim felsefesi tartışmalarında bilim tarihini genellikle bir teoriyi doğrulamak üzere yapılan faaliyetlerin bir toplamı olarak görenler olmuştur. Bu bakışa göre rutin akademik faaliyet mevcut paradigmaları, teorileri doğrulamak üzere yapılır. Bu tam da bilimi dostluk temelinde yapanların rutin akademik faaliyetini tasvir eder. Oysa burada mevcut teoriyi doğrulamak üzere hareket edenlerin yönelimi teorinin sahibi ustaya dostluk, hürmet ve muhabbet ifadesi değildir.

Belki tam da felsefenin akademiyeye dönüşmesinin hiç hesaplanmayan etkisidir. Platon’un Socrates’ten öğrendiği bilgelik sevgisi yani felsefeyi akademik bir faaliyete dönüştürmesiyle mi başladı asıl büyük sapma? Bu saatten sonra artık bilgi ile kurulan ilişki bilgelik sevgisi olmaktan çıktı da insanların birbirlerine belli bir disiplin çerçevesinde aktardıkları bir tedrisata mı dönüştü?

Akademi ile tedrisat tabii ki ayrı düşünülemez. Ama tedrisatta dostluğu aşan bir zorunluluk durumu vardır. Tedrisatta zorunluluklar hoca öğrenci arasındaki ilişkiyi veya ders alanların birbiriyle ilişkisini dostluğu izale eden bir düzeye getirir. Artık beraber hakikat arayan insanların sükunetinden ziyade tedris edilen hazır bir bilginin belli bir disiplin içinde aktarılması veya edinilmesi söz konusudur.

Felsefe sofistlerin elinde bütün disiplinleriyle bir mesleğe, bir araca dönüşünce ilk feda edilen dostluk oldu, hakikat sevgisi ve hakikati arayanların birbirine olan sevgisi oldu. Bugünün akademik dünyasında hakikat sevgisi ve arayışının yerini tamamen piyasa şartlarının belirlemiş olduğu, piyasanın aradığı ve talep ettiği bilgiyi, belli bir paket içinde edinmiş olan insanın yetiştirilmesi almıştır. Bu düzeyde dostluğa ne kadar gerek var, dostluk ne kadar neşet eder, sormak lazım.

Bu arada rutin akademik faaliyet, gerçekten de mevcut paradigmaları, teorileri doğrulamak üzere mi yapılmaktadır hep. Karl R. Popper’in tam da bu meşhur zanna karşı dikkatimizi çektiği başka bir boyut var. Bilakis Popper’e göre bilimin rutin faaliyeti insanların birbirlerini doğrulamaktan ziyade sürekli eksiklerini gediklerini bularak yanlışlamaya çalışmalarından ibarettir.

Böyle bir çabanın motivasyonu nedir ve akademide dostluğa nasıl etki etmektedir?

Akademi ve dostluk üzerine düşünmek, yeni akademik yılın şu ilk günlerinde akademisyen olarak kendimiz üzerine düşünmek belki kendimizi anlamamızı bir nebze sağlar.