AK Parti’nin 60 sayfalık raporunda 15 başlık yer alıyor.
AK Parti Grup Başkanvekili Abdülhamit Gül, raporu teslim etmelerinin ardından gazetecilere konuştu.
Gül, süreçle ilgili “Müstakil ve geçici bir kanun olması yönünde bir önerimiz var. Geçiş hukuku anlamında değil, geçici kanun ve müstakil kanun; bu meseleye özgü bir kanun önerimiz var” diye konuştu.
Feti Yıldız: “AK Parti raporunun teyit mekanizması bölümü MHP’nin raporundaki teyitle paralellik taşımaktadır”
MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, X hesabından AK Parti’nin Komisyon raporu hakkında şunları yazdı: “AK Parti raporunun teyit mekanizması bölümü, Milliyetçi Hareket Partisi’nin raporunda belirtilen teyit ve bu durumun resmi olarak ilanı ile tam bir paralellik taşımaktadır.
İlkesel Eşik: Tespit ve Teyit Mekanizması
Terör örgütünün silah bırakmasının, kendisini tasfiye ettiğinin, varlığının sona erdirilmesinin devlet tarafından tespit ve teyit edilmesi, sürecin en önemli noktasıdır.
Bu an, sadece sahada bir fiil değişikliğinin kaydı değil, aynı zamanda hukuki işlemler için bir başlangıçtır. Bu tespit ve teyit olmadan hiçbir ileri aşamaya geçilmemelidir.
Tespit ve teyit anı hem ilgili kurumlar hem de hukuk düzeni açısından yeni bir dönemin miladı olarak görülmelidir. Çünkü bu aşamada devlet kurumları, bir yandan silahlı örgüt tehdidinin sona erdiğini kayda geçirirken, diğer yandan da bu duruma uygun düşen yeni bir hukuk ve politika çerçevesini yürürlüğe koymak üzere hareket alanı elde edecektir.
Tespit ve teyit süreci devletin ilgili güvenlik kurumları arasında sağlanacak koordinasyonla, objektif, ölçülebilir ve kriterlere bağlanmış göstergeler üzerinden yapılmalı; bu sürecin usul ve esasları yürürlükte bulunan uygulamalar dikkate alınarak yürütülmelidir.
Örgütün silahlı kapasitesinin ortadan kalktığına, lojistik ağların sürdürülebilir bir tehdit oluşturamayacak ölçüde dağıtıldığına ve silahların sahada tekrar kullanılmasına imkân bırakmayacak biçimde imha edildiğine dair somut tespit ve delillerle ortaya konulmalıdır.
Süreç boyunca uygulanacak yöntemler şeffaf olmalı; idari kararlar ile bunlara esas teşkil eden delil, bilgi ve kıstaslar kayıt altına alınmalı ve gerektiğinde yargısal ya da hukuki incelemeye tabi tutulabilecek biçimde muhafaza edilmelidir.
Bu amaçla, tespit sürecinde kullanılan veri toplama, analiz ve raporlama mekanizmalarının tamamı kurumsal arşivlerde düzenli biçimde saklanmalı; böylece ileride doğabilecek bireysel başvurular, anayasal denetim süreçleri veya Meclisin denetim yolları bakımından sağlıklı inceleme yapılabilmesine imkân sağlanmalıdır.
Bu ilkesel eşik, sürecin başlangıcını belirleyecek, sonrasında atılacak bütün yasal ve idari adımların temelini teşkil edecektir.
Bu nedenle tespit ve teyidin sağlanmasında gösterilecek hassasiyet, sürecin kalıcı bir huzur ve toplumsal güven üretme kapasitesini doğrudan etkileyecektir.
Yanlış, eksik veya zamansız bir tespit hem toplumun adalet duygusunu sarsma hem de güvenlik risklerini yeniden üretme ihtimali barındırdığından, tespit ve teyit mekanizmasının titizlikle yürütülmesi, sürecin geleceği açısından en kritik güvencelerden biri olacaktır.
Son olarak, tespit ve teyit kararının alınması ne bir pazarlık ne de keyfi bir tasarruf zemini olacaktır. Bu karar, devletin güvenlik ve hukuki yetkisinin birleştiği, ölçülebilir delillere dayanan, şeffaf ve denetlenebilir bir kurumlar arası mutabakat neticesinde tesis edilecektir. Bu çerçeve hem milletimizin güven duygusunu pekiştirecek hem de ileride oluşabilecek hukuki ve toplumsal tartışmaların önünü kapatacaktır.
Devletin, kendi egemenlik alanı içinde, kendi kurumlarıyla ve kendi hukuk düzeni çerçevesinde aldığı bu karar, huzur ve güven arayışı sürecinin meşru, öngörülebilir ve sürdürülebilir bir zeminde ilerlemesinin ana dayanak noktası olacaktır.”
AK Parti’nin raporu tam metin
I. Giriş
Adalet ve Kalkınma Partisi olarak Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde bir ‘devlet ve millet projesi’ haline gelen Terörsüz Türkiye hedefinin taşıyıcısı olmanın sorumluluğuyla tarihin doğru tarafındayız ve dün olduğu gibi bugün de sorunu çözmek için milletimizden aldığımız ilham ve destekle çalışıyoruz.
Türkiye, terörün gölgesinde geçen on yılların etkisini yalnızca güvenlik boyutunda değil, bölgesel kalkınma dengesinin bozulması, demokrasinin zaafa uğraması ve kuşaklar boyunca biriken ağır insani maliyetler üzerinden de derinden hissetmiştir. Ülkemiz sahip olduğu jeostratejik konumunun getirdiği birçok ağır yükü taşımak zorunda kalmıştır.
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yüzde 95’i aşan bir temsil ile kurulmuştur. Komisyonun varlığı dahi çok büyük tarihsel değere sahiptir. Türk demokrasi tarihi içerisinde benzer komisyonlar kurulmuş olmakla birlikte ilk defa bu katılım, kapsam, görev ve sorumlulukla böyle bir komisyon kurulmuştur. Milletimizin komisyondan beklentisi yüksek olup komisyona davet edilen tüm konuşmacılar “sorunun çözülmesini istediklerini ve komisyonu ve çalışmalarını desteklediklerini” belirtmişlerdir.
Şöyle ki; Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın 25 Ağustos 2024 tarihinde ilk önce Ahlat’ta ifade ettiği “ortak geçmiş ve ortak gelecek” sözü, ardından 30 Ağustos’un yıldönümünde “iç cephemizin güçlendirilmesi” çağrısıyla Terörsüz Türkiye hedefi başlamıştır. İlerleyen süreçte Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kurulmuş, ilgili komisyonda çok sayıda kişi ve kurum dinlenmiştir. Komisyonun varlığı, çalışma biçimi, karar alma usulü ve konulara gösterdiği duyarlılık demokrasimiz adına önemli bir adımdır.
Komisyonumuz, terörle mücadele meselesini ideolojik bir tartışma alanı olarak değil, toplumsal kardeşlik ve kamu düzeninin sağlanması çerçevesinde ele almıştır. Kararların nitelikli çoğunluk esası üzerine kurulmuş olmasına rağmen çalışmaların fiilen geniş mutabakatla yürütülmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu konuda ortak bir akıl oluşturduğunu teyit etmektedir.
Bu sürece liderlik yapan Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ve Cumhur ittifakı ortağımız Devlet Bahçeli’ye teşekkür ederiz. Ayrıca Komisyon süreçlerini yöneten Meclis Başkanımız Numan Kurtulmuş’a ve Komisyon’a katılan tüm siyasi partilerimize ve milletvekillerimize şükranlarımızı sunarız.
Terörün yol açtığı tahribat, salt bir güvenlik tehdidi olmanın ötesine geçmiş; kardeşliğimizi, ekonomik üretimi ve istihdamı ve devlet ile birey ilişkilerinin bütününü etkileyen stratejik bir sorun haline gelmiştir. İşte tam da bu sebeple Komisyonumuzun odağında silahların sadece elden değil, gönüllerden ve zihinlerden de bırakılması konusu yer almaktadır.
Bu bağlamda yürütülen sürecin yalnızca teknik bir dinleme çalışması değil; devletin uzun yıllara yayılan tecrübesinin, kurumsal kapasitesinin ve toplumsal taleplerin birlikte hareket ettiği bir faaliyet olduğunu özellikle vurgulamamız gerekir. Bu süreç, devlet organlarının eş güdümü içinde şekillenen, toplumsal huzuru güçlendirmeyi ve hukuk devletini daha da tahkim etmeyi hedefleyen bütüncül bir stratejik dönüşüm alanıdır.
Türkiye, terörün gölgesinde geçen yılların ardından artık yeni bir dönemin eşiğindedir. Bu yeni dönemin temel amacı, terörün son bulmasıyla oluşan olumlu atmosferi, kalıcı ve sürdürülebilir milli güvenliğin yapıtaşlarına dönüştürmektir. Bu çerçevede, bugün hep birlikte omuzladığımız sorumluluk, milletimizin birliğini, vatanımızın bütünlüğünü ve devletimizin sürekliliğini esas alan köklü bir devlet vizyonunun kurumsallaşmış ifadesidir.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız tarafından ortaya konulan “adaletle büyüyen, kardeşlikle güçlenen, terörsüz bir Türkiye” hedefi, artık soyut bir ideal değil; devletin tüm kurumları arasında eşgüdümle ilerleyen, kurumsal çerçevesi oluşmuş ve uygulama kapasitesi güçlenen bir millet ve devlet politikasıdır. Bugün yürütülen tüm çalışmalar, bu vizyonun sahada, kurumlarda ve toplumsal hafızada karşılık bulmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
Komisyonumuzun sorumluluğu, yalnızca mevcut durumu değerlendirmekten ibaret değildir. Aynı zamanda, toplumsal talebi, kurumsal tecrübeyi ve hukuki gereklilikleri ortak bir akıl zemininde buluşturarak Türkiye’nin terör sonrası döneme güçlü, güvenli ve sürdürülebilir bir geçiş yapmasını sağlayacak siyasal, hukuksal, yönetsel ve ekonomik çerçeveyi oluşturmaktır. Bu çerçeve hem geçmişin acı hatıralarını hem bugünün gerçeklerini hem de geleceğin ihtiyaçlarını gözeten bir adalet ve bütünleşme anlayışına dayanmak zorundadır.
Türkiye, terörün açtığı yaraları sararken yalnızca güvenliği sağlamayı değil; aynı zamanda toplumsal onarımı gerçekleştirmeyi, devlet ile vatandaş arasındaki güven bağını güçlendirmeyi ve demokratik reformları kurumsallaştırmayı hedeflemektedir. Bu nedenle içinde bulunduğumuz süreç, teknik düzenlemelerin ötesinde, Türkiye’nin geleceğine dair yüksek sorumluluk bilinciyle şekillenen tarihî bir millet ve devlet görevidir.
AK Partimiz toplumsal ve siyasal merkezde konumlanan kimliğiyle 3 Kasım 2002’de ilk iktidara geldiği günden bugüne, kesintisiz şekilde Türkiye’nin birlik siyasetini yürütmüştür. Öyle ki; son çeyrek yüzyılda Türkiye’deki demokratikleşme perspektifi ve demokratik dönüşümün evrelerine bakıldığında, her evrenin ülkeyi yeni bir demokratik standarda taşıdığı ve bu standartlar setinin ana taşıyıcısının Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti olduğu açıkça görülmektedir.
AK Partimiz iktidar olduğu ilk günden günümüze uzanan tarihsel seyir içinde daima ‘reformcu-yenilikçi-birleştirici’ siyaset anlayışıyla aşılamaz denen engelleri aşmış, atılamaz denilen adımları özgüvenle atmıştır. Devletle millet arasında yeni köprüler kurarak geleceğe emin adımlarla yürümüştür.
Bu süreç, statükocu vesayetin demokratik çerçeveye oturtulması, vesayet odaklarının imtiyazlarının ortadan kaldırılmasıyla eş zamanlı inşa edilen sivilleşme, bürokratik vesayetin alanının daraltılması, insan hakları ve özgürlükler temelinde ortaya çıkan yeni siyasi, hukuki ve kültürel tasavvuru içermektedir. AK Partimizin siyaset anlayışı bu soruna ilişkin yasal, idari ve pratik düzenlemeler, dini azınlık haklarına ilişkin yeni özgürlükçü vurgu ve vizyon hususlarını kapsayan bir dizi anayasal, yasal, idari ve yapısal demokratikleşme reformunu kapsamaktadır.
AK Partimizin kuruluş felsefesine hakim olan yeni kuşatıcı siyasal tasavvur; demokrasi bilinci çerçevesinde hesap verebilirlik ve denetleme mekanizmalarının güçlendirilmesi, birey ile devlet ilişkilerinin yeniden yapılandırılması, insanı merkeze alan bir yönetim felsefesinin hakim kılınması yoluyla politik psikolojiyi yeniden tanımlamış ve sosyo-politik meseleleri proaktif bir anlayışla ele almıştır.
Bu bağlamda, aynı zamanda uluslararası insan hakları mevzuatına uyumu tesis etmek için çok sayıda yasal düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeler, temelde, ülkede demokratikleşmenin önünü açacak ve Türkiye’nin yıllardan beri çözülemeyen köklü meselelerini çözüme kavuşturacak bir zeminin inşası için AK Partimiz açısından olmazsa olmaz hükmündedir.
Partimiz tam 25 yıl önce kurulurken bu meselede net bir duruş ortaya koymuştur. Hiçbir partinin bırakın yapmayı söylemeye dahi cesaret edemediği somut adımları hayata geçirmiştir. Sadece retorikle değil milletimizle beraber güvene dayalı bir ilişki kuran ve çok partili hayata geçişten itibaren hiçbir hükümete nasip olmamış uzun bir iktidar tecrübesine sahip olan Partimiz ‘Türkiye Yüzyılı hedefleri’ doğrultusunda cesur adımlar atmaya devam etmektedir.
II. AK Partinin Meseleye Bakışı
Türkiye’nin sorunlarıyla hesaplaşması, sorunların yarattığı tüm sıkıntıların analitik bir şekilde ele alınması ve yaşanan tüm kritik dönüşümler AK Parti döneminde hayata geçirilmiştir. Biz meseleyi son tahlilde bir demokratikleşme meselesi olarak görmekteyiz.
Bizim siyaset anlayışımızda Kürt meselesi Türkiye’nin kendisiyle imtihanı meselesidir. Sorun, ülkemizin problem çözme yeteneğinin yükseltilmesi ve yönetsel-siyasal kapasitesinin artırılması meselesidir.
Partimiz bu meselede bireysel ve kolektif demokratikleşme adımlarını atarak farklı kimliklerin kendini ifade etmesinin önünü açmıştır. Dolayısıyla, AK Partimizin bu meseledeki duruşu nettir. Gündelik siyasi tartışmalar içerisinde görülemese de tarih ve milletimiz bu gerçekleri açık biçimde görmektedir. Bırakın tarihsel bağlamını neden sonuç ilişkisiyle dahi bakıldığında 23 yıllık AK Parti iktidarı bu yalın hakikati ortaya koymaktadır.
Türkiye siyasetinde yaşanan genel değişim sürecine paralel olarak özelde Kürt meselesinde önemli dönüşümler yaşanmış, devletin sorunla karşılaşması hem toplumsal farkındalık hem de sorunun çözümü için siyasi irade konulması açısından adeta yapısal bir kırılmaya yol açmıştır. AK Parti iktidarına kadar taktiksel ve retorik düzeyde yürütülen çalışmalar bizim dönemimizde bir stratejik akılla hükümet politikası haline getirilmiştir. Bunun ispatı AK Partimizin 2001 parti programıdır.
Bu bağlamda, Partimizin programında meselenin ele alınışı, iktidarımız döneminde yapılan reformlar, Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tarihi değiştiren konuşmaları ve Demokratik Açılım ile Çözüm sürecindeki atılan adımlar, alınan riskler ve yapılan işler meseleyi tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu çalışmalar büyük bir külliyat oluşturacak niteliktedir.
Parti programımızda meselenin hem tanımlanması ve adlandırılması hem de çözüm perspektifi ortaya konulmuştur. İlk defa bir parti, programında “Doğu ve Güneydoğu” başlığı altında Kürt meselesini ele almış ve resmi tezlerin dışında görüşler öne sürmüştür. Kültürel farklılıkların, bölge halkıyla olan müştereklerin geri plana itilmesini gerektirmeyeceğini ortaya koyan program; bu farklılıkların Türkiye Cumhuriyeti olma bilincinin, toplumun birlik ve bütünlüğünün harcı olduğu vurgusunu yapmaktadır.
Genel demokratikleşme perspektifi içinde sorunun çözümünü vadeden AK Parti, programında, sorunun tam kapsamlı çözümü için aynı anda ilerleyen üçlü bir çerçeveyi ifade etmektedir:
Çerçevenin ilk ayağını, kalkınmacı tezler ile ekonomi faktörü ve bölgeye yapılan büyük yatırımlar oluşturmaktadır.
Programda, ikinci olarak demokratikleşme ve temel hak ve hürriyetler bağlamında yapılan çalışmalar yer almaktadır.
Üçüncü çerçevede ise yukarıda sayılan iki unsurun tamamlayıcısı olarak güvenlik önlemleri, temel vizyonumuz ifade edilmektedir. Bu anlamıyla AK Partimiz çözümü “güvenlik, demokratikleşme ve kalkınma” kavramlarının öne çıktığı geniş bir yaklaşımla ele almıştır.
AK Partimiz kuruluş aşamasında meselenin çözümünün, yalnızca asayiş yaklaşımında ve güvenlik tedbirlerinin artırılmasında değerlendirilemeyeceğini ifade etmiş, demokrasinin tek çare olduğunu belirtmiştir. Yaşanan sorunu “ne sadece bir iş ve aş meselesi” ne de “salt bir kimlik meselesi” olarak görmektedir ve bu iki yol arasından üçüncü bir yol açarak yeni bir terkibe gitmektedir. Partimizin bu soruna bakışını ortaya koyan temel metinlerden biri olan parti programında sorunun tanımı şu şekilde yapılmaktadır (AK Parti Programı, 2001: 28):
“Kimimizin Güneydoğu, kimimizin Kürt, kimimizin terör sorunu dediğimiz olay, maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir. Partimiz, bu sorunun toplum hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle, bölge halkının mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten, Türkiye’nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla birlikte bölgeyi tehdit eden terörün önlenmesinde zaaf yaratmayacak bir şekilde; kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir politika izleyecektir.”7
AK Partimizin, programında sorunun tanımlanmasında “pozitif” olarak niteleyebileceğimiz bu dili, hem bölgede olumlu bir iklim oluşmasına hem de sorunun çözümüne katkı sağlayan bir aktör haline gelmesine yol açmıştır. Partimiz bölgedeki kamu hizmetlerinin yetersiz olmasının, işsizlik, fakirlik ve baskının terörün beslenmesine zemin hazırladığını ifade ederken, terör ve baskının bir kısır döngü süreci içinde birbirini beslediğini vurgulamıştır.
AK Parti Programı’nda, kültürel farklılıkların ayrışmayı değil birlikte yaşamayı gerekli kıldığı belirtilerek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramı üzerinde durulmaktadır. AK Parti Programı’nda dile getirilen öneriler şu başlıklar altında toplanabilir:
• Bölge halkının mutluluğu, refahı, hak ve özgürlüklerinin gözetileceği,
• Farklılıkların zenginlik olarak kabul edileceği,
• Türkçenin dışındaki dillerde de yayın dahil kültürel faaliyetlerin yapılabileceği,
• Başta OHAL olmak üzere halkı rahatsız eden uygulamaların kaldırılacağı,
• Suçlular karşısında caydırıcı ama masumları koruyucu bir devlet tavrının sergileneceği,
• Suçsuz, günlük hayatını yaşayan halkımıza şefkatle muamele edileceği,
• Bölgeler arası farklılıkların ortadan kaldırılması için çaba harcanacağı,
• Terörle mücadele esnasında zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin
giderileceği,
• Bölgenin ticari ve ekonomik faaliyetler açısından cazip hale getirileceği,
• Terörle baskının karşılıklı olarak birbirini beslediği gerçeğinden hareketle baskıların ortadan kaldırılacağı belirtilmiştir.
Partimizin Programı’nda kültürel farklılıkların bölge halkıyla olan müşterekleri arka plana atmayı gerektirmeyeceği, aksine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma bilincini yükselteceği ileri sürülmektedir.
AK Parti programında yukarıda ifade edilen vaatler yanında ülkenin bütünlüğü ve birliği konusunda şu prensiplerin yer aldığı görülmektedir:
• Türkiye’nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısının korunacağı,
• Terörle mücadelede zaaf yaratılmayacağı,
• Kalıcı bir çözüm için tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı olunacağı,8
• Konunun iç meselemiz olduğu ve çözülebilir olduğu,
• Güvenlik, özgürlük ve ekonominin bir bütünün parçaları olarak görüleceği,
• Asayiş mantığına dayalı, bürokratik otoriter devlet anlayışından, uzun vadede sorunları derinleştiği gerçeğinden hareketle kaçınılacağı,
• Meselenin sadece ekonomik bir mesele olarak görülmeyeceği,
• Çözümlerin hukuk devleti çerçevesinde aranacağı,
• Demokratik devlet anlayışına dayalı yaklaşımların milletimizin birlik ve
bütünlüğünü pekiştireceği gerçeğinin asla göz ardı edilemeyeceği,
• Farklılıklar tanınıp zenginlik kabul edilirken ortak paydaların arka plana atılmasının söz konusu olamayacağı dile getirilmiştir.
AK Parti Programı’nda, sorunun sadece ekonomik kalkınma politikaları ile çözülemeyeceği belirtilirken, farklılıkları demokratik hukuk devleti ilkesi çerçevesinde gören yaklaşımların sorunun çözümüne önemli bir katkı sağlayacağı ifade edilmektedir.
Nitekim, AK Parti Programı’nda bu husus şu şekilde yer almaktadır (AK Parti Programı, (2001: 30)
“Bürokratik otoriter devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş mantığına dayandığı için uzun vadede sorunları daha da derinleştirmektedir. Buna karşılık demokratik devlet anlayışı çerçevesindeki yaklaşımlar, ilk anda endişeyle karşılansa da uzun vadede milletimizin birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar doğurmaktadır.”
Partimizin programı incelendiğinde meselenin çözümüne dair önemli saptamalar olduğu görülmektedir ki; henüz iktidara dahi gelmeden bu meseleye dair çok somut ifadeler bulunmaktadır. Temel yaklaşımın; demokratikleşme adımlarının atılması ve ülkenin normalleştirilmesine yönelik siyasetinin hayata geçirilmesi olduğu ifade edilmektedir.
Partimizin Programı’nda kültürel farklılıkların bölge halkıyla olan müşterekleri arka plana atmayı gerektirmeyeceği, aksine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma bilincini yükselteceği vurgulanmaktadır.
AK Parti Programı, kuruluşundan bugüne kadar AK Parti hükümetlerinin siyasi vizyon ve perspektifin işaretlerini sunması bakımından da oldukça önemlidir. AK Parti, bu 9 noktada iktidarları boyunca göstermiş olduğu performansı ve oluşturduğu derin müktesebatı ile ülkemizin güçlü yarınları hedefi doğrultusunda sürecin lokomotifi olma misyonunu en güçlü şekilde sürdürmektedir. Nitekim, kuruluşundan bu yana hayata geçirilen yenilik ve düzenlemeler, AK Parti’nin iç teorik ve tarihsel tutarlılığı ile kararlılığının yansımasını ortaya koymaktadır.10
III. AK Parti Döneminde Atılan Tarihi Adımlar
AK Parti iktidarları döneminde atılan demokratikleşme adımları ve uygulamaları, sorunun normalleşmesi ve çözüm yollarının açılması bakımından hayati bir işlev görmüştür.
• 3 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen AK Partimiz, bu bağlamda, ilk kritik adım olarak 23 yıldır süregelen olağanüstü hali (OHAL) 30 Kasım 2002’de sona erdirmiştir. Bu gelişme, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki sosyal ve kültürel hayatın normalleşmesine bir başlangıç ve bölge insanının olağanüstü dönem rejiminin baskısından kurtulmasının ilk aşaması anlamına gelen, aynı zamanda sembolik yönü de olan kritik bir adım olmuştur.
• Düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve terörle mücadele alanındaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele Kanunu’nda değişiklikler yapılmıştır. Değişiklikle, terör yeniden tanımlanmış ve terör suçları yeni Türk
Ceza Kanunu’na göre yeniden sayılmıştır.
• Bu kapsamda, konuyla doğrudan ilintili olarak, Avrupa Birliği üyeliği müzakere sürecinde çıkartılan 7. Entegrasyon Paketi ile sivil-asker ilişkilerinin demokratikleştirilmesi namına çok sayıda önemli reform hayata geçirilmiştir.
• İlk dönemden itibaren AB ilerleme sürecinde gerçekleştirilen reformlara odaklanan partimiz ve hükümetimiz, Eylül 2003’te kurulan Reform İzleme Grubu aracılığıyla insan hakları reformlarının sahada uygulanmasını takip, kontrol ve geliştirme yönünde bir inisiyatif başlatmıştır.
• Aynı yıl İçişleri Bakanlığı’na bağlı çalışacak Jandarma İnsan Hakları İhlallerini İnceleme ve Değerlendirme Merkezi (JİHİDEM) kurulmuştur. Bu kurum askeri birliklerde görev yapan askeri personelin neden olduğu insan hakları ihlallerini11 önlemek; toplumda hukukun güçlendirilmesi ve insan hakları bilincinin geliştirilmesine katkı sunmak için oluşturulmuştur.
• Açık, şeffaf ve hesap veren yönetim anlayışının gereği olarak, bilgi edinme hakkının güvence altına alınması için hazırlanan Bilgi Edinme Kanunu çıkarılmıştır.
• Ocak 2004’te Askeri Ceza Kanunu ve Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve İç Tüzüğü Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle askeri mahkemelerin işleyiş ve tabi olduğu prosedürler sivil mahkemelerle uyumlu hale getirilmiştir.
• Olağanüstü dönemleri çağrıştıran, yargı bağımsızlığı noktasında tartışma konusu olan ve yönetim sistemimiz içinde büyük eleştirilere muhatap olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri 30 Kasım 2004 tarihinde AK Parti iktidarımız döneminde hukuk sistemimizden çıkartılmıştır.
• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ölüm cezasını her koşulda kaldıran 13 No’lu Protokolü’nün Türkiye iç hukukuna uyarlanması süreci tamamlanarak Ekim 2005’te yürürlüğe girmiştir.
• Yeni Basın Kanunu çıkarılmış, yayınevlerinin kapatılmasına ve basım araçlarına el konulmasına yol açan uygulamalar kaldırılmış ve basın özgürlüğünün güçlendirilmesine yönelik bir dizi düzenleme hayata geçirilmiştir.
• Türkçe dışındaki dil ve lehçelerin yayımlanabilmesi, öğrenilebilmesi ve öğretilebilmesi için yapılan yasal değişiklikler kapsamında yeni dil kurslarının açılması ve Kürtçe, Arapça, Lazca gibi dillerde radyo ve televizyon yayıncılığının kurulması sağlanmıştır. Bu dönemde, Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde özel kurslar açılmış ve yayınlar başlatılmıştır. TRT tarihinde ilk kez Arapça ve Kürtçe yayın yapan iki kanal faaliyete geçirilmiştir.
• Terörden zarar gören vatandaşlarımızın bu zararlarının hızlı ve adil bir şekilde karşılanması amacıyla Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Tazmini
Hakkında Kanun, Temmuz 2004’te yürürlüğe konmuş ve etkin bir şekilde uygulanmıştır.
• Şiddet içermeyen düşüncelerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilerek mahkûm edilmesini engellemek için Eylül 2004’te kabul edilen yeni TCK’nın 216. maddesinde buna dair değişiklik yapılmış ve cezanın ancak eylemin açık hale12 gelmesi, kin ve düşmanlığı kışkırtarak şiddete teşvik etmesi halinde uygulanması gerektiği vurgulanmıştır.
• Buna paralel olarak demokratik bir yönetimin hayata geçirilmesi için, sivil toplumun güçlenmesi ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanması amacıyla, 5253 sayılı Dernekler Kanunu yürürlüğe konulmuş ve bu suretle dernek kurma hakkına getirilen kısıtlamalar kaldırılarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak örgütlenme özgürlüğü sağlanmıştır.
• Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının daha demokratik temele dayandırılması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılmıştır.
• İnsana saygı esasına dayanan özgürlükçü karakteri ön planda bir ceza hukuku düzeni kurulması amacıyla uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkelerine uygun olarak Türk Ceza Kanunu yeniden düzenlenmiş; Eylül 2004’te bu yeni içerikle kabul edilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu, Kabahatler Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve Denetimli Serbestlik Kanunu çıkarılarak yeni bir ceza adaleti anlayışına geçilmiştir.
• Bu kapsamda TCK’da uluslararası ceza hukukunda tanımlanan suçlar arasında yer alan soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar için önemli cezai yaptırımlar
hayata geçirilmiştir. Yine işkence ve kötü muameleyi önlemeye yönelik tedbirleri içeren yeni TCK, ülkenin uluslararası standartlarla uyumlu bir yasal zemine kavuşması noktasında önemli bir köşe taşı olmuştur.
• Bugün Türkiye, artık faili meçhullerle, yargısız infazlarla, işkence ve kötü muamelelerle anılmayan bir ülke haline geldiyse, bunda hükümetimizin kararlı ve ısrarlı mücadelesi belirleyici olmuştur. “İşkenceye sıfır tolerans” politikası çerçevesinde yaptığımız yasal değişiklerle, işkence ve kötü muamelenin tanımı genişletilmiş, verilen cezalar artırılmış ve bu cezaların tecili ve paraya çevrilme imkanı kaldırılmıştır.
• Uluslararası insan hakları mekanizmaları aracılığıyla iç hukuk sistemini daha dagüçlendirilmesi amacıyla, Eylül 2005’te İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık13 Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin İhtiyari Protokolü (OPCAT) imzalanmıştır.
• Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının daha demokratik temele dayandırılması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılmıştır.
• İnsan haklarını korumak, geliştirmek ve kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması için çalışmak amacıyla Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kurulmuştur.
• Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılan değişikliklerle siyasi partilere üyelik ve partilerin işleyişi konularında daha demokratik kurallar getirilmiş, siyasi partilerin kapatılması zorlaştırılmış, Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilerin kapatılmasına karar vermesi için beşte üç çoğunluk şartı getirilmiştir. Demokratik siyasetin alanı genişletilerek siyasi partilerin Türkçe dışındaki dillerde propaganda yapmalarına imkân sağlanmış; Kürtçe propagandanın önü açılmıştır.
• AK Parti iktidarında, demokratikleşmenin ve yerelleşmenin bir gereği olarak, belediyeler ve il özel idareleri, Anayasamızda belirtilen “yerinden yönetim” ilkesi çerçevesinde yeniden ele alınmıştır. Yerel yönetimler görev, yetki ve kaynak bakımından güçlendirilmiştir.
• Hükümetlerimiz döneminde terör ve terörle mücadele kapsamında terörden zarar gören vatandaşlarımızın bu zararlarının hızlı, etkin ve adil bir şekilde karşılanması amacıyla 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 27.07.2004 tarihinde yürürlüğe konmuş ve etkin bir şekilde uygulanmıştır.
• Başta güvenlik olmak üzere çeşitli nedenlerle köylerinden ayrılan ailelerden geri dönmek isteyenlerin iskân edilmeleri amacıyla başlatılan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi 14 ilimizde yürütülmüş ve vatandaşlarımızın köylerine geri dönüşü sağlanmıştır.
• İnanç ve ibadet özgürlüğünün kapsamının dini azınlık gruplarının taleplerini de içerecek tarzda genişletilmesine dönük çalışmalar hayata geçirilmiştir.
• 2009’da Alevilerin temel sorunlarının gündeme gelmesi ve kalıcı çözümler üretilmesine hizmet etmesi amacıyla Alevi Çalıştayları düzenlenmiştir.14
• Türkiye’de kimlik temelli siyaset anlayışının tamamen ilgasına dönük bir çabayı ifade eden Alevi Çalıştayları ve süreç boyunca yapılan çalışmalar silsilesi 20 Ekim 2022’de AK Parti’nin TBMM Başkanlığı’na sunduğu kanun teklifiyle somut ve yeni bir boyut kazanmıştır. Bunun neticesinde, 2022 yılında Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulmuştur.
• Atılan demokratikleşme adımları Süryaniler, Nusayriler, Yezidiler ve Keldaniler için de geçerli olması hedeflenmiştir, ki bu doğrultuda söz konusu inanç kesimlerinin dini inançları doğrultusunda ibadet, eğitim ve örgütlenme hakları bakımından yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi yönünde yeni adımların atılması kararlaştırılmıştır.
• Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur) malı Manastır Vakfı’na iade edilmiştir.
• Roman Dili ve Kültürü Araştırmaları Enstitüsü kurulmuştur.
• Yaşayan Diller Enstitüsü adı altında Kürt Enstitüsü kurulmuştur.
• Kürtçe dil dersleri okullarda seçmeli ders olarak okutulmaya başlanmış; Kürtçe yayınlarla ilgili sınırlamalar ve yasaklar kaldırılmıştır.
• Kürtçe eğitim veren özel okulların açılmasının önündeki yasaklar kaldırılmıştır.
• Kürtçe alfabede kullanılan Q, X, W harflerinin kullanımının önündeki engeller kaldırılmıştır.
• TDK tarafından Kürtçe-Türkçe sözlük basılmıştır.
• Kürtçe çağrı merkezleri açılmıştır.
• Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından Kürt edebiyatının önde gelen isimlerinin eserleri basılmıştır.
• Kürtçe Kuranı Kerim meali basılmıştır.
• Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından Devlet Tiyatrolarınca Kürtçe tiyatro eserleri sahnelenmeye başlamıştır.
• Yargı kurumlarında Kürtçe tercüman hizmeti getirilmiştir.
• Cezaevlerinde ana dilde konuşabilmenin önündeki engeller kaldırılmıştır.
• Yol kontrolleri azaltılmış veya kaldırılmıştır.
• Köye dönüş konusundaki engeller kaldırılmıştır.
• Bölge illerine yapılan uçak seferleri artırılmıştır.
• Yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesine imkân sağlanmıştır.15
• Yayla yasakları kaldırılmıştır.
• Bölgede yeni barajların yapımına başlanmış ve sulama kanalları yaygınlaştırılmıştır.
• KÖYDES ve BELDES projeleriyle bölge altyapısı güçlendirilmiştir.
• Sınır ticareti yeniden serbest bırakılmıştır.
• GAP yatırımları hızlandırılmıştır.
• Özel sektör yatırımları için önemli teşvikler çıkarılmıştır.
OHAL’in kaldırılmasından, Kürtçe televizyonun açılmasına, seçimlerde Kürtçe propaganda yapılmasından, yayla yasaklarının kaldırılmasına değin geniş bir yelpazede yapılan düzenlemeler sorununun çözümünde önemli mesafeler alınmasını sağlamıştır.
Devrim niteliğindeki bu düzenlemeler geçmiş yıllarda telaffuz dahi edilemezken, bugün kanıksanmış ve gündelik yaşamın ayrılmaz parçası haline gelmiştir.
Kürt Sorunu olarak belirtilen tüm talep ve konu başlıklarındaki düzenlemeleri Cumhurbaşkanımız liderliğinde AK Partimiz gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla biz bu meseleyi bir hedef olarak değil süreç olarak görmekteyiz. Bu süreci en iyi ifade eden kavram ‘pedal çevirme’ metaforudur. AK Partimiz bu meseleyi dün olduğu gibi bugün de kendi iradesi ve siyaset anlayışıyla ‘terörün sona ermesi ve 86 milyonun kardeşliği’ olarak ele almaktadır.
Kürtçe kasetlerin yasak olduğu, vatandaşlarımızın çocuklarına ‘Berfin, Rojda, Welat, Azat’ ismini koyamadıkları dönemden devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayın yapılan döneme bizim zamanımızda gelinmiştir. Dolayısıyla bu adımlar terörü tam olarak durduramasa da terörizme desteği zayıflatmıştır.
Muhalefetin tüm engellemelerine rağmen sessiz devrim niteliğindeki bu adımlar hayata geçirilmiştir. AK Partimiz bu adımları milletimiz için atmıştır. Sürekli reform anlayışıyla zaman ve mekân farkı gözetmeksizin daima reform gündemine bağlı kalmıştır. Biz bu adımları atarken oy kaygısıyla hareket etmedik. Milletimizin birliği ve devletimizin bekasını esas alarak hareket ettik.
Demokratikleşme adına geniş bir yelpazede yapılan düzenlemeler sorununun çözümünde önemli mesafeler alınmasını sağlamıştır. Devrim niteliğindeki bu 16 düzenlemeler 1990’lı yıllarda telaffuz dahi edilemezken, bugün kanıksanmış ve gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Kürt sorunu olarak belirtilen tüm talep ve konu başlıklarındaki düzenlemeler Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız liderliğinde AK Partimiz döneminde hayata geçirilmiştir. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 12 Ağustos 2005 Diyarbakır konuşmasındaki ifadeleriyle sorunu bütünüyle ele almış; çözüm iradesini ortaya koymuştur.
“Her ülkede geçmişte hatalar yapılmıştır. Her ülke geçmişinde zor günler yaşamıştır. Türkiye gibi büyük bir devlet ve güçlü ülkede pek çok zorluğun harmanından geçerek bugünlere geldik. O nedenle geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz. Büyük devlet, güçlü millet kendisi ile yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahip millet ve devlettir. İktidarımız bu bilinçle ülkede hizmete soyunmuştur. Ben milletimin ve devletimin özgüvenine, tarih bilincine ve coğrafya şuuruna inanan bir kadronun başbakanı olarak huzurunuzdayım. Şuna inanıyorum ki geçmişle yüzleşerek geleceğe yürürken, geçmişin davaları ile geleceği ipotek altına almamak mümkündür.
Bu soruna illa isim koyalım diyorsanız, Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur. Türk olsun, Kürt olsun, Çerkez olsun, Abhaz olsun, Laz olsun, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak sorunudur. Kürt sorunu ne olacak diyenlere diyorum ki, bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur. Biz büyük bir devletiz ve millet olarak bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı temel prensipler ve Cumhuriyet ilkesi, anayasal düzen dahilinde her sorunu, daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz. Bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz de.
Şundan hiç endişeniz olmasın; söyleyecek sözü olan herkesi dinlemeye hazırız, hakkaniyet sahibi herkese kulak vermeye hazırız. Yeter ki gelecek umutlarımıza gölge düşüren şiddeti ve kavgayı bertaraf edelim. Türkiye’nin geldiği noktadan geriye adım atılmayacağını, demokrasinin bütün17 vatandaşlarımız tarafından hissedilerek derinleşeceğini herkesin bilmesi gerekir. Demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin vermeyeceğiz.”
Türkiye’de birçok etnik unsurun olduğunu ve bunlar arasında ayrım yapılamayacağını ifade ederken, bu etnik grupları birbirine bağlayan bağın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı bağı olduğunu söylemektedir. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız insanların hangi din ve mezhepten olursa olsun, kendilerinin hepsine eşit mesafede olduklarını ve kimsenin kimseye üstünlüğü olmadığını belirtmektedir. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın bir diğer önemli konuşması, 11 Ağustos 2009 tarihinde AK Parti Grubu’nda yaptığı “Demokratik Açılım” konuşmasıdır.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın konuşmasında niyetlerinin samimi olduğunu belirtirken amaçlarının annelerin gözyaşlarına, evlat acısına ve delikanlıların hayatlarını kaybetmesine engel olmak olduğunu dile getirmiştir. Cumhurbaşkanımız konuşmasında şunları söylemiştir:
“Türkiye’nin kaybetmesine, daha büyük risk ve tehditlerle karşılaşmasına tahammülümüz yok. Ülkenin bir bölümü üzerine çökmüş kara bulutlara tahammülümüz yok… Değerli kardeşlerim umutsuzluğa tahammülümüz yok.
Biz artık Botan Çayı’nda serinlemek, Zap Suyu gibi coşmak, Dicle, Fırat, Murat gibi barışa, kardeşliğe akmak istiyoruz. Derdimiz bu. İstiyoruz ki Munzur Dağları’nda hep birlikte kardelenler toplayalım… Cudi Dağı’ndan yediverenler, Ağrı Dağı’ndan çiğdemler dermek istiyoruz.
Ülkemin yedi coğrafyasından derilmiş çiçekleri, ülkemin annelerine, o tertemiz yüreklere vermek istiyoruz. Türkiye’ye yeni ufuklar açmak, Türkiye’yi şaha kaldırmak, Türkiye’yi artık kabına sığmaz, tutulamaz, güçlü bir ülke olma yolunda zapt edilemez hale getirmek istiyoruz. Bunun mümkün olduğuna inanıyoruz. Çünkü bunu yedi yılda gördük. Nereden nereye geldiğimiz ortada.
Bedeli her ne olursa olsun, bunu başaracağız. Hep birlikte başaracağız… Burada olanlarla olmayanlarla birlikte başaracağız. Bu kardeşlik projesini,18 bu bütünleşme projesini, bu Türkiye’yi ayağa kaldırma projesini hep birlikte başaracağız…”
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın soruna yaklaşım ve çözüm konusunda devletin resmi tezlerini değiştirdiğini ve kuru ‘kardeşlik’ söyleminin ötesine geçip hem iktisadi yatırımları hem de devrim sayılacak demokratik reformları hayata geçirdiğini teslim etmek gerekmektedir.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bizim dönemimizde Batı’da ne varsa Doğu’da da o olacaktır” ifadesiyle bölgeye çok büyük yatırımlar yapıldığının göstergesi niteliğindedir ki, bu meseleyi dün olduğu gibi bugün de kendi iradesi ve siyaset anlayışıyla ‘terörün sona ermesi ve 86 milyonun kardeşliği’ olarak ele almaktadır.19

