İşler iyi gitmiyor.
Tuncer Bakırkan’ın, İmralı yani Öcalan için, “aç-kapa musluğu muamelesi” eleştirisi ve bir aydır iletişim kurulamadığı bilgisi, işlerin yolunda yürümediğini haber veriyor. Örgüt şefleriyle telekonferanstan sonra Öcalan’ın devlet marifetiyle kapalı musluk moduna sokulduğu iddiasının DEM’den gelmesi çok dikkat çekici.
Tülay Hatimoğulları’nın vitesi ileri atıp, belediye soruşturmaları üzerinden CHP’nin tasfiyesine karşı çıkmasını ve bu gündem üzerinden Saray’a parmak sallamasını, bu musluk metaforunun yanına dikkatle yerleştirmelisiniz. Üçüncüsü, eşzamanlı olarak ABD’nin bölge komiseri Tom Barrack’ın “Federasyona yakın bir şey” diyerek, elinde makas ve dikiş iğnesiyle Suriye devletine don biçmesi.
Derinlerden, kafaların-kemiklerin kırılmak üzere olduğu sert çatışma sesleri geliyor. Ben bu durumu “paradigma çatışması” olarak niteliyorum. Çözüm, değişen paradigmaları serin devlet aklıyla kavramaktan ve yeni paradigmaya göre duruma vaziyet etmekten geçiyor.
Su başlarını tutanlar:
Yerçekimine göre işleyen sıkıştırmalı geleneksel musluk teknolojisi, valfler ve seramik disklerle aç kapa musluklarına dönüştü. Bugün her ikisi de kullanılıyor ama aç-kapa modelinin konforu başka. Teknolojiler farklı, ikisi arasında esaslı bir paradigma değişikliği bulunuyor.
Karmaşık sosyal sorunları, derin katmanları olan siyasî çatışmaları çözmek yerine kontrol altına alıp yönetmeyi tercih ederseniz, su başını tutmanız ve musluğu açıp kapamanız bazen yeterli oluyor. Susuz kalınca insanlar gözlerini mecburen musluğun başındakine dikiyor ve sonunda onun isteklerini yerine getirmeye girişiyor. Putin’in Gazprom musluğunun başına oturup Rusya’yı kemiksiz yönetmesi, Suud’un petrol zenginliği üzerinden saltanatını sürdürmesi gibi.
Kürt Sorunu ve Suriye’deki gelişmeler musluk paradigmasına uymuyor. Kürtleri, suyun başına oturup gücünüze ram edemezsiniz. Bölge sorunlarını, bilhassa Suriye’deki kritik gelişmeleri tepesine oturduğunuz musluğu açıp kapayarak yönetemezsiniz.
Tuncer Bakırhan haklı: İmralı bir aç-kapa musluğu değil. Çünkü İmralı suyun başı değil. Kürtlerin derin sosyolojisi devrede, yüzyılların birikimi ile asırlık bir sorunu çözmeye davranıyorsunuz, bölgenizde altın değerinde -her an elinizden kaçmaya hazır- fırsatlar yakalamışsınız. Öcalan sadece Kürt siyasetine değil Devlete de kalıcı bir mimariye girişeceği geniş bir alan açıyor.
Her şeyden önce bu sorunu, işaret parmağınızla açıp kapayacağınız bir Artema musluk olarak göremezsiniz. İmralı’yı suyun başı olarak görenler, geleneksel teknikle musluğu fazla sıkıştırmışlar. Şimdi açamıyorlar.
DEM çıkış arıyor:
Suriye’deki belirsizlikler DEM’in elini-kolunu bağlıyor. Dar alanda çıkış arıyorlar.
Hatimoğulları’nın CHP’ye sahip çıkması, CHP’nin ötesinde Saray’ı köşeye sıkıştırma amacı taşıyor. Bu mesajda biri tespit, ikincisi tehdit iki unsur var. Birincisi, “Çözüm Süreci mevcut iktidar yapısıyla yürümüyor” tespiti. İkincisi, çareyi iktidar değişiminde arama tehdidi. Bu tespit ve tehdit, Çözüm Süreci’ne her şeyini vakfetmiş Bahçeli’yi tutum almaya zorlayarak Türkiye’yi erken seçime götürme planı içeriyor.
Herkes erken seçimin MHP’nin silahı olduğunu düşünüyor. Gerçekte bu güç DEM’in elinde. Tekrar tekrar sıraladıkları haklı gerekçelerle (İnfaz yasası, AYM-AİHM kararlarının uygulanması, Kayyım meselesi vs.) Çözüm’ün mevcut iktidarla yürümediğini ileri sürüp, kendisini rölantiye alırsa, Türkiye kısa zamanda seçime gider. Komisyon, Saray’ın zaman kazanma stratejisine su taşıyor, iktidar fiili hiçbir adım atmıyor. Süreç alenen kilitleniyor.
Suriye’de oyun alanı daralıyor. Kürt siyaseti eteğindeki taşları saklayarak, sabırla yutkunarak üstlendiği yapıcı-onarıcı rolü, Suriye’deki gelişmelere göre hemen terkedebilir. İmralı’ya aç-kapa musluğu muamelesi yapanlar patlayan baraj sularının altında kalabilir, musluğun hiçbir anlamı kalmayabilir.
Suriye: Asıl derin sosyoloji
ABD Büyükelçisi ve Suriye temsilcisi Barrack’ın orkestrasyonunda Kürt Siyasetini zorlayan, Türk Devleti’ni aç-kapa musluğuna mahkûm eden bölgesel gelişmeler, köklü bir paradigma değişikliğini gerektiriyor. Suriye’nin, coğrafyanın kaderi altında şekillenmiş ve kolay değişmeyecek zor ve derin bir sosyolojisi var. Meseleye basit bir güvenlik ve diplomasi sorunu olarak bakanların bu yeni paradigmaya sıçrama yapması ve gerçekçi olmaları lâzım.
Doğrudan Türkiye’nin çözmesi gereken esas sorun, Suriye’nin bu değiştirilmesi çok zor derin etnik-mezhebî-geleneksel yapısı içinde, insanların barış ve refah içinde yaşayacakları bir anayasal mühendislik projesi geliştirmek. Adem-i Merkeziyetçilik tezini Barrack’ın elinden almak için bu meseleye, Suriye’nin güvenliğinden önce sosyolojisine uygun bir idarî teşkilatlanma çözümü olarak yaklaşmak. Mevcut haliyle Suriye toplumunu, yetkileri merkezde toplayarak barış içinde bir arada tutamazsınız. Sosyoloji, güvenlik kaygılarından önce gelmeli; çünkü başka türlü güvenlik sorunları çözülemez.
Sıkı örgütlenmiş aşiretlerin, her an radikalizme sapmaya hazır İslâmcıların, mezhep sığınaklarının, Kürtler ve Araplar arasında birey esasında laik yaşam tarzlarının arasındaki çatlaklarda bırakın bir devlet düzenini, asgari bir toplum hayatını bile yürütemezsiniz.
Musluğu açıp kapatarak bu kadar zorlu bir sorunla başedemezsiniz; ancak kendinizi kandırır, duvara tosladığınızda nerede hata yaptığınızı bile anlayamazsınız.
Paradigma değişimi şart:
Çok kuvvetli bir paradigma devrimine ihtiyacımız var. Türkiye’nin Suriye’de güvenebileceği ve aynı yolda yürüyebileceği aslî partner Kürtler. “Şayet Suriye’de adem-i merkeziyetçi bir model olursa, Türkiye Kürtleri de aynı şeyi ister” korkusu, aklı ve mantığı esir alıyor. Türkiye’nin milli birlik ve bütünlüğünü tesis edecek olan güç, bırakın adem-i merkeziyetçiliği bir zamanlar Özal’ın yaptığı gibi federalizmi bile tartışabilecek olgunluktan geçiyor. Sadece olgunluk. Bin yıldır bu topraklarda Kürtlerle Türkleri bir arada yaşatan olgunluk. Misak-ı Millî paradigmasına dönmek bu olgunluğu ve duru aklı hatırlamak için yeterli.
Kürtlerin başı belada. Süleymaniye’de KYP içindeki çatışmalar, Kürt siyasetinin zorlu yolculuğuna en az beklenen yerden sinir bozucu işaretler veriyor. Bölge Kürtlerinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile uzlaşıp, ittifaktan öte bir ortaklaşmaya gitmekten başka çareleri yok. SDG Şara’ya ve Şam’a güvenmiyor, ama Türkiye’ye güvenebilir. Silahlı güçlerini Türk ordusunun denetimine ve işbirliğine açarak, Şam’a karşı da elini güçlendirebilir. Türkiye’nin amacı karşılıklı güveni tesis etmek olunca, Kürtlerin ne kaybı olacak?
Merkeziyetçilik, halkına güvenmeyen devletlerin bütün tehlikeleri bertaraf etme paranoyası ile somutlaşır. Güvenmeyene güvenilmez. Üniter ulus devletlerin paradoksu budur. Halbuki adem-i merkeziyetçiliğe sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin geri kalanının da ihtiyacı var. Merkezin yerele yetki devri, etkili-denetlenebilir ve ucuz kamu hizmetlerinin anahtarıdır. Güvenlik açısından Suriye’de Dürzileri Arap aşiretlerinden, Nusayrileri Radikal İslâmcılardan, Kürtleri Şam yönetiminden koruyacak daha pratik bir çözüm var mı?
Zaman aleyhimize işliyor. Fırsatlar çürümüş meyveler gibi ağaçtan tek tek düşüyor.
Belli ki aç kapa musluğu Saray’ın elinde. Devlet kadroları marifetiyle kotarılmış projeler, İmralı gibi Saray’daki aç-kapa musluğuna takılıyor. Süreç, lafla peynir gemisini yürütmekle görevli Meclis Komisyonu’na havale edilmiş durumda. Somut hiçbir adım yok.
Tülay Hatimoğulları’nın CHP’ye sahip çıkarken dayandığı üzere, Belediye soruşturmaları çözülmeden Çözüm Süreci’nin yürütmek mümkün değil. Bu açmazın, şu an sadece periskopu görünen denizaltının sudan çıkıp yükselmesi gibi görünür hale gelmesini bekliyoruz.
Kaynak: turkishpost.net