Tarih: 09.11.2019 15:39

ABD, HONG-KONG, YEMEN VE SURİYE'DE NEYİ AMAÇLIYOR?

Facebook Twitter Linked-in

Kâinatta tesadüf diye bir şey yoktur. Her olayın bir sebebi ve hedefi vardır. Son dönemde dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen ve birbirleriyle alakası yokmuş gibi görünen bazı olayları bu açıdan ele almaya çalışacağız.  
 
Hong Kong’daki karışıklıkları, Hindistan'ın 5 Ağustos 2019 tarihinde Cammu-Keşmir ile ilgili aldığı kararı, Suudi Aramco’nun vurulması sonrası Amerika Birleşik Devletleri'nin İran’ı hedef göstermesini ve Suriye'deki olayları, farklı yönleri ve farklı boyutlarıyla değerlendirmeye gayret edeceğiz.
 
Bu konuları ele almadan önce bazı hatırlatmalar da bulunmak istiyoruz. 12 Eylül 2019 tarihinde SDE’de düzenlediğimiz panelde SDE Başkan Yardımcısı Sinan Tavukcu, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgal etmesinin maddi ve insani maliyetlerini çok çarpıcı rakamlarla ortaya koyan değerli bir sunum yaptı. Yazımızın başlığındaki hareket noktasının iyi anlaşılması gerekiyor. Bu sebeple şimdi “Yanlış Hesap Bağdat’tan Döner!” başlıklı o sunumdan geniş bir özeti sizinle paylaşmak istiyoruz.

ABD başkanı George W. Bush, West Point (ABD Askeri Akademisi)’te 1 Haziran 2002’de yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
 
“Terörle savaş, savunmayla kazanılmayacaktır. Savaş alanını düşmanın bölgesine götürmeli, planlarını bozmalı ve ondan kaynaklanacak tehditleri, ortaya çıkmalarına fırsat bırakmadan etkisiz hale getirmeliyiz. Günümüz dünyasında, güvenliğe giden tek yol, eylemden geçmektedir…”
 
20 Eylül 2002 tarihinde açıklanan “Yeni Amerikan Millî Güvenlik Stratejisi”; potansiyel tehdit oluşturduğu, ileride problem çıkarabileceği düşünülen her oluşum ya da ülkeye karşı nerede olursa olsun “ön alıcı saldırı” yapılmasını ve gerekirse düşman devletlerdeki rejimlerin değiştirilmesini öngörüyordu. 
 
ABD, saldırıdan sorumlu tuttuğu El Kaide ve Taliban’ı yok etmek gerekçesiyle, 7 Ekim 2001’de “Kalıcı Özgürlük Operasyonu” adıyla Afganistan’ı işgal etti. ABD başkanı George W. Bush, ABD liderliğinde NATO kuvvetlerinin işgal amacını, “haçlı savaşını başlatıyoruz” sözleriyle açıklamıştı.
 
İşgaller Öncesi Hesaplanan Maliyetler
 
1991’de başlayan 1. Irak Savaşı’nda ABD öncülüğündeki işgalci koalisyon güçlerinin savaş maliyeti 61 milyar dolar olarak gerçekleşmiş, ABD sadece 7 milyar dolarlık kısmını üstlenmişti. Maliyetin 36 milyarlık kısmını Suudi Arabistan, 10 milyarını Japonya, 6,6 milyarını Almanya kalanını da Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn ve Umman ödemişti.
 
ABD, 2001 Ekim ayında Afganistan’ı, ardından Mart 2003’te Irak’ı işgal etti. Irak işgali öncesinde savaşın maliyetine ilişkin çeşitli kurum ve analistler tarafından çalışmalar yapıldı, raporlar hazırlandı. Savaşın maliyetini çeşitli kuruluşlar şöyle tahmin etmişti:
 
Temsilciler Meclisi: 48-60 milyar dolar.
 
Kongre Bütçe Ofisi (CBO) ve Meclis ve Senato Bütçe Komitesi: 50 milyar dolar.
 
Beyaz Saray Ofisi ve Bütçe Direktörü Mitch Daniels: 50 milyar ile 60 milyar dolar arası.
 
Meclis'teki Demokratlar: 93 milyar dolar.
 
ABD Savunma Bakanlığı 60 ila 95 milyar dolar.
 
Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz: 10 milyar ila 100 milyar dolar arası.
 
Başkan Yardımcısı Dick Cheney: 80 milyar doları aşmayacak.
 
ABD’nin BM Büyükelçisi Thomas R. Pickering: 20 milyar dolar.
 
Brookings Enstitüsü analistlerinden Michael O’Hanlon: 40-50 milyar dolar ve her yıl 20 milyar ek masraf söz konusu olabilir.
 
İngiliz düşünce kuruluşu “The Institute of International Strategic Studies”, 100.000 kişilik bir ordu ile Irak’ı 5 yıl kadar bir süre işgal etmenin yaklaşık 125 milyar dolara mal olacağını öne sürmüştü.
 
Yale profesörü ve savaş karşıtı William D. Nordhaus: Azami 57 milyar dolar.
 
En yüksek maliyeti Başkan George Bush’un danışmanlarından Lawrence Lindsay hesaplamıştı. Ona göre savaş maliyeti 100-200 milyar dolar arasında gerçekleşecekti.
 
Gerçekleşen Maliyet
 
ABD ve diğer işgal kuvvetleri 1. Irak Savaşı’ndan farklı olarak şiddetli bir direnişle karşılaştılar. Bu durum hem işgal süresini uzattı hem de savaşın maliyetini artırdı.
 
Washington Enstitüsü ile Rhode Island eyaletindeki Brown Üniversitesi'nin ortak yaptığı "ABD'nin 2019 itibariyle 11 Eylül Sonrası Savaşlarının Bütçe Maliyetleri” başlıklı raporda, teröre karşı savaş politikasının maliyetinin 2023 yılı itibariyle 6,7 trilyon dolara çıkacağı açıklandı. (https://www.aa.com.tr/tr/dunya/terore-karsi-savas-politikasinin-abdye-maliyeti-6-trilyon-dolar/1311897).
 
Savaşın maliyeti üzerine çalışan bazı uzmanlara göre, fiili maliyete ilaveten, hem Afganistan hem de Irak savaşını finanse etmek için alınan borçların faizleri vade sonu olan 2053 yılına kadar 7 trilyon dolar düzeyine erişecek. 

 

 
Maliyetler içinde en dikkat çeken hususlardan birisi israf ve yolsuzlukların büyüklüğü. Genel Müfettişlerin Irak ve Afganistan ofislerinden gönderdikleri raporlarda, ABD ordusunun Irak’taki israf ve sahtekarlığının 60 milyar doları bulduğu, Afganistan’ın yeniden yapılanma çabalarına harcanan 100 milyar doların büyük bir kısmının israf edildiği tespit edildi. (Kaynak:https://harvardpolitics.com/united-states/waste-greed-fraud-business-makes-worlds-greatest-army/).
 
Askeri Kayıplar
 
ABD, 2016 yılı itibariyle, Irak ve Afganistan’da toplam 2 milyon askerini dönüşümlü olarak görevlendirdi, askeri ekipmanının %40’ını bu savaş sırasında Irak’a yığdı.
 
Yeni savaş modelinde Amerikan ordusunun vazgeçilmez partnerleri haline gelen paralı askerler Afganistan ve Irak savaşında temel savaşçı güçler olarak yer aldı. 2008 yılı itibariyle Irak’ta konuşlandırılan ABD askeri 165.607 iken paralı asker sayısı 154.825’i (26.869’u ABD vatandaşı) buldu. Savaşın en kızıştığı 2010 yılı itibariyle Afganistan’da görev yapan toplam ABD askeri sayısı 93.800 iken özel güvenlik şirketlerine bağlı personel sayısı 107.479 idi. 
 
2. Irak Savaşının başlamasından önce yapılan araştırmalarda, ABD kamuoyunun savaşta kaybetmeyi göze alacağı asker sayısının 1.500 olduğu hesaplanmıştı.
 
Ancak, 2018 Ekim ayı itibariyle Irak’ta öldürülen ABD askeri sayısı 4.550’ye ulaştı. Ayrıca ABD müttefikleri de 323 asker kaybetti. Yaralı sayısı 33.328’di. ABD Savunma Bakanlığı ile kontrat yapmış paralı askerlerden ölenlerin sayısı en az 3.793’tü.
 
2018 Ekim ayı itibariyle Afganistan'da koalisyon askerlerinin toplam kaybı 3.542 idi ve ölenlerin 2.401’i ABD askeriydi. Savaşta 20 bin 431 ABD askeri de yaralanmıştı. Özel güvenlik şirketlerinin kayıplarıysa 3.937’ydi.
 
(Kaynak:https://watson.brown.edu/costsofwar/files/cow/imce/papers/2018/Human%20
Costs%2C%20Nov%208%202018%20CoW.pdf)
 
ABD, Afganistan’da 20 bin, Irak’ta 50 bin asker kaybetti
 
Ancak bağımsız kaynaklara göre bu savaşın kayıp rakamları gizleniyordu. Gerçekte ABD Ordusunun Irak’taki kayıplarının 50 bini, Afganistan’da ise 20 bini geçtiği iddia ediliyordu. Bu kayıplara, ABD adına savaşan paralı askerler ve özel güvenlik şirketlerinin kayıpları dâhil edilmemişti.
 
Öte yandan, savaştan dönen askerlerde görülen psikolojik rahatsızlıklar şaşırtıcı boyuttaydı ve tedavi masrafları ABD bütçesini zorluyordu. 2002-Aralık 2012 döneminde, savaşan 103.792 askere travma sonrası stres bozukluğu (post-traumatic stress disorder-PTSD) teşhisi, 253.330 askere bir tür Travmatik Beyin Hasarı (Traumatic Brain Injury-TBI) teşhisi konuldu. Kaynak:https://journalistsresource.org/studies/government/security-military/us-military-casualty-statistics-costs-war-iraq-afghanistan-post-911/)
 
Saklanamaz hale gelen sözde “terörle mücadele” savaşındaki başarısızlığı ve hesap bilmezliği, ABD Başkanlığına seçilen Cumhuriyetçi Donald Trump, “Ortadoğu'da 6 trilyon dolar harcadık. Bu parayla ülkeyi baştan aşağı iki kere kurardık. Yollarımıza, köprülerimize, tünellerimize ve havaalanlarımıza bakın, hepsi çok eskimiş durumda.” sözleriyle itiraf ediyordu (14 Kasım 2016’da CBS kanalına verdiği mülakat).
 
Beyaz Saray'da ABD'nin 2019 yılı bütçesine ilişkin açıklamalarda bulunan Trump "Birkaç ay öncesindeki son hesaplara göre Ortadoğu'da 7 trilyon dolar harcadık. 7 trilyon dolar. Büyük bir hata, ama durum bu. Ve bugün Ortadoğu, oraya pek de akıllıca olmayan bir şekilde 17 yıl önce girdiklerinden daha kötü durumda. Çok üzücü bir durum" tespitiyle Bush doktrininin fiyaskosunu ortaya koyuyordu.
 
Başkan Trump 3 Mart 2019’da yaptığı bir başka konuşmada, Irak'a yaptığı ziyareti hatırlatarak, uçağı inerken ışıklarının güvenlik amacıyla söndürüldüğünü ve buna çok şaşırdığını ifade ederek, "Biz Orta Doğu'ya son 20 yılda 7 trilyon dolar harcadık ama ışıklarını kapatmadan uçağımızı indiremiyoruz. Bu çok kötü” dedi.
 
3 Nisan 2019’da Baltık ülkeleri liderleri ile ortak bir basın toplantısında konuşan Trump, “Suriye’den çıkmak istiyorum. Askerlerimizi yurtlarına geri getirmek istiyorum. Ulusumuzu yeniden yapılandırmak istiyorum. Ortadoğu’ya son 7 yıl içinde 7 trilyon dolar para harcadık, karşılığında hiçbir şey almadık” dedi.
 
SDE Başkan Yardımcısı Sinan Tavukcu’nun sunumundan özetlediğimiz bu bilgiler ve rakamlar, işgalci ABD'nin korkunç bir çıkmazda olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. https://www.sde.org.tr/sinan-tavukcu/genel/yanlis-hesap-bagdattan-doner-kose-yazisi-11316
 
Son 10 yılda 60 binden fazla eski ABD askeri intihar etti
 
ABD Gazi İşleri Bakanlığı'nın yayınladığı 2019 yılı raporunda eski ABD askerlerinin ciddi rakamlarla intihar ettiği ortaya konuldu. Buna göre yıllık bazda 6 bini aşkın "gazi", yani ABD ordusunda savaşmış eski asker intihar ediyor. Bu sayı, günlük 16'dan fazla eski askerin intihar ettiği anlamına geliyor. Rapora göre Son 10 yılda intihar eden ABD askerlerinin sayısı ise 60 bini aşıyor.
 
ABD'nin eski askerler sorunu
 
Eskiden ABD ordusunda bulunan, ordudan ayrıldıktan yahut atıldıktan sonra sağlık hizmeti ve benzeri hizmetlerle ilişiği kesilen birçok eski asker, eskiden girdikleri çatışmaların ve katıldıkları savaşların fiziksel acı ve zihinsel rahatsızlığı dindirebilmek amacıyla uyuşturucu hap ve morfin kullanıyor. Aynı zamanda yaşadıkları savaşlar bu askerler üzerinde ağır psikolojik sorunlar bırakabiliyor. ABD'ye dönen askerlerden bazıları evsiz kalmış durumda ve yaşamlarına sokaklarda devam ediyorlar. Bu şartlara dayanamayan bazı askerler ise intihar ederek yaşamlarına son veriyor.
 
ABD kaybettikçe hırçınlaşıyor
 
ABD sadece asker ve para kaybetmiyor. Başarısız oldukça güven ve itibar da kaybediyor. Bu da rakipsiz süper gücün her gün daha fazla sorgulanmasına yol açıyor. Dünyaya söz geçiremez hale geliyor. Yani ABD uluslararası sahadaki üstünlüğünü hızla kaybediyor. Kaybettiğini gördükçe hırçınlaşıyor. Hırçınlaştıkça daha feci hatalar yapıyor ve daha çok kaybediyor. Bu kısır döngü sürüp gidiyor. 

2001’de Taliban ve Elkaide’yi hedef göstererek Afganistan’ı işgal eden ABD bugün resmi muhatap olarak kabul etmek zorunda kaldığı Taliban ile barışmak için müzakere sürdürüyor.
 
ABD, işgal ettiği ülkeleri mahvetti ama kendisi de mahvoldu 
 
ABD, Avrupa ülkeleri ile birlikte gerçekleştirdiği Afganistan ve Irak işgalleriyle  bu ülkeleri yakıp yıktı, harabeye çevirdi. Ama sonuç korkunç bir hezimet oldu. Maddi manevi telafisi mümkün olmayan yaralar açtı. İşgal ettiği ülkeleri mahvetti. Ama kendisi de çok şey kaybetti. O sebeple Washington, hedef ülkelere doğrudan savaş açma veya askeri operasyon düzenleme yerine, öteden beri kullandığı diğer yöntemleri öncelikli olarak uygulamayı tercih ediyor.
 
ABD ve İngiltere Hong Kong’u karıştırarak Çin’i dizginlemek istiyor
 
Çin, ABD ve Avrupa'nın ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü ciddi şekilde tehdit etmeye başladı. Batı dünyası bu gelişmeyi bir türlü kabullenemiyor.  Ama Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi doğrudan asker göndererek Çin’e karşı savaş açmayı da yukarıda saydığımız sebepler dolayısıyla göze alamıyorlar. Çünkü bunu yaptıkları takdirde fena şekilde hezimete uğrayacaklarının farkındalar. 

Komünist Çin'in iyice kapitalistleşerek ekonomik ve teknolojik olarak Batıya meydan okuyacak hale gelmesini hazmedemeyen ABD ve İngiltere, Hong Kong’da bağlantılı oldukları odakları harekete geçirerek Çin’in kendi iç meselelerine kapanmasını, ticari, teknolojik, askeri açılardan Batının üstünlüğüne alternatif olmasını engellemeye çalışıyorlar.

2019 yılının Haziran ayında başlayan halk hareketlerinin altındaki en önemli sebebin bu olduğu anlaşılıyor. 
 
ABD, Hindistan ve Pakistan'ın savaşmasını istiyor
 
Batılı ülkeler, Çin'den sonra ekonomik ve teknolojik açıdan Hindistan'ı da rakip olarak görüyor. Pakistan ise ABD başta olmak üzere Batı dünyasının çok önemli tehdit olarak gördükleri İslam ülkelerinden birisi. Pakistan, nükleer silah sahibi olan tek İslam ülkesidir. Batılı ülkeler, nükleer silah sahibi tek İslam ülkesi olan Pakistan'ın güçlenmesini asla istemiyor. Durum böyle olmakla birlikte ABD ve Avrupa, başta izah etmeye çalıştığımız sebeplerle Hindistan ve Pakistan ile doğrudan bir savaşı da göze alabilecek durumda değiller. O sebeple bu iki ülkenin farklı yöntemlerle devre dışı bırakılmaları ve güçlenmelerinin engellenmesi hedefleniyor. Bu amaçla Keşmir krizi devreye sokuldu.

5 Ağustos 2019 tarihinde Cammu-Keşmir’in “özerkliğinin kaldırılması” kararının Hindistan yönetimi tarafından alınmasında Batılı ülkelerin örtülü teşviklerinin  olduğu tahmin ediliyor. Durum böyleyse Hindistan  yönetiminin çok sinsi bir tuzağa düşürüldüğü anlaşılıyor. ABD ve İngiltere'den bir işaret veya teşvik görmeden Hindistan'ın böyle bir karar alma ihtimali çok zayıf. 
 
Hindistan'ın böyle bir karar alması kendisi açısından hiç akıllıca olmadığı gibi son derece tehlikeli ve korkunç ihtimalleri içinde barındıran yanlış bir karar. Böyle bir karar böyle bir politika asla Hindistan'ın milli çıkarlarına hizmet etmez. Renkli ve örnek demokrasisi ile tanınan aynı zamanda kadim bir İslam ülkesi olan, bilmem kaç yüz milyon Müslüman vatandaşı  bulunan Hindistan, böyle bir kararla çok tehlikeli bir tünele adım atmış oldu.

Hindistan'ın Cammu-Keşmir'in özelliğini kaldırması asla kabul edilemez. Cammu Keşmir sadece Pakistan ya da Hindistan'ın meselesi olarak görülmemelidir. Cammu Keşmir aynı zamanda 1.8 milyar Müslümanın ortak meselesidir. Tıpkı Filistin gibi… Hindistan 5 Ağustos 2019 tarihli yanlış kararıyla sadece Pakistan'ı değil 50'nin üzerinde İslam ülkesini de ciddi şekilde rahatsız ve rencide etmiştir. Geri adım atılmadığı taktirde bu durum Hindistan'ın dünyada son derece yalnızlaşmasına Batının ayak oyunlarına açık hale gelmesine, Hindistan vatandaşı Müslümanlardan bir kısmının radikalleşmesine ve Hindistan'ın hızlıca istikrarsızlaşmasına yol  açabilir. Bu da Hindistan'ın değil Hindistan'ı tehdit olarak gören ABD ve Avrupa'dan işine gelir.

Çin'in yanlış politikalarının oluşturduğu Uygur meselesinde ABD, Uygur Müslümanları çok sevdiği için değil, rakip olarak gördüğü Çin Devleti'ne karşı elverişli bir imkan olarak düşündüğü için Uygurları, Pekin yönetimine karşı kullanmaya çalışmaktadır. 
 
5 Ağustos kararında ısrarcı olması halinde Hindistan da gereksiz yere  benzer bir adım atmış olacaktır. Hindistan'ın yanlış kararı hem Keşmir Müslümanlarını, hem sayısını kendilerinin daha iyi bildiği Hindistanlı Müslümanları hem de dünyanın her tarafındaki diğer Müslümanları rahatsız etmiştir. 
 
Türkiye açısından Pakistan'ın çok müstesna bir yeri vardır. Hindistan ise Türkiye ile tarihi bağlara sahip, çok iyi ilişkileri olan önemli bir ülkedir. Böyle iki ülkenin karşı karşıya gelmesi veya savaşması asla arzu edilemeyecek bir durumdur. Temenni ederiz ki nükleer güç sahibi bu iki ülke Cammu-Keşmir meselesinden dolayı karşı karşıya gelmesinler.  Rakiplerini ve hasımlarını sevindirmesinler.
 
ABD İran ve Suudi Arabistan'ı savaştırmak istiyor
 
1979 Humeyni devriminden bu yana Amerika Birleşik Devletleri İran'ı hasım olarak görüyor. Humeyni devriminden hemen sonra 22 Eylül 1980 – 20 Ağustos 1988 arasında 8 yıl devam eden savaşla hem İran hem  bırak maddi-manevi güç kaybetti. İsrail açısından en önemli iki tehdit olan bu ülkeler, tehdit olmaktan kendi elleriyle çıkmış oldular.  8 yıl devam eden bu savaş iki tarafa da hiç bir şey kazandırmadı. Bu savaş, İsrail'in güvenliğini gözeten korkunç bir tuzaktı. İran ve Irak bu tuzağa düşürüldüler.
 
Suudi Arabistan ise kuruluşundan beri önce İngiltere'nin sonrada Amerika Birleşik Devletleri'nin müttefiki olan bir devletti. Fakat ABD'nin, 11 Eylül saldırılarını bahane göstererek hayata geçirmeye çalıştığı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile hedeflerden biri olan Suudi Arabistan, gerçeği gördü ve ABD'den kurtulmak için adımlar atmaya başladı. Fakat bunu yapmak o kadar da kolay olmuyor. Bağımsızlığın bedeli ve faturası önüne konuluyor.

BD kongresi, Suudi Arabistan’ın 11 Eylül saldırılarında rolü olduğunu vurgulayan ve Suudi Arabistan'a yargı yolunu açabilecek olan bir yasa tasarısı üzerinde çalıştığı sırada Suudi Arabistan, ABD'ye 11 Eylül resti çekmişti. New York Times'ın 17 Nisan 2016 tarihli haberine göre, Suudi yönetiminin restini 2016’nın Mart ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adel el-Zübeyir bizzat ABD'ye iletmiş, “Suudi Arabistan eğer kongre yasayı geçirirse elindeki 750 milyar dolar değerindeki Fed tahvilleri ve bonoları satacağını” aktarmıştı. https://www.ntv.com.tr/dunya/suudi-arabistandan-abdye-750-milyar-dolarlik-rest,X_XqqVlADk2tjOEXCMpv-Q
3 Ekim 2018’de ise ABD Başkanı Donald Trump’ın, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz'i, ABD'nin askeri desteği olmazsa iki haftada iktidarını kaybedebileceği, bunun bedelini ödemesi gerektiği konusundaki tehditleri unutulmamalı.
 
“Biz olmazsak iki haftaya burada olmayabilirsin"
 
Mississippi eyaletinde partisinin kongre ara seçimleri için düzenlediği seçim mitinginde konuşan Trump, "Kral Salman'ı severim, ama ona dedim ki, 'Bak Kral, biz seni koruyoruz. Biz olmazsak iki haftaya burada olmayabilirsin. Kendi ordunu kendin ödemelisin, ödemeye mecbursun’" demişti.

Medyamızın abartılı haberleri ile Trump ve Suudi Kral Selman'ın ışıklı küre başındaki fotoğrafları hafızalara kazınmış olmakla birlikte ABD ile Suudi Arabistan arasında örtülü bir savaş yürütülmektedir. Suudi Arabistan ABD’den bağımsızlaşmak istemekte ABD ise buna karşı çıkmaktadır. Suudi Arabistan ABD ile açıktan savaşmayı göze alamadığı için savaş şimdilik dolaylı yöntemlerle  sürdürülmektedir. ABD de Suudi Arabistan'la doğrudan savaşmayı göze alamamaktadır. O nedenle savaş dolaylı şekilde yürütülmektedir.
 
14 Eylül 2019 Cumartesi Suudi Aramco Petrol tesisleri vurulmuştu. Olay olur olmaz ABD hemen İran'ı Hedef gösterdi. Saldırının İran'ın güneyinden yapıldığını açıkladı. Yemen'de bulunan Husiler saldırıyı kendilerinin yaptıklarını söylediler. Riyad yönetimi, saldırıyı İran'ın yaptığını gösteren kesin bir delil bulunmadığını açıkladı. İran ile Suudi Arabistan'ın çatışmasını isteyen ABD bu olay üzerinden her türlü kışkırtmayı yaptı. 
 
Yapılan araştırmalar saldırının İran'dan değil Yemen tarafından 72 kilometre mesafeden yapıldığını gösteriyor. Husilerin etkin olduğu bölgeden değil, başka bir yerde ABD ile ilişkisi olan bir grup tarafından yapıldığı ortaya çıktı.
 
ABD mümkünse İran’la Suudi Arabistan'ın savaşmasını eğer bu başarılamaz ise göstermelik İran tehdidi karşısında Riyad yönetimi korkutularak daha fazla silah satılması Böylece Suudi Arabistan ABD'ye daha çok muhtaç ve yakın hale gelmesi hedefleniyordu.
 
Nitekim saldırıdan hemen sonra ABD'li yetkililer Suudi Arabistan'a 200 yeni asker göndereceklerini yeni radar ve savunma sistemleri satacaklarını  açıkladılar. Halbuki Suudi Arabistan'ın elinde ABD yapımı Radar ve savunma füzeleri vardı ama bu saldırılarda harekete geçirilmemişti. https://www.amerikaninsesi.com/a/abdden-suudilere-patriot-ve-radar-sistemi-destegi/5100185.html
 
Netice olarak ABD, Hong Kong ile Çin’i, Keşmir ile Pakistan-Hindistan’ı Yemen ile İran ve Suudi Arabistan’ı, Suriye üzerinden Türkiye ve Suriye’nin diğer komşularını hedefliyor.

Kaynak: http://www.ekrangazetesi.com/haber/18197/alper-tan-yazdi-abd-hong-kong-kesmir-yemen-ve-suriyede-neyi-amacliyor.html




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —