Tarih: 15.11.2018 08:48

ABD seçimleri artan siyasi kutuplaşma ve Türkiye

Facebook Twitter Linked-in

ABD´de 6 Kasım´da yapılan ara seçimler, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye´de de ilgi ile takip edildi. Bu ilginin en önemli sebebi, asimetrik bir bağımlılık ilişkisi içinde olduğumuz bu ülkede yaşanabilecek değişimlerin bizi de yakından etkileyecek olması. Güvenlik kaygılarından, silah satışına, döviz kurundaki dalgalanmadan, İran yaptırımlarına kadar pek çok konuda ABD ile açık ya da kapalı bir müzakere sürecindeyiz. Dış politikayı duygusal bir perspektiften değerlendirme eğilimimiz nedeniyle, Obama yönetimiyle oldukça iyi başlayan ilişkimiz, derin bir hayal kırıklığı ile bitmişti. Aynı yanılgıyla bu kez Trump yönetimine fazlasıyla ümit bağlamıştık. Oysa Trump´ın Türkiye ile ilişkilerde yaklaşık 2 yıldır ortaya koyduğu eylemler bu ümidi çoktan boşa çıkarmış durumda.

Devlet yönetimine taşıdığı iş adamı kimliğiyle, ikili ilişkileri, oldukça pragmatik bir ?al-ver? mantığı üzerinden okuma eğiliminde olan Trump, dış dünya ile sürekli pazarlık halinde. Üstelik ülkesini dünyanın merkezi olarak gördüğü için, bunu hiyerarşik bir bakış açısıyla yapmaktan çekinmiyor. ABD ile Suriye iç savaşı, FETÖ, Halk Bankası ve F-35´ler gibi pek çok konuda sürtüşme yaşayan Türkiye için, Trump´ın iç politikadaki manevra alanının bundan sonraki 2 yıl içinde hangi boyutta olacağı kritik bir mesele. Bu durum diğer pek çok ülke gibi, ABD için de önemli bir tartışma konusu. Pew araştırma şirketinin 2018 başlarında gerçekleştirdiği bir ankete göre, Amerikan kamuoyu dünya meseleleriyle ilgili konularda, Fransa, Japonya ve Almanya liderlerine, kendi başkanları Trump´tan daha fazla güveniyor. 25 farklı ülkeden gelen sonuçlara göre ise, dış kamuoyunun Trump´a güveni sadece yüzde 27 civarında.

Amerikan başkanlık sistemi, ?kararlar nasıl daha hızlı alınır?? sorusundan ziyade, ?bunlar Amerikan değerleri ve çıkarları ile uyumlu mu?? sorusuna odaklı. Devlet adamının her zaman en doğru kararı vereceği otomatik kabulünden uzak bir sistem var karşımızda. Anayasal düzen bu ihtimali engellemek için alınmış tedbirlerle dolu. Ara seçimler, ?denge ve denetleme? üzerine kurulu Amerikan başkanlık sisteminin, başkanı her istediğini yapmaktan alıkoyacak, fren mekanizmalarından sadece biri. Bu bakış açısıyla adeta bir referanduma dönüştürülen 6 Kasım ara seçimleri Trump için önemli bir ders niteliğinde. Tabii bunu görebilirse. Gençler ve kadınlar kadar, Trump´ın her fırsatta ötekileştirmeye ve hakir görmeye çalıştığı siyahiler, hispanikler, göçmenler, Müslümanlar, yerliler (Kızılderililer) ve eşcinseller de, Demokrat Parti çatısı altında, Temsilciler Meclisi´nde arzuladıkları sonucu elde etti ve 225 sandalyeyle çoğunluğu Cumhuriyetçilerin elinden aldı.

Türk-Amerikan ilişkileri, 21´inci yüzyılda özellikle güvenlik algısı ekseninde ciddi bir yıpranma içerisinde.

ABD´de yasama gücünü elinde bulunduran Kongrenin iki alt kanadından biri olan Temsilciler Meclisi bu seçimlerle 2 yıllığına seçilen 435 üyesini yenilerken, pek çok ilke de imza attı. İlk Müslüman kadın ve ilk yerli kadın vekillerin artık üyeleri arasında yer alacağı bu meclis, bu seçimlerle tarihindeki en yüksek kadın vekil oranına sahip oldu ve en genç kadın kongre üyesini (29 yaş) bünyesine kattı. Farklı toplumsal katmanlardan gelen tüm bu kesimlerin ortak paydası Trump politikalarının uygulanmasını zorlaştırmak; ABD için övünç kaynağı olarak gördükleri temsili demokrasinin gerçek gücünü göstermekti. BBC´nin haberine göre, oy verenlerin yüzde 65´inin başlıca sandığa gitme sebebi başkanın ta kendisi oldu ve bu kişilerin yüzde 39´u Trump karşıtıydı. Kongre´nin diğer alt kanadını oluşturan Senato´da ise beklenildiği üzere Cumhuriyetçiler çoğunluğu elde etti. Seçimde Senato´nun tamamının değil de sadece 1/3´ünün yenilenmiş olması (35 sandalye) ve bu yenilenecek senatörlerin daha çok Cumhuriyetçilerin kuvvetli olduğu, küçük eyaletlerden gelmeleri, Demokratların Senato´da istedikleri çıkışı yapamamalarının önemli bir gerekçesi. Yine de Demokratlar, son 8 yıldır Cumhuriyetçilerin elinde olan Temsilciler Meclisi´ndeki çoğunluğu ele geçirerek kayda değer bir başarı elde ettiklerinin farkında ve 2020´deki başkanlık seçimleri için moral kazanmış durumda.

Ortaya çıkan sonuçları öncelikle ABD´ye etkileri bağlamında değerlendirirsek, Trump´ın alacağı kararların bundan sonra daha zor hayata geçirilebileceğini söylemek mümkün. Çünkü çıkarmak isteyeceği yasalar Temsilciler Meclisi tarafından onaylanmak zorunda ve buradaki Demokrat çoğunluk artık bunu engelleyici bir rol oynayabilir. Bu meclis, Trump yönetimi hakkında, örneğin 2016´daki başkanlık seçimlerine Rusya´nın müdahalesi ya da Trump yönetiminin Rusya ile ilişkileri gibi konularda çok sayıda soruşturma önergesi verebilir; başkanın vergi kayıtlarının incelenmesini isteyebilir; cinsel taciz suçlamalarını araştırabilir. Buna karşın, Senato´da Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olması başkanın yargıdaki atamalarını ve kabinede yapacağı değişiklikleri kolayca geçirmesine olanak sağlayacaktır. Bu noktada belirtmek gerekir ki, ABD´de Senato, Temsilciler Meclisi´nin bir üst kurumu değil; yani aralarında hiyerarşik bir ilişki yok. Bir de herkesin merak ettiği başkanın ?azli? (impeachment) meselesi var. Azil için, önce Temsilciler Meclisi´nden bir ya da daha fazla sayıda üyenin, başkanın vatana ihanet, rüşvet ya da başka bir takım suç ve kabahatleri işlediği yönünde soruşturma talep etmesi gerekiyor. Meclis´te yapılan oylamada başkanın bu suçlardan en az birini işlediğine dair oy çokluğu elde edilirse, dava bu kez Senato´ya taşınıyor ve Senato, davayı Yüksek Hâkimler Kurulu´na sunuyor. Senato´nun en az üçte ikisi başkanın suçlu olduğuna karar verirse, başkan azlediliyor ve başkan yardımcısı görevi devralıyor. Ancak hangi suçların bu kapsama girdiğine dair net bir yazılı belgenin olmaması azil sürecine hukuki anlamda muğlak bir nitelik de kazandırıyor.

Amerikan tarihinde bugüne kadar sadece 3 başkan azil sürecine sokuldu ancak hiçbiri azledilmedi. 1868´de Andrew Johnson ve 1998-1999´da Bill Clinton bu süreçlerden aklanarak çıkan başkanlar. 1974´te azledilmek üzere sorgulanan Richard Nixon ise çareyi istifa etmekte bulmuştu. Bir de başkanın görevden alınması için ABD Anayasa´sının 25. Maddesinde yapılan değişiklik var. Bu değişiklikle, başkan yardımcısının ve kabine üyelerinin çoğunluğunun başkanın ?görev yapamayacak durumda? olduğunu iddia etmesi neticesinde başkanın görevden alınması mümkün olabiliyor. ABD´de ülkenin selameti için, Trump´ın azledilerek görevden alınması yönünde uğraş verenler olsa da, son seçim sonuçları bu beklentinin çok da gerçekçi olmadığını gösteriyor. Bunun sebebi azil talebinin Demokrat ağırlıklı Temsilciler Meclisinden geçse bile, Cumhuriyet ağırlıklı Senato´dan dönme ihtimalinin yüksek olması. Amerikan sisteminde partilerinden ya da başkandan çok, seçmenlerinden güç alan ve bağımsız karar alabilme imkânına sahip olan Kongre üyelerinin kutuplaşması endişe yaratıyor. Özellikle ekonomik rakamlarda, kısa vadede görülen iyileşme devam ederse, Trump mevcut kutuplaşmadan da güç alarak saldırgan üslubunu sürdürebilir. Bu bağlamda 2020´deki başkanlık seçimlerine kadar, Trump´ın Çin, Rusya ve İran karşıtı hamlelerine devam edeceğini; AB ile arasındaki mesafeyi daha çok açacağını öngörebiliriz.

ABD´de yaşanan siyasi kutuplaşmadan Türkiye´nin de payına düşeni alma ihtimali yüksek. Senato´daki gücüne dayanarak, halkın onayını kazandığı propagandasını yapacak olan Trump, yakın gelecekte, Türkiye´nin içinde bulunduğu bölge ile ilgili daha katı politikalara imza atabilir. Rusya ve İran´a yönelik hamlelerde yaşanabilecek sertleşmenin Türkiye´yi etkilemesi kaçınılmaz. Bu üç ülkenin özellikle Suriye´de giderek birbirine yaklaşması ve ABD´ye karşı, sahada ve masada kendi dengelerini kurma çabaları Ankara´yı Washington ile daha zorlu bir sürecin içine sokabilir. ABD, PYD/YPG ile işbirliğini sürdürdükçe, Türkiye Suriye´ye daha çok müdahale etme kararı ile karşı karşıya kalabilir.

Suriye iç savaşının başlangıcından bu yana verdiği çelişkili mesajlar ile Ankara´da kafa karışıklığına yol açan Washington, belli ki son günlerde attığı adımlarla, PYD/YPG ile PKK´yı birbirinden ayrı tutan bir siyaseti öne çıkarmaya çalışıyor. Bu da demektir ki, ABD Suriye´deki vekâlet savaşı temelli, mevcut politikasından vazgeçmeyerek, Ankara´nın hassasiyetlerine kulak tıkamaya devam edecek. Suriye´deki bu hayal kırıklığı ise, Türkiye´yi Rusya ve İran eksenine daha çok itecek. Gülen´in iadesi meselesinde de yakın gelecekte Türkiye´nin beklentilerinin karşılanması gerçekçi görünmüyor. Türkiye´nin Rusya´dan S-400 füzelerini satın alma çabasına karşılık, Amerikan F-35 savaş uçaklarının satışının durdurulması gibi, Kongreden çıkabilecek yeni olumsuz kararlar da iki ülkenin önündeki önemli sorun alanları olarak masada duruyor. Demokratların Temsilciler Meclisi´ne başkan olarak Türkiye´nin tezlerine çok sıcak bakmadığı bilinen Nancy Pelosi´yi getirme ihtimalinin yüksek olması, başkan ve yardımcısından sonra, ülke yönetiminde 3´üncü sırada yer alacak bu ismin, ikili ilişkilerde ayrıca zorlayıcı bir etkisi olabileceğini akla getiriyor. Türk-Amerikan ilişkileri, 21´inci yüzyılda özellikle güvenlik algısı ekseninde ciddi bir yıpranma içerisinde. Washington, Türkiye´yi hâlâ Soğuk Savaş dönemindeki parametrelerle okuma eğiliminde. Ankara ise değişen dünya dengeleri içerisindeki yerini, farklı ittifak arayışları ile güçlendirme peşinde. Her iki başkent uzunca bir zamandır ciddi bir güven bunalımından geçiyor ve bu bunalımın ana ekseninde iç ve dış unsurlarıyla Kürt meselesi var. Türkiye, son yıllarda özellikle Suriye´deki Amerikan eylemlerinden, Türk kamuoyunun meşhur ?Sevr Sendromunu? tetikleyecek çok sayıda veri elde etmişken, bırakın stratejik olanı, sadece ortaklıktan bile bahsetmek giderek zorlaşıyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —