Veysi Dündar; Umudunu Kaybedenlerin Ülkesi

 Veysi Dündar; Umudunu Kaybedenlerin Ülkesi

İstanbul Üniversitesi’nin akşam yemeğini pahalı yememek için protestoya kalkan öğrencilerine meşhur Fransız Kraliçesi Marie Antoinette olsa muhtemelen şu diyalogu duyabilirdik:
–       Öğrenciler ne istiyor ?
–       Yemekhanede akşam yemeği istiyor.
–       Yemekhanede akşam yemeği yoksa. Nusret’e gitsinler.


Ahahahahah

‘Ekmek bulamayana pasta öneren’ kraliçe yemekhanede ucuz yemek arayan öğrencilere muhtemel bu kabil bir öneri yapacaktı.
Bugün kral da yok kraliçe de. Şarkıdaki gibi “kimse şah da değil padişah da”.

Bunun yerine kurallar kaideler ve bunları hayata geçiren devlet kuvvetleri var.
Nitekim yemekleri ellerinden alınan öğrenciler önemli bir atasözünün yarısından haberdar olmalılar ki, yemek için çaba gösterirken karşılarına çıkan dayağın da tadına bakmak zorunda kaldılar.
Oysa atalar ne demişti? “Yemek bulursan ye dayak görürsen kaç.”

Türkiye’nin en büyük şehrinde zaten var olan Boğaz’ın dar versiyonu için 75 milyar harcamaya niyetlenen iktidarımız belli ki 75 milyar öğün akşam yemeği verme kapasitesinde aslında. Ancak bunu tercih etmiyor.
Tam da Erdoğan’ın bizim polisimiz Fransız polisi gibi değil dediği gün, üniversite öğrencileri dayağın acısı ile yüzleşti. Erdoğan’ın mukayese ettiği Fransa’da ise vatandaş EYT olmamak için mücadele ediyor.

Ne zaman ki ekonomik kriz derinleşti EYT’liler aynaya bakar oldu. Bugün geçmişte yapmadıkları protestoyu yine de yapamıyorlar. Zaten ülkede sendika mı var protesto örgütlesin.

Parkını koruyan insanlara katlanamayan ve sürekli Gezi defteri açan AKP iktidarı, Fransa ile hatalı mukayese yapıyor.

İktidarın bütün kıyasları gibi elma ve armutu birbirine eşleyen bakış açısı hakim…

Fransa’da haftalardır trenler, metrolar, otobüsler aksıyor. Opera bile temsil vermiyor. Hoş bizde de opera yok ama onun sebebi başka. Ancak bırakın Paris’teki gibi hayatı durduran protestoları, bunun çok daha azına katlanamadığını defalarca kanıtlayan AKP’nin, üniversite öğrencilerinin dayak yediği gün kendini temize çekmesi ise, sadece ülkenin özel şartlarının istismarıdır.

Kadınların şiddeti, öğrencilerin pahalı yemeği, annelerin çocuklarının kaybını protesto etmesi dahi katlanılmazlar listesinde. Küresel aktivist Greta bile ağzının payını aldı bu protesto edilmez iktidardan.

Gerçekten bir şey protesto etmek istiyorsanız, ülkede aslında yine de şansınız var ‘muhalefeti protesto edin’. Muhalefeti protestonun hiçbir maliyeti yok. Üstelik teşvike tabi. İster ana ister yavru muhalefet olsun fark etmez. Yeter ki hedefinizde iktidarın sevmedikleri olsun. Görün işler nasıl kolay oluyor.

Protesto hakkı olmayan öğrencilerden birinin protesto için sahip olduğu tek varlık olan bedenini kullanması ise, bütün bu tablonun en karanlık yüzü olarak kayda geçti. Çaresizliğin çıkışını intiharda bulan Sibel Ünli’nin umuttan tükenmiş ruhu bu meşum karara teslim oldu. İntiharın o karanlık çağrısına kulak veren Sibel’in tarihçesinde mutsuzluğunun vardığı bu dipsiz kuyunun izleri olmalı.

Bir ara siyanür ile aile boyu yok oluşlarla gündeme gelen intihar gerçeği, Sibel’in soğuk Boğaziçi’nde yok olan kısa yaşam öyküsü ile tekrar anımsanacak.

Şairin dediği gibi 20. yüzyılda 3 gün olan ölüm acısı, 21. yüzyılda ve bu ülkede yazık ki 3 dakika bile değil.
Ülkenin son 3 yılda dünyaya karşı 3 kat fakirleştiği gerçeğini unutturmak için, gösterilen tüm gayretler iş ötesinde başka köy olmayan ölüme gelince buharlaşıyor.

Ülkede kazanılan her 1 lira, son birkaç yılda yabancı paralara karşı yitirdiği değer ile 30 kuruşa düştü.
Türkiye’nin tüm varlıkları sadece dolara, euroya değil yene, franka, krona, rubleye, levaya yenildi.

Dünya tarihinin gördüğü en ağır intihar oranı 1956 yılında Macaristan’da ortaya çıkmıştı. Macarlar baskı rejimi altında kendilerini yok ederek çıkış arıyorlardı.
Türkiye’nin intihar oranı çokmuş azmış umrumda bile değil.
Sibel gibi gençlerimiz, insanlarımız karnını doyurma kaygısına düştü ise, bu ülke için kaygı duymanın zamanı gelmiş ve geçiyordur.

Üniversite öğrencisinin cebindeki 5 lira beğenmediğiniz Gezi günlerinde 3 dolar alıyordu. Bugün 1 dolar bile etmiyor. İstanbul’un göbeğinde Fatih semtinde bir insan caddede donarak ölüyor. Bu fakirliği ülkeye reva görenler inatlarının neye mal olduğunu anlamamakta direniyor.

Devalüasyonun zaten yapacağını yaptıktan sonra düşen faizlerle böbürlenen iktidarın, ülkenin yediği onca golün farkında olmadığı anlaşılıyor.
Faizlerin 3 sene önceki seviyesine geldiği için sevinmeliyiz. Peki 3 senede 3 kat artan dövizin, enflasyon ve faiz olarak ülkeye attığı onca gol için bir öneriniz var mı?

Yok olan bedenler ülkenin siyasi inatlaşmaya kurban edilen ekonomisinden tüten dumanın en kesif halidir. Ama duman intiharlar olmasa da tütmektedir.
Bu yangının sönmesi için artık bir şeyler yapmanın zamanı gelmiş ve geçmektedi