Tarih: 14.04.2020 16:16

Neden işkenceyi yasallaştırıyorsunuz?

Facebook Twitter Linked-in

Gazetecilerin yazılarından terör örgütü üyeliği çıkaramazsınız diyor AİHM. Ahmet Altan için de benzeri bir karar çıkacak

İnsanî bir kılıf içinde sunuluyor. Genel olarak getirilen gerekçeye kimse bir şey diyemez.

Kovid-19 cezaevlerindeki mahpuslar için ölümcül olabilir; o hâlde infaz sürelerini kısaltalım.

“Devletin şefkatli kolları” mahpuslara uzanacak, onların yaşam haklarını koruyacak.

Ancak dikkatli bir şekilde baktığınızda, şefkat dolu olduğu iddia edilen kolların, sıkılı yumrukları, tehditkar bir şekilde savurduğunu görüyorsunuz.

Eğer sizin derdiniz gerçekten mahpusların yaşama hakkını korumaksa, neden insanlar arasında ayrım yapıyorsunuz?

Mafya babalarını, kadınlara şiddet uygulayanları, hırsızları, gaspçıları serbest bırakırken, yazarları, aydınları, sivil toplum aktivistlerini içeride tutmak niye? 

Mafya babalarının hayatları, hayatında hiç kimseye şiddet kullanmamış aydın mahpusların hayatlarından daha mı değerli?

Üstelik, sizin o mafya babalarınız, dünyanın neresinde olursa olsun ağır ve tehlikeli suçlu muamelesi görecekken, içeride terörist diye tuttuğunuz aydınlar, hiçbir medeni ülkede bu gerekçelerle gözaltına bile alınmazlardı.

Bunu ben söylemiyorum, AİHM söylüyor.

Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarını dikkatli okuyun. AİHM onları, siyasi amaçlarla içeri tıktığınızı söylüyor.

Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararlarını dikkatli okuyun, gazetecilerin yazılarından terör örgütü üyeliği çıkaramazsınız diyor AİHM.

Ahmet Altan için de benzeri karar çıkacaktır. 

Terörist diye içeri tıktığınız bütün gazeteciler, bu ülkenin sınırları dışındaki bir yargı merci ile karşılaştıklarında terörist olmaktan çıkıp, birer kurbana dönüşüyorlar.

AİHM onların bırakın tutuklanıp hüküm giymelerini, gözaltına alınmaları için bile “makûl suç şüphesi” yok diyor.

Ve siz bu insanların hayatlarını, mafya babalarının hayatlarından daha az değerli buluyorsunuz.

Mafya babalarını canhıraş dışarı çıkarırken, yazarlar, politikacılar, sivil toplum aktivistleri içeride kalsın ve sürünsün diyorsunuz. 

Sözde insancıl nedenlerle bir araya getirdiğiniz torba yasalara, iktidarı eleştiren herkesi içeri tıkacak tuzaklar koyuyorsunuz.

Artık kısa süreli hapis cezaları da ertelenmeyecekmiş.

Yani, Cumhurbaşkanına hakaret etti, terör propagandası yaptı dedikleriniz 6-7 ay hapis cezası bile alsalar, girip paşa paşa içeride yatacaklar. 

Belli ki, çok daha fazla insanı cezaevlerine gönderme planları yapılıyor.

Hem de neler için?

Herhangi bir medeni ülkede asla suç kabul edilmeyecek, şiddete kışkırtmayan, nefretle başkalarını hedef göstermeyen söz ve yazılar için…

“Kanlarınızda banyo yapacağız,” diyenler için cezaevlerinin kapılarını dışarı doğru açılırken “barış olsun, kan akmasın,”  diyenler için cezaevlerinin kapıları içeri doğru açılacak ve buna da adalet adını vereceksiniz.

Torbada, bir kenara sıkıştırılmış dehşet verici başka hükümler de var.

İstihbaratçılar, mahpusları cezaevlerinden alıp, 14 gün sorgulayacaklarmış.

Bu, mahpusun onayına tabi imiş.

Mahpusları cezaevinden alıp, beş yıldızlı otelllere mi götüreceksiniz ki, böyle bir şeye onay versinler?

Cezaevlerinden alıp götürecekleriniz itirafçılar ise eğer, neden cezaevlerinde görüşmüyorsunuz onlarla?

Neden bu insanları hiç kimsenin görmeyeceği yerlere götürüyorsunuz

Bu insanları tuttuğunuz istihbarat birimlerinde onların sıfatları ne olacak? 

Şüpheli mi, sanık mı, tutuklu mu? 

Hangi hakları olacak bu insanların?

Mesela, “tamam arkadaş, ben sıkıldım cezaevine dönmek istiyorum,” diyebilecekler mi?

Mesela, “bir dakika burada işler ters gidiyor ben avukatımı istiyorum,” demeleri mümkün mü?

Bu düzenleme, doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (AİHS) askıya almak demektir. 

Adını koymadan, Türkiye’nin Avrupa Konseyinden ayrılıp bambaşka mecralara doğru yol almasıdır bu.

14 gün gözaltı açık bir şekilde AİHS madde 5’in ihlalidir. 

Bir suç isnadıyla, yargıç önüne çıkarma amacı olmadan tutmak, AİHS madde 5’in ağır ihlalidir.

Bunu bir yasal hüküm hâline getirmek, AİHS ve Anayasa’yı hiçe saymaktır. 

Mahpusları 14 gün cezaevinden alıp götürmek, işkenceye açık çek vermek demektir.

Yaptığınız düzenlemelerle istihbaratçıların yargılanmasını imkânsız hâle getirdiniz. 

Hiçbir hakları olmayan, hiçbir hukukî güvenceleri olmayan insanları, neden, niçin, 14 gün boyunca, yargı bağışıklığı olan insanların ellerine teslim ediyorsunuz?

İnsanların güpegündüz istihbaratçılar tarafından kaçırılıp aylarca işkence gördükleri iddiaları ayyuka çıkmışken, neden böyle bir yasa getirmektesiniz?

Mahpusun onayının alınacağı sözü çocukları bile kandıramaz.

Nasıl bir düzenleme yaptığınızı size bir tek cümleyle gösterebilirim.

Yarın, iktidardan indiğinizi ve çıkardığınız bu yasaya dayanarak istihbaratçıların sizi almak için cezaevine geldiklerini gözlerinizin önünde canlandırın.

Dehşete kapılırsınız. 

Bunun ne anlama geldiğini bal gibi de biliyorsunuz.

O gün sizlerin işkence görmemeniz için haklarınızı, bugün içeri tıktığınız ve tıkma hayalleri kurduğunuz bizler savunacağız. 

Ama yapmayın, ülkeyi hukuktan, insan haklarından bu kadar uzaklaştırmayın.

Yazıktır, günahtır…

 ORHAN KEMAL CENGİZ'in 13 Nisan 2020'li Yazısı

Sokağa çıkma kaosu, istifa ve sistem

İnsanlara maske takmak zorunlu ama bunları satın alamazsınız dedikten sonra, ortada hiçbir maske bulunamaması sistemin ta kendisi aslında


T24’den Mehmet Tezcan 2009 yılında yazdığı bir yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın masasında imza bekleyen 4000-4500 evrak olduğunu aktarmıştı. 

Nasıl olmasın ki?

Rektör atamalarından, öğrenim ücretlerine, Kamu İktisadi Teşekküllerinin yöneticilerinin maaşlarının belirlenmesinden, Anayasa Mahkemesi üyelerini atamaya, aklınıza gelecek binlerce işe kadar hemen her şey Cumhurbaşkanının yetkisi içinde yer alıyor artık…

Cumhurbaşkanlığı sistemi, hesapta parlamenter sistemin kusurlarını ortadan kaldıracak, çok daha hızlı ve etkili karar alınmasını ve yürütülmesini sağlayacaktı.

Ama hiçbir şekilde öyle olmadı.

Prof. Kemal Gözler’in, “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin Uygulamadaki Değeri-Bir Buçuk Yıllık Bir Bilanço” isimli önemli bir makalesi var, fırsat bulursanız mutlaka okuyun.

Gözler bu makalede, sistemin nasıl işlemediğini son derece çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Ben hocanın makalesinden sadece küçük bir alıntı ile yetineceğim:

“Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi yürürlüğe girdiği 9 Temmuz 2018 tarihinden bu yana (26 Aralık 2019) toplam 55 adet Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmıştır. Bu 55 Cumhurbaşkanı kararnamesinden 31’i diğer Cumhurbaşkanı kararnamelerinde değişiklik yapılması hakkında Cumhurbaşkanı kararnameleridir…Yani Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bir buçuk yılda gerçekte 24 adet Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmış, çıkarılan bu 24 kararnamede değişiklik yapmak için ise 31 adet Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmıştır! Tüm bunlar ise sadece bir buçuk yıl içinde yapılmıştır. Yani Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi yapmaktan çok, kendi yaptığı şeyleri değiştirmek ve düzeltmekle zaman harcamıştır.”

Yani bu derme çatma sistem hiçbir şekilde işlemiyor aslında…

Kemal Gözler hoca, bu uzun makalesinde, daha önce bakanlar kurulları tarafından hiç aksamadan yapılan pek çok rutin işin bu gün nasıl aksar hale geldiğini çarpıcı örneklerle anlatıyor.

Peki ben bunları neden anlatıyorum? Şunun için: Covid-19 günlerinde yaşadığımız krizlerin bizzat bu sistemle ilişkisini gösterebilmek için.

Tıpkı bu kanun hükmünde kararnameleri yine başka kanun hükmünde kararnamelerle düzeltme işinde olduğu gibi, “kervan yolda düzülür” mantığı devlet işleyişinin mihenk taşı hâline gelmiş durumda.

İnsanlara maske takmak zorunlu ama bunları satın alamazsınız dedikten sonra, ortada hiçbir maske bulunamaması sistemin ta kendisi aslında.

Tıpkı sadece iki saat mühlet verip sokağa çıkma yasağında olduğu gibi…

Ve bu sistemde, kötü giden her şeyin sorumlusu başkaları.

Devâsâ bir troller ordusu, muazzam bir medya ağı, bizi sokağa çıkma yasağına iki saat kala panik hâlinde sokaklara fırlayan insanların aptal olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.

Dönüp, dünyanın neresinde iki saat mühlet verilip, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, nasıl böyle bir şey yapabilirsiniz diye hesap soramayacakları için sokağa çıkan insanlara beyinsiz diyorlar.

Baktılar ki, iş çığırından çıkıyor, insanların beyinsizliğiyle açıklanamayacak bir yönetim zaafı inkâr edilemez şekilde ortaya çıkıyor, o zaman da, gazın alınması için bir kurban verilmesi gerekiyor, İçişleri Bakanı istifa ettiğini açıklıyor.

Sanki Cumhurbaşkanının izni ve onayı olmadan, sokağa çıkma yasağı gibi bir düzenleme yapılabilirmiş gibi…

Cuma günü gördüğümüz yönetim zaafı bir kaza, bir istisna, bir tesadüf değil. Sistem böyle işliyor.

İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve diğer tüm CHP’li belediye başkanlarının “sokağa çıkma yasağını” televizyonlardan öğrenmeleri de bir tesadüf değil.

Belediyelerin hesaplarının dondurulması da…

Bu sistemde, hiç kimsenin inisiyatif alabilmesi, kendi başına bir işe kalkışabilmesi mümkün değil.

Zaten bir iyilik yapılacaksa da bunu sadece Cumhurbaşkanı yapabilir. Belediye başkanlarının hesaplarının dondurulmasının Türkiye’deki yeni yönetim tarzının kaçınılmaz bir sonucu olduğunu daha önce Al-Monitor’da yazmıştım.

İçişleri bakanı görevine devam eder veya yerine başkası gelir, bunların bu yeni sistemde hiçbir önemi yok.

Sistemin temeli, gerçekte hiçbir yetkisi olmayanların bütün hataların sorumlusu olacaklarıdır.

Herhalde hepimiz, Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanı’nın Cumhurbaşkanına en az birkaç haftalık sokağa çıkma yasağı önerdiğini tahmin edebiliyoruz.

Ama, bütün koparabildikleri, bir haftasonu için, geç saatlerde gelen, büyük bir panik yaratan bir karantina oldu.

Eğer Türkiye Covid-19’u yenme ve geriletme konusunda bir başarı gösterirse, bu başarı, etkin ve hızlı kararlar alan sayın Cumhurbaşkanına ve yürütmeyi güçlendiren Cumhurbaşkanlığı sistemine ait olacaktır.

İşler çığırından çıkar da, hasta sayıları katlanarak büyürse, bunun sorumlusu, Bilim Kurulu’dur; Sağlık Bakanıdır; sokağa çıkma yasağını doğru düzgün bir şekilde getiremeyen İçişleri Bakanıdır…

Kervan yolda düzülür…

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —