Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Muhafazakar Bürokratik Oligarşi Eliyle Niteliğin İmhası

Kamil Ergenç Yazdı:

 Muhafazakar Bürokratik Oligarşi Eliyle Niteliğin İmhası

Siyasi-iktisadi-akademik-kültürel-içtimai hayatın yapısal/kronik meselelerini soğukkanlı bir şekilde, derme-çatma/abur-cubur malumat yığınlarından uzak durarak, eleştirel dikkat ve hikemi-irfani perspektif eşliğinde, hamasetin/popülizmin büyüsüne kapılmadan, müteyakkız bir bilinçle müzakere edebilen toplumlar kendileri için haysiyetli bir gelecek inşa edebilirler. Resmi doğruları teşrih masasına yatırma cesareti gösteremeyen bir bünye sadece “yanıltıcı iyimserlik” biriktirebilir. Anakronik tarihsel çözümlemeler sahih bir tarih perspektifinin oluşmasının önünde engeldir. “Pravda kültürü” tarafından endoktrine edilmiş bir bilincin niteliksel sıçrama yapması zordur. Otoriter politbüro rejimleri ilk olarak aklı katleder. Böylece bilinç kötürümleşir… Kötürümleşen bilinç, zihinsel istifra ile tefekkür arasındaki farkı fark edemez hale gelir. Bilgi-fikir-yorum arasındaki zorunlu bağ kopar. Tezvirat /yalan kurumsallaşır ve toplumsal bünye sahte ile gerçeği birbirinden ayıramaz hale gelir.

Gerçekliğe ilgi duymayan, onun ağır yükünü omuzlamayı reddeden, onunla yüzleşmeyi-hesaplaşmayı mümkün kılacak bilinci inşa edemeyen, yapısal/kronik sorunlarını sürekli halının altına süpüren, mistik-gizemli-fantastik-spekülatif yaklaşımlara ve abartılı söylemlere teşne olan, tenkite yabancı bireyler/toplumlar için saygın bir gelecekten bahsetmek mümkün değildir. Böyle bireyler/toplumlar ömürlerini ergenlik dönemine mahsus yalpalamalarla geçirir.    

Duygular akıl tarafından denetim altına alın/a/madığında fikir ve yorumlar (da) denetimden nasipsiz duyguların iz/ler/ini taşır. Oysaki akıl tarafından denetlenen duygular, fikir ve yorumun içtenliğine katkı suna/bili/r. Aksi durumda “basiretsiz samimiyet” ten kaynaklı niteliksizlik, fert ve toplum bilincinin iğfal edilmesine sebep olabilir. Hakikatin tebellür etmesi için ceht etmek, gerçeklikle yüzleşmek/hesaplaşmak, ancak ve ancak bilincin her türlü çeldiricinin tasallutundan kurtarılmasıyla mümkündür. Sözünü ettiğimiz bu ceht eylemi çok saygın çok onurlu ama aynı zamanda çok zahmetlidir. İnsanların çoğu bu yola koyulmak istemez. Bilmenin huzursuzluğu yerine cehaletin verdiği mutluluk (çoğu zaman) tercih edilir.  Otoriter rejimler , kolay yönetildikleri (sevk ve idare edildikleri), kolay sömür/ül/dükleri ve rejimi tehdit edecek sorun çıkarmadıkları için vasat altı (ahmak) toplumsal bünyeden yanadır. Ahmaklığı kalıcı/sürekli hale getirmek bu tür rejimlerin “devlet politikası” dır.

Mübarek İslam’la ünsiyet kesbedip mazlum-yoksul-mustazaf-madun-parya kesimlerle omuz omuza vererek, onların haysiyeti-özgürlüğü-refahı-hukuku için örgütlü direniş mücadelesine katkı sunarak, sahici/radikal muhalif bir duruşa öncülük ederek yüce Allah’ın, peygamberin ve halkın rızasını celbetmek dururken; kimi mevzi kazanımların muhafazası ve tahkimi adına, küçük dünyevi menfaatler/bahşişler adına, prestij-imaj-logo adına , muhafazakar politik-bürokratik-iktisadi imtiyazlılar sınıfının teveccühüne mazhar olmayı tercih eden hizipler/ partiler/cemaatler/tarikatlar/STK’lar “bilinç katliamından” yargılanmalıdır.

Muhafazakar bürokratik oligarşinin temsilcileriyle aynı kadraja girmekten mesrur olanlar, radikal toplumsal muhalefete öncülük ve önderlik edemezler. Otoriter rejimler bir yandan kamuya ait olanı, çeşitli yol ve yöntemlerle, çalıp rejimin güvencesi “imtiyazlılar sınıfı” oluştururken, diğer yandan da bu çalma/sömürme eyleminin görünmez kılınması için din ve milliyet efsunuyla toplumu uyutan parti/cemaat/tarikat/sivil toplum yapılarıyla işbirliği yapar. Halkın aleyhine gerçekleşen bu işbirliği, geçmişte olduğu gibi bugün de, toplumsal bünyenin çürümesine/yozlaşmasına katkı sunmaktan başka bir amaca hizmet etmez.

Özelleştirme adı altında kamu mallarını ulusüstü/global şirketlere ve/veya bu şirketlerin yerel temsilcilerine (komprador burjuvaziye), amiyane tabirle, peşkeş çekerek şirketokrasi kültürünün egemenliğine alan açan muhafazakar bürokratik oligarşi, kapitalizmin bu yeni formunun sağladığı mafyatik düzen içinde küplerini doldurarak semirirken, şirketlerin paryalaştırdığı insanlardan müteşekkil toplumsal bünye her geçen gün haysiyetli/onurlu/izzetli yaşamaya yabancılaşıyor. Sistematik nitelikkırımı bugünümüzü ve geleceğimizi tehdit ediyor. Kapitalist düzenin ideologlarından Keynes’in “ uzun süre yüksek enflasyon altında yaşayan toplumlar ahlaki duyarlılıklarını kaybeder” tespiti halihazırdaki durumu özetlemek için kafidir.

Düzenli olarak artan yoksulluk ve bölgesel istikrarsızlık, sadece hayatta kalmaya odaklı bir duyarlılığı beslediği için, toplumsal bünye kültürel/entelektüel yetkinliğe yabancılaşıyor. BU yabancılaşma otoriter rejimlerin enformatik-akademik tekdüzeliğiyle/ayartıcılığıyla eşgüdüm halinde yürü/tülü/yor. Emeğin kıymetsizleşti(rildi)ği, kolay para kazanmanın/ üçkağıtçılığın/ kalpazanlığın özendirildiği, anormalin normalleştirildiği, haysiyetli yaşamanın enayilik olarak kodlandığı yeni bir gerçeklik kendisini dayatıyor. Bu gerçeklik zibidiliği, züppeliği, magandalığı, maçoluğu, hoyratlığı özendiriyor. Güzelliğin görünürlüğü azaldıkça çirkinlik yeni normal olarak öne çıkıyor.

Türkiye’de kurumların ciddiyetine yönelik saldırılar, kurumsal aklı işlevsizleştirmeye dönük adımlar, kurumsal yapıların niteliğini aşındıran eylemler bilmeden/kazara/yanlışlıkla yapılan şeyler değil, devlet aygıtında yapısal değişim gerçekleştirme amacına matuf bilinçli eylemlerdir. Böylece örneğine Ortadoğu’da, Asya’da çokça rastladığımız tek adam rejimlerine/ otoriter sistemlere/parti devletlerine intibak etmek planlanmaktadır.

Kendilerine devlet erki emanet edilenler bu emaneti, halkın akli yetkinliğine katkı sunmak (böylece namuslu insanlardan müteşekkil bir sosyal gerçeklik inşa etmek) için değil, bilakis halk asla ve kat’a akli yetkinliğe erişmesin için kullanıyorlar. Biliyorlar ki yetkinlikten sadır olan düşünce-yorum-eylem çirkinliğin/çirkefliğin/yozlaşmanın mevzi kazanmasına imkan vermez. Kolay manipüle edilebilir, kolay ayartılabilir, kolay sevk ve idare edilebilir, kolay aldatılabilir/kandırılabilir bir toplumsal gerçeklik inşası, ancak ve ancak, fertlerin akletme kabiliyetine tecavüz ederek mümkündür. İnsanca yaşa(t)mayı mümkün kılan yönet(il)me bilgisi/çabası olan siyaseti, kendisinden önceki kötü örnekleri bile geride bırakacak şekilde, güç/servet/imtiyaz biriktirme aracı haline getiren muhafazakar kesim/ler, tehdit-şantaj gibi mafyatik usullerle siyasetin kalitesizleş(tiril)mesinde yeni bir çığır açtılar. Bu çığır, İslam’ı Türkiye’nin yegane sığınağı/umudu olmaktan çıkarmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor.

Vaktiyle Kemalist bürokratik oligarşi tarafından itilip kakılmanın burukluğunu/kırgınlığını yaşayanlar, bugün kendilerine emanet edilen devlet erkini yeni mağduriyetler/kırgınlıklar oluşmaması için kullanacağına, gerilimden kar devşirme stratejisi gereği, vaktiyle yaşadığı burukluğu hınçla yoğurarak , elindeki yetkeyi adeta bir sopa gibi kullanmayı tercih etti. Dahası bu yetkenin bir daha başkasının eline geçmemesi için her türlü ahlaksızlığı mubah gören bir yaklaşımı benimsedi. Bu yaklaşım, birbirini dinlemeye tenezzül etmeyen sosyo-politik gerçekliğin doğmasına sebep oldu. Öteden beri Türkiye siyaseti, niteliğin egemenliğine alan açacak (hayırda yarışacak) rekabeti değil, halkın çocuklarını birbirine vuruşturarak yerel/ bölgesel/ küresel haramileri semirtecek bir taktikle hareket etti.

Geçmişte Kemalist bürokratik oligarşinin çıkarlarını teminat altına almak için araçsallaştırılan hukuk bugün muhafazakar bürokratik oligarşinin inşa ve ikamesi için araçsallaştırılıyor. Her yeni güne büyük hukuk cinayetleriyle uyanan Türkiye, hizip/ parti/ klik/ cemaat/tarikat/ hemşehricilik/ tanıdıkçılık/aşiretçilik kültürünü aşamamanın (şehirli yüksek kültür ihdas edememenin) ceremesini çekiyor, çekmeye devam edecek. Neşe-keder ortaklığının aşındığı/ pörsüdüğü, üzerinde mutabık kalınmış kelimelerin sürekli azaldığı bir vasatta ne sosyolojik anlamda toplum ne de yüce Kur’an’ın dikkat çektiği millet olmak mümkündür. Pragmatik ortaklıklara, oportünist tercihlere dayalı birliktelikler yığın kültürüne hizmet eder. İnsanın kalitesi, kendisi gibi düşünmeyenlerin/yaşamayanların maruz kaldığı hukuksuzluklara itirazında/direnişinde belirginleşir.

Türkiye, muhteris/niteliksiz/cahil kadrolar eliyle her geçen gün biraz daha zayıflıyor. Führer edalı politik figürlerin himayesinde serpilip büyüyen gestapo şefleri/politbüro üyeleri tarafından paryalaştırılan insanlar, muhaberat kültürünün ve/veya mafyatik-paramiliter yapıların kullanışlı aparatı olmaya itiliyor. Hukuk katliamlarıyla eşzamanlı olarak diyanete mealler üzerinde tasarruf yetkisi veren yasanın apar topar meclisten geçirilmesi, niteliksizliğin egemenliğine giden yolun taşlarını “din adamları” nı da yanına alarak döşemek isteyen politik popülizmin marifeti olarak kayıtlara geçti. “Taşra vaizi üretim merkezi” kimi cemaat/tarikat havzalarının politik-bürokratik imtiyazlılar sınıfıyla “çıkar amaçlı” kurduğu yakın ilişki, din aracılığıyla uyuşturulan ve böylece politik-bürokratik imtiyazlılar sınıfının gönüllü fedaileri haline gelen büyük bir aparatçik sürüsü oluşumuna katkı sunuyor. Taşra vaizlerinin “rıza üretimi” amaçlı endoktrinasyon faaliyetleri, führerleri-gestapo şeflerini-politbüro mensuplarını ziyadesiyle memnun ediyor. “Beyaz adam” , ne millet ne de toplum olmayı başarmış bu alıklaşmış kalabalıkları gördükçe, turbo-kapitalist şirketokrasi düzeninin ikamesi için hiç te zorlanmayacağını fark ederek göbeğini kaşıyor.  

Haramzadelerin din bezirganlarıyla kurduğu ittifak, ülkenin bugününü ve yarınını ateşe atıyor. Bu şerli ittifak, imtiyazlı seçkinler için başka halk için başka İslam vazediyor. İmtiyazlıların İslam’ı, reel politik-konjonktür-beka parantezinde her türlü gayr-ı meşruluğu meşru kılarken, halkın İslam’ı “ulu-l emre itaat” ilkesi gereği, her hal ve şartta, imtiyazlılara boyun eğmeyi emrediyor.

Yapıp ettikleriyle beyaz adamın bölgemizdeki emellerine hizmet eden sağ/muhafazalar siyaset, büyük bir utanmazlıkla/ikiyüzlülükle ümmetin liderliği bölgenin ağabeyliği yalanını pazarlayabiliyor.  Kudüs’ü/Gazze’yi/Filistin’i kırmızı çizgi ilan edenlerin, ırkçı-sömürgeci-barbar-soykırımcı İsrail karşısında sergiledikleri acizlik, “kırmızı çizgi” söyleminin popülist- politik eğilimin retorik malzemesi olmaktan öte bir anlam taşımadığını ortaya koyuyor. Abraham Anlaşmaları’yla Siyonist İsrail’in hegemonyasına boyun eğmekte sakınca görmeyen, bu tutumlarını reel politik argümanlar eşliğinde meşrulaştıran otoriter rejimler, büyük bir yüzsüzlük/alçaklık/utanmazlık örneği sergileyerek, insanlık ve Müslümanlar adına direnen şerefli direnişçileri maceracılıkla suçlayabiliyor,onları teslim olmaları yönünde ikna etmeye çalışıyor.

Sürekli uysal/uzlaşmacı/pasif/edilgin cümleler kurmaya alışan zihin/ler radikal muhalif söyleme-eyleme öncülük yapamaz. Epistemolojik bağımsızlığa hak ettiği değeri vermeyen toplumlar başkalarının kendileri için çizdiği çerçeveye razı olurlar. Referans sistemi ithal ederek ferdiyet/şahsiyet bilinci inşa edilemez. Böyle toplumlar tarihin her döneminde ve bugün başka toplumların hegemonyası altında yaşamak zorunda kalırlar. Bu durum bir hapishanede yaşamaktan farksızdır.

 

Kaynak: farklı bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER