Tarih: 05.05.2021 13:38

Kültürel Müslümanlık Kültürel Kürtlük

Facebook Twitter Linked-in

Kamusal alanın ne olduğu ve nasıl düzenleneceği son birkaç yüzyıldır siyasetin en önemli konusudur.

‘Kamusal  Alan’ın  tanımı yanında özel hayat ile kamusal alanın sınırları da başlı başına bir tartışma konusudur.

Ülkemizde 1924’ten itibaren hızla değişen siyasal iklim özellikle dindar Müslümanlar ile Kürtleri, bir başka ifade ile İslam ve Kürtlüğü kamusal alanın dışına çıkardı.

Bazı ülkelerde iş o kadar abartılı bir noktaya geldi ki asansörlerin bile kamusal alan sayılması gerektiği savunuldu.

Tunus gibi ülkelerde sokak ve caddeler de kamusal alan olarak tanımlandığından sokakta başörtüsü örtmek yasaklandı, yine aynı mantıkla Türkiye’de ise çarşı ve pazarlarda Kürtçe konuşulması yasaklandı.

Bu uygulamaların Fransa’dan, İran’a; İngiltere’den Türkiye’ye; İsveç’ten Özbekistan’a kadar birçok ülkedeki farklı farklı örnekleri var.

Benim bugün değinmek istediğim uzun uzun örneklerle bu yasakları anlatmak değil.

Esas anlatmak istediğim ‘Kamusal yasaklıların’ Kürtler ve İslamcıların birbirlerine yaklaşımları ve bakış açılarıdır.

Katı Jakoben laikçi sistem Türkiye’de uzunca bir dönem uygulandı ve rejimin bekçileri tarafından esnemesine izin verilmedi.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24. Maddesine göre

 

 
‘Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.’

 

Bugün hala bu uygulamaları ısrarla savunan ulusalcıların diliyle;

‘Din ayrı, devlet işleri ayrıdır. Din Allah ile kul arasındadır. İsteyen Allah’a inanır, namaz kılar, oruç tutar, camiye, Hac’a, Umre’ye gider, istediği kadar dua eder; bunun ötesinde tüm devlet işleri ve kamusal alan laiklik ilkelerine göre düzenlenir’

Laikçilerin İslam’a bakış açısını sığ, basit, klişe ancak çok açık bir şekilde özetleyen bu tanım başlı başına sorunludur ve hem dünya (kamusal alan) hem de ahiret (inanç) hayatını düzenleyen İslam’a kendi keyfine göre yeni bir format atmak demektir.

İslam’a Allah’ın emrettiği şekli ile iman eden tüm Müslümanlar yıllardır tüm İslam coğrafyasında bu tanımlama ve sınırlamaya itiraz etmekte ve inanç-iman ile birlikte kamusal alanda da  var olmak istemektedirler.

Aynı çarpık bakış açısı Kürt meselesinde de yaşanmaktadır.

Kürtler, Kürtçe konuşabilir (artık!),

şalvarlarını giyerek folklor oynayabilir,

şarkı türkü söyleyebilir,

dillerini öğrenmek için kurslar açabilir,

gazete-dergi-kitap yayınlayabilir,

TV kanalları kurabilir ancak bundan öteye gidemez, kamusal alana çıkamazlar;

Kürtçe anadille eğitim yapamazlar.

Kürtçe ikinci veya üçüncü resmi dil olamaz,

bölgesel yönetimler kurulamaz,

köy kasaba, dağ, nehir…isimleri aslına iade edilemez.

Tıpkı İslam’ın kamusal alanda olamayacağı gibi Kürtlük de  kamusal alanda var olamaz.

‘Var’ olursa ülke bölünür ve parçalanır!

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —