Müslüman milletimizin uzun yıllar idareciliğini yapanlar yahut idâreciliğini ele geçirenler dâimâ hakikatleri bâtıla çevirme mesâîsinde olmuşlar. Tanzîmât deyip, memleketin temel binâsını, temel nizamını tahrip etmişler. Islahat deyip, baştan aşağı bütün milli nizâmı ifsad etmişler. Meşrûtiyet deyip, istibdat ve şekâvet çetesi kurmuşlar. Cumhûriyet deyip, cumhuru maddi ve mânevi olarak perişân etmişler. Laiklik deyip, din ve vicdan hürriyetini en ağır zincirlere bağlamışlar. Demokrasi deyip, en koyu, en zulümkâr diktatörlük idaresini tatbik etmişler. Medeniyet deyip, vahşet, rezâlet, câhillik, nankörlük ve ahlâksızlık getirmişler.
Dilimizi, yazımızı, ilimlerimizi elimizden alıp bizleri dînimiz olan İslâm'dan koparmışlar. Bize dinimizi öğretecek âlimlerimizi, hocalarımızı bertaraf etmişler. Bizleri kılık kıyafetimizden soyarak üryan bırakmışlar.
Bin yıldır İslâm'la yoğrulmuş, İslâm'ın emirleri istikametinde bir hayat yaşama sevdâsında olmuş, bununla da dünyaya nizâmât vermiş ceddimizin bu asâletli aslından koparabilmek uğruna her türlü oyun, dalavere ve zulümleri ortaya koyan kuklalar başarmış ve Müslüman insanımız ise kaybetmiştir.
Neticede ne dil ne din ne târih ne de medeniyetimiz kalmış. İlkokulundan üniversitesine kadar okullara, uzun eğitimlere, bunca kalabalık lâflara rağmen henüz dünyada rüşdünü ispat edememiş bir ülke olarak kabul göremiyoruz.

