Tarih: 15.08.2022 16:27

Çifte baskı

Facebook Twitter Linked-in

Astana formatında İran’da yapılan Üçlü Toplantı ve ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rus lider Putin’in Soçi’de yaptığı uzun soluklu toplantı, başta ABD olmak üzere Batı kampından gelen tepkiye sebebiyet verdi.

Bu coğrafyada Türk-Rus-Fars yakınlaşması, Batı ve İsrâil’in en fazla endişe ettiği bir gelişmedir. Yakınlaşmaların yoğunlaşması durumunda, bunu bozmak, işlevsiz kılmak için derhâl harekete geçerler. Bunda da çok zorlanmadıklarını, çeşitli kırılganlıkları kullandıklarını kabûl etmemiz gerekir.

Her şeyden evvel Astana Üçlüsü stratejik bir ortaklık değil. Bu üç devlet arasında çok ciddî çıkar farklılıkları mevcût. Bu farklılıklar sahaya somut bir şekilde yansıyor. Hattâ, yer yer güçleri çatışma noktasında kadar getirebiliyor. Astana’yı kıymetli kılan husus, her şeye rağmen, bu üç devletin haberleşme ve müzâkere kapılarını açık tutmaktaki ortak irâdesidir.

Astana süreci dinamik bir süreç. Zamân içinde dönüşüp, farklılaşıyor. Kurulduğu günlerdeki tablo bugün için geçerli değil. Bunu, sürecin zeminine baktığımızda hemen görebiliriz. Astana Üçlüsü arasında en tipik görünen ortak payda, Batı tarafından dışlanmışlık hâlidir. İlk olarak İran’ın -aşağı yukarı yarım asırdır- Batı tarafından keskin bir şekilde dışlandığını, hasım, düşman hâline getirildiğini, hattâ şeytanlaştırıldığını biliyoruz. Dışlanmışlık hâli, İran için veridir. Farslar dış siyâsetlerini şekillendirip, stratejilerini oluştururken bu durumu veri alıyor ve proaktif, kaosu yükselten bir çizgide hareket ediyorlar. Rusya, hem evvelinde hem de daha yoğun olarak Trump devrinde Batı ile ilişkilerini derinleştirme tecrübesi yaşadı. Biden devrinde ise işler tersine döndü. Ukrayna meselesinden sonra Rusya’nın da hızla İran’ın konumuna sürüklendiğini gördük. Rusya’nın, Sûriye’de, bilhassa Fırat’ın batısında İran ile berâber hareket ettiğini zâten biliyorduk. Ama, Rusya, İsrâil ile arasındaki ilişkileri bozmamak için, İsrâil uçaklarının zaman zaman İran’ın Sûriye’deki uzantılarını vurmasına ses çıkarmıyordu. İran ise bunu reelpolitik bir gereklilik olarak değerlendiriyor ve Rusya’yı eleştirmiyordu. O aralar, kendisini Batı’ya eklemlemenin derdinde olan Rusya, İran ile arasında geliştirdiği işbirliğini, bu sürece zarar veren, prestij bozucu bir ayakbağı olarak görüyor; ama İran’ın sahadaki ağırlığına ihtiyaç duyduğu için çâr nâçar devam ettiriyordu. Diğer taraftan, Astana Üçlüsü’nün diğer iki ayağını oluşturan Türkiye ve İran arasında mümkün olduğunca dengeli bir siyâset götürmekteydi. Bâzen İran’ın şikâyetlerini dinlemeksizin Türkiye’ye alan açtığını, bâzen ise bunun tersini yaptığını biliyoruz. İran muhtemelen Rusya’ya, Türkiye’nin Fırat’ın batısında giriştiği operasyonlara yeşil ışık yaktığı, Kafkasya’daki Âzerbaycan -Ermenistan savaşında lâyıkı veçhile inisiyatif alamadığı, Türkiye-Âzerbeycan ittifâkının derinleşmesine göz yumduğu için hayli içerlemiş olmalıdır. Ama, Ukrayna savaşı sonrasında, Rusya’nın mâruz kaldığı dışlanma hâlinde sahada Rusya-İran işbirliğinin stratejik bir derinlik kazanmakta olduğunu ve daha da yakınlaştığını kabûl etmemiz lâzım gelir. Bunun Türkiye açısından çok ciddî neticelerinin olacağı ortadadır.

Dışlanma meselesinin, Türkiye’nin de mâruz bırakıldığı bir durum olduğunu biliyoruz. Ama buradaki tuhaflık, sürecin açıktan değil, derinden işlemesidir. Türkiye elyem hâlâ, başta NATO olmak üzere Batı kampının çeşitli kurum ve kuruluşlarına ortaktır. Ama, Batı kararlılık içinde Türkiye’yi bu kamptan ihraç etmenin hesap ve uygulamalarının içinde. Fiilen Batı’nın sınırı fiilen Meriç’de bitiyor. Türkiye tam mânâsıyla dışarıda kalıyor. Yetmiyor; F-35 Programı'ndan çıkarılan ve F-16’ları yenilenmeyerek zaafa uğratılan Türkiye karşısında Yunanistan’ı silâhlandırarak Türkiye sindirilmek isteniyor. Angloamerikan blok içinde, eğer Neoconlara kalırsa işlem kesin ihrâca gitmelidir. Birleşik Krallık'ın ise Türkiye-Âzerbaycan ittifâkını kullanarak ve Türkiye’yi alternatif Avrupa oluşumuna katarak Rusya’yı kuşatma işini geliştirmek niyetinde olduğu anlaşılıyor. Şimdilik Birleşik Krallık tezi yürürlükte. Ama Türkiye, Rusya ile yakınlaştıkça buralarda İngiliz istihbâratının operasyonlarına sahne olması kaçınılmaz.

Türkiye çift taraflı bir baskı altında. Batı’nın sıkıştırmaları bir taraftan, Rusya ve İran’ın sıkıştırmaları diğer taraftan. Rusya elbette Türkiye’yi gözden çıkaracak değildir. Ukrayna savaşı başladıktan sonra, tarafsızlık siyâseti tâkip eden Türkiye, Rusya için ayrıca değer ve önem kazandı. Rusya bundan sonra, ekonomik olarak zor günler yaşayan Türkiye’yi daha fazla kullanabileceği, kendisine daha bağımlı kılacak adımları atacaktır. Yâni, Astana’nın ilk zamanlarında olduğu gibi, Türkiye ve İran arasında denge kurmaktan ziyâde, İran’ı da yanına alarak Türkiye’yi baskılamak ve Batı kampından kopuşunu yönetmek istikâmetinde olacağını öngörebiliriz. Zâten son Astana Zirvesi’nde ve onu tâkip eden Soçi buluşmasında Putin’in Erdoğan’ı, Esad ile görüşmeye ve daha mühimi, yakın bir gelecekte yapılacak olan Şanghay Toplantısı'na dâvet etmesini bu açıdan çok mânidar bulduğumu ifâde etmeliyim.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —