Tarih: 06.03.2023 16:15

ASRIN DEPREMİ ÜZERİNDEN PSİKOLOJİK SAVAŞ

Facebook Twitter Linked-in

Milletimiz, bilim insanlarının “asrın depremi” olarak nitelendirdiği büyük bir depremle karşı karşıyadır. Bu deprem; Türkiye nüfusunun yaklaşık %17’sine tekabül eden 14 milyon insanımızı, yüzölçümünün yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan 11 ilimizi doğrudan etkilemiştir. Deprem bölgesi Türkiye’nin toplam gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde onunu oluşturmaktaydı. Binlerce insanımız öldü, binlerce yaralımız var ve binlerce bina yerle bir olmuş durumdadır. Ölenlere Allah’tan rahmet, geride kalanlarına baş sağlığı diliyoruz. 

Böyle bir durumda şer güçler (ABD, AB, İngiltere, İsrail vb.) ve onların yerli işbirlikçileri hem Türkiye genelinde hem de deprem bölgesinde çok yoğun ve sinsi bir psikolojik ve sosyolojik savaş sürecini başlatmışlardır. 

Psikolojik savaş, “Askerî silah ve askerî harekât dışında mütalâa edilebilecek olan bütün araçların ve eylem şekillerinin kullanılmasıyla yürütülen bir savaş şekli” olarak tanımlanmaktadır. 

Psikolojik savaşta amaç, zihinleri yıpratarak insanların karar verme mekanizmasını dumûra uğratmaktır. Muhataplar, hareket edemez hale getirilip suçlanır, suçlu hale sokularak teslim alınır ve eğitilerek sisteme, otoriteye bağlı hale getirilir. 

Psikolojik savaşın hedefi, karar verici merkezlere veya güçlere karşı, bir ülke halkının, bir yönetimin, bir grubun veya bir devletin direncini kırmak; ülkede fitne ve fesadın etkin olmasını sağlayarak yönetimleri kararsızlığa itmek, sonuçta suçlu psikolojisine sokarak teslim olmasını sağlamaktır. Suçlu olduğunu kabullenen fert, grup, yönetim, toplum veya devletin mevcut otoriteye itaatinin sağlanması temel hedeftir. 

Bu amaçla insanlar, sürekli birbiriyle çelişen yoğun bir bilgi bombardımanına tâbi tutulurlar. Günlük hayatın içinde yorgun düşen insanlar, bu tezatlar yumağı içinden, doğru olanları, bulup ayıklayamaz ve şaşırırlar. Suçlanan kesimin, suçlu olduğuna veya iddiaların doğru olduğuna inanırlar.

Psikolojik savaşta, savaşı yürüten merkezin çeşitli kolları, farklı ideolojiler ve farklı örgütler aracılığıyla ihtilafları körüklerler. Karşılıklı suçlamaların yapılması sağlanarak, ülkede gerilim artırılır. Bu savaşın başarılı yürütülebilmesinin en temel unsurlarından biri; savaşı yürüten merkezin, psikolojik savaş açacağı grup, cemaat, parti, hükümet / yönetim, toplum veya devlete, değişik teşkilat, yapı veya fertler aracılığıyla sızma işlemidir. Sızma işlemi, yıllar öncesinden başlar; istenen şahıs veya örgüt, istenen konuma getirilinceye kadar, sabırla bir mücadele yürütülür: FETÖ olayında olduğu gibi.

Psikolojik savaşı yürüten merkez, örümcek gibi ağlarını örer, ilmikleri, düğümlerini atar. Mekanizma tamamlandıktan sonra, bu sahte örgütler ve şahıslara, “dolambaçlı harp taktiği” uygulayarak saldırır ve yavaş yavaş meşhur olmalarını sağlar. Sonra yoğun bir saldırı başlatarak, teşkilat / cemaat / parti / devlet / toplum içinde 

yeni ihtilaflar meydana getirerek bölme, parçalama ve yok etme işlemini gerçekleştirmek ister. 

1960’dan günümüze Türkiye’deki toplumu kamplaştırıp birbirine kırdıran ve bu yolla şartları olgunlaştırıp siyası iktidarları yıpratarak darbeye zemin hazırlayan, aynı derin mekanizmaya bağlı düşman görünen kardeşlerdir. 

Size rağmen, sizin adınıza, sizi yok etmek için örgüt kurmak ve örgütlemek, psikolojik savaşın mantığıdır. FETÖ’nün yapısında bu fotoğraf çok daha iyi bir şekilde görülebilmektedir. Türkiye’de 11 Eylül 1980 günü akan kanın, 12 Eylül 1980 gününde birdenbire kesilmiş olması, bir tesadüf değildi.

Psikolojik savaş, tek başına bir işe yaramaz; genel olarak, diplomatik ve askeri faaliyetlerle birlikte kullanılır. 

Psikolojik savaşta aşırı hırs, asilik, şımarıklık, korku duygusu çok kullanılan temel yardımcı eğilimlerdir. Bu eğilimler kullanılarak örgütlenme, cephe hareketi ve yıpratma hareketi yürütülür. Psikolojik savaşta, açık, gizli, yarı gizli olacak şekilde propaganda yapılır. Psikolojik savaş, hemen hemen bulanık propaganda ağırlıklıdır; kaynağı açık değildir. “Belgeler var”, “İddialar var”, “Duyumlar var”, “Halk arasında söylentiler var” şeklindeki değerlendirmeler, psikolojik savaşta çok sık kullanılan ifadelerdir.

Asrın felaketi olarak nitelendirilen depremde başlangıçtan bugüne kadar olanları Sosyo-psikolojik savaş yaklaşımı ile ele alıp değerlendirdiğimizde, şer ittifakının psikolojik harekatıyla Türkiye’nin karşı karşıya olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu bağlamda medya ve sosyal medyada yalan ve abartı düzleminde yapılan yıkıcı propagandalardan; yeri ve zamanı uygun olmayan açıklamalardan, meydana gelen bir kesiti aşağıda özetle sunmaktayız:

•  “Alevilerin olduğu yerlere / köylere yardım gönderilmiyor, engelleniyor.”

•  “Biz Arap Nusayri Olduğumuz için Devlet bize yardım 

    göndermiyor.”

•  “Arap, Alevi, Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu illere AFAD

   gitmiyor.”

•  “Hatay’da çadır dağıtılmadı.”

•  “Avrupalı yetkililer: Suriye tarafında yıkım çok fazla, Türkiye’ye bir 

   göç dalgası olacak.”

•  "Burada iç savaş var, Suriyeliler yağmaya başladı." 

•  “Hatay elden gidiyor. “Hatay’ın nüfusu 1 milyon 670 bin. Resmi verilere göre 500 bin civarında Suriyeli var. Ama gayri resmi sayı 800 binin üzerinde. Yaklaşık her 2 kişiden biri Suriyeli. Hatay’daki doğumların yüzde 75’ini Suriyeli kadınlar yapıyor. Yeni doğan her dört çocuktan üçü Suriyeli. Savaş psikolojisi hormonları bozmuş. 11 ayda doğum yapan, altı yılda altı çocuk yapan Suriyeli kadınlar var. Çoğunun üç-dört eşi var ve hepsi de çok çocuk yapıyor. Demografik yapı bizim aleyhimize gelişiyor. 12 yıl sonra belediye başkanının Suriyeli olması hiçbirimizin hoşuna gitmez.”

"Suriyeliler Samandağ'da yağma yapıyor."

"Suriyeliler Fenerbahçe tırını yağmaladı."

"Suriyeli deprem çalışmalarında itfaiyecinin telefonunu çaldı."

•  "KYK yurtlarına daha çok Suriyelilerin yerleştirildiği, bu kişilerin

    odalarda nargile içtikleri ve müstehcen içerikli görüntüler 

    paylaştıkları…"

•  “Kapılar açıldı, Suriye’den yüz binlerce sığınmacı getiriliyor.”

•  “Türkiye-Suriye sınırındaki bazı duvarlar yıkıldı, çeteler Türkiye’ye

    giriyor.”

•  “Bir Afgan, çıkan cesetlerin elini kesip altınlarını çalıyor.”

•  “Erbil’den Adıyaman’a gelen iş makinaları bekletiliyor, 

    engelleniyor.”

•  “Arama kurtarma yapılmıyor.”

•  “Atatürk Barajı’nda çatlaklar oluştu.”

•  “Hatay’da baraj patladı, Allah aşkına yardım edin.”

•  “Kahramanmaraş’ta yanardağ patladı.”

•  “Antakya’da cenazeler isim yerine numara verilerek gömülüyor.”

•  “Savcılar mesai bitti, diye işlem yapmadığı için cenazeler defnedilemiyor.”

Yukarıdaki ifadelerin, eleştirilerin, yorumların tümü kasıtlı olup yalandır. 

Yaralar sarılmadan toplumsal barış ve güven ortamı sağlanmadan sosyal fay hatları meydana getirecek her türlü tartışma ve eylem son derece tehlikelidir. Çünkü yukarıdaki özetlediğimiz bir kısım yorum ve değerlendirmelerde ana amaç, sosyo-psikolojik bir savaşı başlatmak, derinleştirmek, ülkede var olan sosyal fay hatlarına enerji yüklemek, yeni sosyal fay hatları inşa etmek ve toplumsal çatışma meydana getirmektir. 

Sosyo-psikolojik savaş bağlamında şer ittifakı ve onların yerli işbirlikçilerinin hedeflerini, amaçlarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

•  Ülke içinde çatışma çıkararak ayrıştırmak / kamplaştırmak ve

   Türkiye’yi bölmek,

•  Toplumsal dayanışmayı yıkmak,

•  Devlete olan güveni sarsmak,

•  NATO’nun müdahalesine zemin hazırlamak,

•  Diyarbakır, Hatay, Antakya, İskenderun gibi Kürt ve Arap nüfusun 

    olduğu bölgelere kasıtlı olarak yardım yapılmadığı olgusunu 

    kuvvetlendirip etnik ve mezhepsel düşmanlığı körüklemek,

•  Hatay, Antakya, İskenderun’dan Arap, Suriyeli ve Nusayri / Alevi

   olmayanların göç etmesini ve bölgede etnik olarak Arap, 

   mezhepsel olarak da Nusayri nüfusun hâkim olmasını sağlamak. 

   Gelecekte referandumla bağımsızlık, özerklik istemek, 

•  Suriyeli göçmenler arasında milliyetçiliğin kuvvetlenmesini ve 

   Türkiye’ye karşı düşmanlık duygularının pekişmesini sağlamak,

•  Devleti uluslararası ilişkilerde zayıf duruma düşürmek,

•  Yeni sosyal fay hatları oluşturarak şer ittifakının kaos çıkarma

    imkânlarını artırmak, 

O nedenle bu büyük krizin başlangıç döneminde acil olanları yapıp yaraları sarmak, toplumsal barışı ve dayanışmayı sağlamak öncelikli görev ve sorumluluğumuzdur. Aksi takdirde ülke olarak millet olarak ödenecek bedel çok ağır olacaktır. 

Bu süreç çok dikkatli takip edilmeli ve gerekli tedbirler alınmalıdır. 

Henüz vakit varken!

UMRAN KÜLTÜR VE MEDENİYET HAREKETİ

Not: Konu ile ilgili ikinci açıklamamız “Sosyolojik Savaş”, üçüncü açıklamamız ise “Haberlerin Araştırılması” olacaktır.

YanıtlaYönlendir



Orjinal Habere Git
— HABER SONU —