100 Yıllık ‘Susturulmuşluk’, Ne Zamana Kadar?

Selahaddin E. Çakırgil yazdı;

 100 Yıllık ‘Susturulmuşluk’, Ne Zamana Kadar?

100 Yıllık ‘Susturulmuşluk’, Ne Zamana Kadar?

Firavunluk sadece bir kavran olmayıp, firavunculuk, binlerce yıllık geçmişi olan, sistematik bir cereyandır ki, onun karşı çıktığı kişi ve hadiselere daha bir dikkatlice bakmak, o sistemi  daha iyi tanımaya da yardımcı olur.

*

Resmî ideoloji meczûbları‘ikonperest’ler, günlerdir, 100 yıl önce, ‘ata’larının  idâm ettirdiği bazı isimlerin uğradıkları mazlûmiyetin anılmasına bile hışımlarını kusuyorlar. Halbuki, Müslüman halkımızın azımsanmıyacak bir kısmı, bu çarpık zihniyetlilerin dünyasından habersizler; etkileri bugün de devam eden ve yarın da devam edecek olan dünün zulümlerini ve acılarını hatırlamak istemiyorlar gibi.. Ya gündelik maişet derdindeler, ya da rehavette..

Anadolu’da 1920’lerdeki varolma mücadelesine karşı çıkmak gibi uyduruk bir takım iddialar ve de asıl suçlama olarak ise, 1 Kasım 1925 tarihinde ilân olunan ‘Şapka İnkilabı’na, 1,5 yıl önce, 1924 yılında yayınlanmış olan ‘Frenk Mukallidliği‘ isimli kitabıyla karşı çıktığından dolayı, (yani, henüz suç icâd edilmemişken, ‘maqable şâmil bir ilkellik’le suçlu bulunan) o dönem ulemâsının önde gelen müderrislerinden İskilipli M. Âtıf Efendi; Ankara’da hiç birisi hukukçu olmayan bir cinayet şebekesince öldürülme cezasına çarptırılmış ve temyizi filân olmayan o karar, 4 Şubat 1926 günü, Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi’yle birlikte Ankara’da (eski) Meclis’in bahçesinde asılarak öldürülmüştü.

O cinayetin 95. Yıldönümü münasebetiyle, geçen hafta, Âtıf Efendi’nin İskilib’deki mezarı başında tertiblenen anma töreninde, Çorum AK Parti m.vekili Erol Kavuncu ve Çorum Valisi başta olmak üzere, büyük bir halk kesiminin hazır bulunuşundan dehşete kapılan ‘taife-i laїcus’un ‘ikonperest’leri,  ‘zulüm düzenlerinin temellerinin oyulduğu’ korkusuyla günlerdir koro halinde ve mübtelâ oldukları ‘devrim histeri’siyle tepiniyorlar.

100 yıl öncelerde hıyanetle, entrikalarla, korkunç zulümlerle, dârağaçlarıyla, emperial güçlerin destekleriyle, (ve içinden çıktıkları halkın değerlerine düşman olacak kadar nefret besleyecek hale getirilmiş, kuklalaştırılarak) mankurtlaştırılanlar aracılığıyla elde ettikleri siperleri yitirmemek için, eski zulüm uygulamalarına sığınıyorlar ve en küçük bir dokundurmadan bile nem kaparak, ‘şahısperestlik’lerine karşı çıkanlara asla merhamet edilmemesi gerektiğini açıkça yazıyorlar-çiziyorlar..

*

O dönemde Âtıf Efendi’yle aynı hapishane koğuşunda yatmakta olan Şevket Süreyya’nın ‘Suyu Arayan Adam..’ isimli hâtırâtında, onun ismini vermeden anlattıkları ilginçtir. Son savunmasını hazırlayan Âtıf Efendi‘Resulullah’a kavuşmayı geciktirmeye çalışmamak’ gibi bir gerekçeyle müdafaasını yapmaktan son anda vazgeçtiğini söyler.

*

Bir dost, ‘İskilipli Âtıf Efendi konusu bu kadar gündemdeyken, sen niye susuyorsun?’ dedi. ‘O konuya girmek için, mayın tarlasına da girmek gerekiyor..’ demek zorunda kaldım.

Kendisi de sıkı bir ‘totaliter laiklik’ tarafdarı olan Prof. Tarık Zafer Tunaya, Hukuk Fakültesi’ndeki derslerinde, 50 yıl öncelerde, ‘İttihad ve Terakki döneminden itibaren, laikler ‘İslâmcı’ların üzerinden bir buldozer gibi’ geçti’ derdi;  kendisi de o gücü temsil eden birisi olduğunu hissettirerek..

*

Yazık ki, o 100 yıllık geçmişimizle henüz de hesaplaşamadık.. 

Bunu intikam duygusuyla ifade etmiyorum. O zulümlerle, ‘o günün şartları’ gibi bahanelere sığınmadan hesaplaşılmadığı müddetçe; yarınlarda nice benzer zulümler, müslüman halkımızın gelecek nesillerine de tatbik edilebilecektir.

Coğrafî sınırlardaki düşmanlara karşı eldeki bütün imkânlarla direnen bir Müslüman milletin, kendi içindeki zâlimlere karşı maalesef bir direnme geleneğinin olmayışının, bizlere ne ağır bedeller ödettirdiğini unutmamalıyız.

*

Bu vesileyle..

İnternethaber’den Hâdi Özışık Bey’e NOT:  Youtube’da dün yayınlanan video’nuzu dinledim. Ayasofya İmamı Mehmed Boynukalın’ın, ‘Yeni Anayasa’da laiklik olmamalıdır!’ şeklindeki beyânını, hattâ ağır şekilde eleştirmenizi size yakıştıramadım.

‘Ayasofya İmamı’ sadece ‘namaz kıldırması ve hutbe okuması’ için vazifelendirilmiş bir Câmi İmamı değil, asırlarca olduğu gibi, ulemâ içinden, en üstün niteliklere sahib olanlar arasından seçiliş geleneğine uygun olarak ve Devlet’in en üst karar mercilerince belirlenmiş, -ve bildiğim kadarıyla- sahasında ‘müderrislik- profesörlük’ derecesinde, liyakatli bir Müslüman âlimdir. (Şahsen tanışmıyorum).

Kaldı ki, sıradan bir imam da, vatandaş olarak laiklik konusunda görüş bildiremez mi?

Unutmayalım ki, 1928’e kadar, ‘1924-Teşkilat-ı Esâsiye Kaanunu’nda /Anayasası’nda 2. Madde’de, ‘Devletin dini, Dini İslâmdır.’ hükmü vardı.  O kaldırıldı ve o zamana kadar ‘fransızca- türkçe’ lügatlarda ‘Laicism = Dinsizlik’ diye tarif edilen ‘Laiklik’, Müslüman halkımıza CHP’nin bir dayatması olarak zorla kabul ettirildi..

Hayırlı hizmetler dileğimle..

..  ..

Ve…

**

RAHMET DİLEYİŞ:  Kadir Topbaş’la şahsen tanışıklığım yoktu. Esasen, onun 13-14 yıllık İstanbul Beld. Başkanlığı döneminin ilk 12 yılında İstanbul’da değildim. Önceki hizmetleri konusundaki bilgilerim, Tayyib Bey’le on yıllar boyu yol arkadaşı olmasıyla gözlemlerime dayanır. 

Ama, onu 30-35 yıldır, gıyâben tanıyordum; efendiliğiyle, iyi bir yönetici oluşuyla ve ‘müslüman’ kimliğiyle..

3 ay kadar önce yakalandığı ‘Covid’ salgını, bünyesindeki başka rahatsızlıkları da tetikledi ve nihayet dün dünya hayatına vedâ etti.

Ebediyete doğru çıktığı bu yolculuğunda Kadir Bey’e, Allah’u Teâlâ’nın rahmetinin yoldaş olmasını; ve yakınlarına, sevenlerine de sabırlar niyaz ediyorum.