Tarih: 08.02.2020 18:12

6.8’in ‘DOĞANYOL’ İZLENİMLERİ

Facebook Twitter Linked-in

Nasıl yapsam bir yol bulsam, dua, temenni, çaba derken sabah saat 09: 00 'da kendimi tam da planlanan yerde Malatya Valiliği’nin önünde bulmuştum. Çok geçmemiş kendime bir arkadaş da edinmiştim. Tatlı simasıyla yanımda sessizce duruyordu. Selamlaşıp konuşmaya başlamıştık bile. Sena liseden yeni mezun şu anda bir okul kantininde çalışan ve çıkışta da üniversite sınavına hazırlanmak için kursa koşturan pırıl pırıl bir kız. Anlatıyordu. Sesi o kadar yumuşak dokunuyordu ki. Onu dinlemek orman da kuş sesi dinlemek gibiydi o an. Arabanın bir saat gecikmesi onun doyumsuz sohbetine karışmış, gözlerine bakarken hayallerini bir bir sıralaması bana yemek üzerine yenilen  tatlıyı  andırmıştı.O soğuk havada onun kelimelerinde  içtiğiniz sıcak çayın tadını  alabilirdiniz.

Arabamız gelmişti. Arka arkaya sıralanan servislerin ilkine Sena ile bindik. Ayakta kalmamıza ikimiz de aldırış etmedik. Yardım kolilerini hazırlayacağımız fabrikaya geldiğimizde bir ağabeyin ‘gelenlerin isimlerini yazar mısın?’ deyişiyle kendimi elimde kâğıt kalem masada bulmuştum. Beni tanıyanların çıkması da ayrı güzeldi tabi.

O güzel gençlerin isimlerini itina ile yazıyordum. Cennete yazılsın inşallah evlatlar adınız, maşallahları vardı. Abla kardeş, dost arkadaş toplaşıp gelmişlerdi. Hemen işe giriştiler. Kolilere konacak erzakları itinayla yerleştirip, güzel bakışlar bırakıyorlardı her birine. Hepsi seçilmiş gibiydi. Gönüllerince gelip koşturmak kim bilir her birinin kalbinde nasıl bir yer edilmişti. Herkes gücünce koşturmuş öğlene yakın işimiz bitti bitecekti.

Dün yolda karşılaşıp konuştuğum, bugün aynı havayı soluduğum Mine ablam " Sevcan sen çok istemiştin beraber Doğanyol'a gidelim mi?” deyince içimden uçup uçup yere inmeyen ayaklarımı zor zapt etmiştim. Ben zaten dünden hazırdım. Yol biraz kötü, deprem bölgesi, kar, buz, tipi vs. söylemleri bende çoktan uçup gitmişti. Tam tekmil karşısındaydım.

Belki beni anlayan belki de hiç anlamayanlar olacaktır. Ama ben her zaman öleceksem koşuşturmalarımla ölmek isterim. İnsanlığa giden yolda nefes vermek isterim.Acılarına ortak olmak isterim.Onlara sıcak bir gülüş vermek isterim.Ben böyle olsun isterim.

 Yoldaydık. Nasıl bir insanın her anı bir olmuyorsa, bir adım ötesi bir adım berisi farklıysa Kubbe Geçidi de bana aynen öyle geldi. Bir anda tipinin ortasında göz gözü görmeyen kaygan zeminde ilerleyişimiz ve bir bakmışsınız aydınlık sizi karşılamış. O kar nerede, o rüzgâr nerede şaşkınsınız. Ben nerden geçtim böyle dedirten, hani şu ne yaptığını kestiremediğiniz dostlarınız gibi. Ne gülüşü belli ne de somurtması. Ne acısı belli ne de tatlısı. Arada sizi nefessiz bırakışı gibi… Umudunuz kurtuluşumuz yokmuş gibi. Bir dahası olmayacak iki arada bir dere de kalmışınız gibi…

Sonrası Doğanyol ve beyaz çadırların sizi karşılaması… Şimdi asıl meselenin tam ortasındasınız işte. Nasıl anlatılır, nasıl tanımlanır afallayıp kalıyorsunuz. O tutunmaya çalışan pencere gözlerimin önüne geldikçe sızlayan yüreğimi nasıl dindirir, kalemim neler yazar kestiremiyorum.

 Giriş yapar yapmaz şöyle bir gözlerimizle acıyı tartıp en sondan başlamaya karar kılmıştık. Doğanyol Tanrıverdi Öğretmenevi ilk durağımızdı. İçerisinde çocuklar, amcalar, teyzeler gençler vardı."Kalacak evimiz yok, buradayız!" diyorlardı. Yardımlarımız bayanlara ve çocuklara yönelik ihtiyaçlardı. Bıraktık. Kendimizi bıraktık, bakışlarımızı bıraktık, şaşkınlığımızı… Kalsındı orda bize ne lazımdı.

Şöyle ki, belki yapılan yardımlar anında yetişmişti amenna. Yiyecek yemek, içilecek su, gıda, kıyafet... Her şey mebzul, her şey yığınla… Ama bir ev sıcaklığı hissetmeniz olanaksız. Düzen yok, yatacak yer yok, içeri terliğiniz yok, şöyle üşüyünce üzerinize alıp az buçuk ısınınca bir kenara atacağınız bir yeleğiniz hiç yok. Komşuyu çaya çağırmak yok. Sesiniz kısılmış. Sahi diyorum dün sabaha kadar beni sıcak evimde uyutmayan neyin nesiydi? Öyle bir unutuyorum ki o anı… Anlamsız tanımsız hiç oluyor derdim gözümde. Sen hiç oluyorsun benimle.

Görevli arkadaşlar işlerinin başında. Bizi götüren şoförümüz bile Kahramanmaraş ' tan gelmiş koşturuyor buralarda. Aralarda duruyoruz. Selamlaşıyoruz her biriyle. Sözde konuşuyoruz. Konuşuyoruz ama ses karşılıklı mı bilmiyorum. Saat kulesi bütün yıkılmışlığıyla selamlıyor bizi. Sizi kendinize mi getiriyor, kendinizden mi geçiriyor belli değil.

Gökçe Köyü' ne varıyoruz. Bana göre hayatın tam ortasına. Viraneye…  Dağılmışlığa…  Suskunluğa… Okul bahçesine kurulan çadırlar karşılıyor sizi. Ne anlatıyor derseniz? Ben de tanımlanmayacak şeyler. Anlatamıyorum. Susmak en iyisi belki de. Siz ne anlamak istiyorsanız o.Dilim damağım kuruyor.Okulun merdivenlerine yığılan sulardan bir tane alıp içme fikri beynime, düşüncelerime  zarar… Gözlerimi kaçırıyorum.

Çocuklar çıkıyor okuldan ellerinde bir kek, bir meyve suyu. Gelin bakalım diyoruz. Kışlık şapkalarımız var size hediye edelim. Montunun şapkasını kafasına geçiriyor usulca sözde çaktırmadan  "benim var bak "dercesine gözlerime dikiyor gözlerini. Israr etmelerimiz beyhude. Hele o rengi solmuş,  kendisine bir numara küçük gelen kırmızı şapkalı afacan. Şapkasından öpüyorum. Gözlerinden öpüyorum tok gönüllü yavrularımı. Çocuklar masum, çocuklar neşe, çocuklar gözlerime fer oluyor…

Ara sokaklara dalıyorum. Ablalarımız bizi çok güzel karşılıyor. Zorla tutuşturuyoruz ellerine götürdüklerimizi. Sarılıyorlar. Yıkık evlerini gösteriyorlar elleriyle…

Bendeki saçma sapan soruya aldırış etmiyorlar.

-Siz bu yıkık evlerden mi çıktınız?

-Gülümsüyorlar... Evet derken utanıyor bakışlarım.

Bana sorsanız onlar çıkmış da sonra yıkılmış bu duvarlar sanki.

Hava kararıyor, zaman daralıyor. Oysa diyorum şu sarılmalarımızı derinleştirsek. Korkularımızı bir  bir döksek çay muhabbetiyle. İnekleri, köpekleri, tavukları da konuşsak… Sarılsak. Sarılsak… Sarılsak. Kelimelerimiz sımsıkı birleşse bizimle…

- He kız Hatçe, Sorma biz de valla. Aniden he ya. Attık kendimizi dışarı işte. Çayımız bardakta kaldı. Hayat boş. Ölüm var. An dondu aynen bizde de. Çok değil az şöyle kıkırdasak, ellerimiz birleşse muhabbetin ortasında. Birbirlerine anlattıklarını bize de anlatsalar bir daha. Dökülse ve hafiflese acılar.Rahatlasaydı içimiz.Vallahi de billahi de böyle olsaydı. Dinleseydim. Dinleseydim. Ağzım açık dinleseydim doyunca. Uzun uzun anlatacak bir şeylerim olsaydı. Biz kısa bakışları ve acıyı nasıl sığdırdık içimize. Daha yıkık döküklere geçemedim. Onları da fotoğraflar anlatsın isterim. Belli ki anlatmaya ne mecalim yetecek ne de kalemim. Penceredeki o güzelim çiçeğe el salladım ve bittim.

Oradan ayrıldık. Ufak tefek vereceklerimiz kalmıştı bizimle. Ara bir köye gider hal hatır sorar muhakkak verirdik. Emindik. Damlı Köyü tabelasını görünce arabayı o tarafa çevirdik. Kocaman bir aile karşıladı bizi. Torun torba, gelin kaynana bir eve doluşmuşlardı. Pencereden bizi gören ev ahalisi sırayla dışarı çıkıp bize sarıldı. Allah'ım ne hoş karşılama ne güzel bakışlardı.Küçük Zeynep bile bize sarılmak için kollarını çoktan açmıştı.Kucaklayıp öptüm.Hal hatır , korku sevinç derken hazırlardı dertlerini anlatmaya.Hep birlikte bir evde kalıyorlarmış.Maaile bir arada.Yemek bir.Hep beraber yiyip içiyoruz dediler.Yapan tabi ki gelinler.O kadar gelinin ve torunların  bir arada olması, bilemedim şimdi.Günü belki de yorgunluğa karışan  gülümseyişle  uğurlamak da varmış belli ki.

Dönüş yoluna yönelmiştik. Kubbe Geçidi zor olsa da bize yol vermişti. Şimdi bana neyin kıymetini bilmeliyiz sorusu sorulsa hiç lafı evirip çevirmeden " Ev Sıcaklığı" derdim. Masamdayım. Çayım, kitaplarım, korkularım ve kırgınlıklarım bir çatının altında. Mutfağım, silecek bir halım, lambalı koruyan bir avizem, pencerelerim ve uçuşmayan bir perdem var. Evim var benim. Dönüp dolaşım başımı koyduğum.

Ama bir yandan da yıkık dökük duygularım. Kafamı çevirdiğimde bembeyaz umutlarım, gök hâlâ mavi. Yüzlerde silinmeyecek korkulu bir çehre bıraktım geriye…

Evlerini, yurtlarını, sıcaklıklarını, anılarını, kim bilir ne hatıralarını bırakmak istemeyen, bunları terk etmeyecekleri besbelli olan kırıklıkları bıraktım içime. Keşke ortada gözümüzün görebileceği bir ev olsaydı da biz de onaylasdeaydık bu kalışları yüreklice.

 Ortada ne ev vardı ne de bir hatıra. Bir canları vardı bir de acı tebessüm

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —