İran-Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşeceği yönündeki söylemler büyük oranda ABD’nin bölge politikasındaki değişimden kaynaklanıyorSoğuk Savaş döneminde ABD’nin Sovyetleri Ortadoğu’da çevrelemek için geliştirdiği çifte sütun politikasının bir ayağı Suudi Arabistan diğer ayağı İran’dı. Suudi Arabistan 1932 tarihinden bu yana ABD’nin geleneksel müttefiki olmaya devam etti. İran’da ise ABD’nin geleneksel müttefiki olan Şah rejimi 1979’daki devrimle yıkıldı. Bu tarihten sonra ABD’nin Ortadoğu politikası, ABD-İran ilişkileri ve Suudi Arabistan-İran ilişkileri de değişti. Devrimin ardından ABD’yi “büyük şeytan” olarak tanımlayan İran rejimi ABD’nin müttefiklerine de karşı cephe aldı. Bu çerçevede İran nezdinde Suudi Arabistan, gerek ABD’nin “kuklası” olması gerekse rejimin itikadi mezhebine (On İki İmam Şiiliği) karşı bir dini akımın (Vehhabilik) merkezi olması hasebiyle Tahran tarafından düşmanlaştırıldı. Benzer şekilde Suudi Arabistan için de İran’daki yeni rejim kendisine karşı bir güvenlik tehdidi oluşturuyordu. İran devriminin ihracı, Suudi rejimi için doğrudan güvenlik tehdidiydi. İran’ın devrimi ihraç konusundaki kararlılığı, Suudi Arabistan ve Körfez’deki Şiileri mobilize etmesi ve devrim sonrası askeri çatışmalarla devrimin benimsenmesini sağlaması Suudi Arabistan-İran ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi. Hatta bazı bölge uzmanları iki ülke arasında 1979 sonrasında başlayan rekabeti “Ortadoğu’nun Yeni Soğuk Savaşı” olarak adlandırdı.
İşbirliği ve rekabet
Bununla birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler dönemsel olarak inişli çıkışlı bir seyir izledi. İki ülke arasındaki rekabetin tohumları 16-17.yüzyıllarda Safevîlerin Sünnilikten Şiiliğe geçişi ve 18. yüzyılda Suudi Arabistan’ın radikal Vehhabi doktrinini benimsemesinin ardından atıldı. Buna rağmen “Şii-Sünni rekabeti” olarak görülen bu güç mücadelesi zaman zaman yerini işbirliğine de bıraktı. Ayetullah Humeyni’nin 1989’da ölümünün ardından ilişkilerde olumlu yönde bir gelişme oldu. Ocak 1990’da İran’da yaşanan depreme Suudi Arabistan insani yardım gönderdi. 1991’de ABD, İran ve Suudi Arabistan’ı düşman ilan eden Irak’a savaş açtığında Tahran-Riyad arasında diplomatik ilişkiler tesis edildi. 1997 yılında İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde Kral Fahd ile görüştü. İki ülke birbirlerinin içişlerine karışmama, ulusal egemenliğe saygı duyma gibi ilişkileri olumlu etkileyecek prensiplerde uzlaşıya vardılar. Yine 1997 yılında dönemin veliahdı Prens Abdullah bin Abdülaziz ile İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi Tahran’da görüştü. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesi sırasında yapılan bu görüşmelerde taraflarda siyasi irade olursa iki ülke arasındaki işbirliğinin gelişmesi için bir engel bulunmadığı belirtildi.
- 11 Eylül saldırıları, Afganistan ve Irak işgalleri bölgede İran’ın nüfuzunu, dolayısıyla da Suudi Arabistan’ın güvenlik kaygılarını artırdı.
Benzer şekilde Hatemi 1999 yılında Riyad’a bir ziyaret yaptı. Fakat 2000’li yıllardan itibaren iki ülke arasındaki mezkûr yakınlaşma yerini tekrar gerilim ve rekabete bıraktı. 11 Eylül saldırıları, Afganistan ve Irak işgalleri bölgede İran’ın nüfuzunu, dolayısıyla da Suudi Arabistan’ın güvenlik kaygılarını artırdı. Obama döneminde İran ile imzalanan P5+1 anlaşması ve Arap devrimleri dalgasının bölgesel statükoyu İran lehine, Suudi Arabistan aleyhine değiştirmesi de iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen diğer bir faktör oldu. 2016’da Suudi Arabistan’ın Şii din adamı Nimr el-Nimr’i idam etmesi sonrası patlak veren gösteriler ikili ilişkilerin kopmasına neden oldu. Terör suçlamasıyla idam edilen Nimr’i savunmak ve idamı protesto etmek isteyen İran destekçileri Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed kentindeki konsolosluk binalarını yaktı.
- Riyad, Yemen başta olmak üzere bölgenin birçok noktasında İran’la güç mücadelesine girdi. Bununla birlikte son günlerde iki ülke arasında ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde adımlar atıldığı ve bu çerçevede görüşmeler yaptığı haberleri basına yansıdı.
Son olarak Donald Trump döneminde ABD’nin İran siyasetinin radikal boyutlara ulaşması Suudi Arabistan’da da karşılık buldu. Bu çerçevede Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Trump’ın desteğini alarak İran karşıtı siyasetin öncüsü konumuna geldi. Riyad, Yemen başta olmak üzere bölgenin birçok noktasında İran’la güç mücadelesine girdi. Bununla birlikte son günlerde iki ülke arasında ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde adımlar atıldığı ve bu çerçevede görüşmeler yapıldığı haberleri basına yansıdı.
Senaryolar
Aralarında Suudi Arabistan Ulusal İstihbarat Başkanı Halid bin Ali el-Humeydan’ın da bulunduğu Suudi Arabistan ve İranlı üst düzey yetkililerin 9 Nisan tarihinde Bağdat’ta görüşmeler yaptıkları iddia edildi. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bu görüşmeye dair doğrulayıcı veya yalanlayıcı ifadeler yerine Suudi Arabistan ile açıktan görüşmeye hazır olduklarını dile getirdi. 20 Nisan tarihinde İran’ın Bağdat Büyükelçisi İrec Mescidi, Tahran ile Riyad’ın Irak’ın arabuluculuğunda görüşmelere başladığını ancak henüz dikkate değer bir ilerleme kaydedilmediğini belirtti. Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi’nin Körfez turunun da bu görüşmeden bağımsız okunmaması gerekir. Öyle görünüyor ki Kazımi Körfez-İran hattında dostane ilişkiler tesis edilmesini sağlayarak Irak üzerindeki gerilim ve çatışma ortamını dönüştürmeye çalışmakta. Ayrıca Kazımi’nin İran ile Ürdün-Mısır gibi ülkeler arasındaki gerilimin de sonlandırılması için arabuluculuk faaliyetleri yürütmek istediği söyleniyor.
- Suudi Arabistan’ı Kaşıkçı cinayeti sonrası dahi destekleyen Trump’ın görevden ayrılması, bin Selman yönetiminde dış politikada agresif politikalar takip eden Riyad'ın geri adım atmasına neden oldu.
İran gibi bölgenin birçok noktasında harekete geçirebileceği güçleri olan bölgesel bir aktörle kendi başına mücadele etmesi zor olan Suudi Arabistan’ın İran’la diyaloğa olumlu bakmasının ardında birkaç sebep bulunduğunu söylemek mümkün. Bunlardan ilki ve en önemlisi ABD’deki başkan değişimi. Suudi Arabistan’ı Kaşıkçı cinayeti sonrası dahi destekleyen Trump’ın görevden ayrılması, bin Selman yönetiminde dış politikada agresif politikalar takip eden Riyad'ın geri adım atmasına neden oldu. Bu çerçevede yapay Katar krizini sonlandıran bin Selman ve ekibi, Yemen’deki savaşı sonlandırma yolunda da ciddi adımlar attı.
Suudi Arabistan’ın İran’la ilişkileri normalleştirmesinin ikinci sebebinin artan güvenlik kaygıları olduğu söylenebilir. Emniyetini ABD gibi büyük güçlerin garantilerine bağlayan ve rejimini büyük ölçüde tehdit altında hisseden Suudi Arabistan gibi ülkelerin güvenlik kaygıları dış politika kararlarını doğrudan etkilemekte. Bu çerçevede 2021 yılında özellikle Yemen ve Irak’taki İran destekli milislerin Suudi Arabistan’a yönelttiği güvenlik tehditlerinin artması Riyad’ı Tahran’a zeytin dalı uzatmak zorunda bıraktı. Suudi Arabistan 2015’ten beri sürdürdüğü, bölgenin birçok noktasına nüfuz etmeye çalışan ve büyük oranda Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in dizayn ettiği agresif dış politikasında başarısız oldu. İran destekli Husilerin Yemen sahasındaki başarısını de facto (fiili) olarak kabul eden Suudilerin ateşkes ilanı da Riyad’ın Tahran stratejisinin değiştiğini ortaya koyuyor. Bir diğer ifadeyle Suudi Arabistan değişen uluslararası ve bölgesel konjonktüre ayak uydurarak İran ile ilişkileri normalleştirmek istiyor olabilir. Biden’ın başkan olmasıyla birlikte İran’a yönelik Batı siyasetinin değişecek olması ve Suudi Arabistan’ın Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan’daki İran destekli aktörlerle mücadelesinde başarısız olması Riyad-Tahran hattında yaşanan yakınlaşmanın en önemli sebepleri arasında.
- Fakat son dönemde gerek Yemen gerekse ekonomi bağlamında yaşanan Abu Dabi’nin Murban petrolü hamlesi ve Suudi Arabistan’ın, BAE'nin ekonomik çıkarlarına doğrudan tehdit anlamına gelecek kararla, bölgede iş yapmak isteyen uluslararası firmaların merkezlerini Suudi Arabistan'a nakletmelerini istemesi gibi adımlar, Abu Dabi-Riyad hattındaki birtakım kırılmaların varlığını ortaya koymuştu.
Öte yandan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin getirdiği ekonomik kaygıların da iki ülkeyi yakınlaştırabileceği ifade edilebilir. Öyle ki pandeminin küresel ticareti zayıflatmış olması bölgesel aktörleri bu ticaret kaybını ikili ticari ilişkileri geliştirerek kapatma gibi stratejilere itmiş olabilir. Birçok ekonomik çeşitlendirme projesi ortaya koyan Suudi Arabistan İran’a karşı düşmanca siyaseti terk edip rasyonel adımlar atarak gerek petrol üretimi gerekse diğer birçok alanda ekonomiyi önceleyen bir siyaset izleyebilir. Fakat bu olumlu senaryonun önünde birtakım engeller de bulunuyor. Bunların başında yukarıda zikredildiği gibi Abu Dabi Veliaht Prensi bin Zayid’in Suudi Arabistan siyasetindeki etkisi geliyor. Fakat son dönemde gerek Yemen gerekse ekonomi bağlamında yaşanan Abu Dabi’nin Murban petrolü hamlesi ve Suudi Arabistan’ın, BAE'nin ekonomik çıkarlarına doğrudan tehdit anlamına gelecek kararla, bölgede iş yapmak isteyen uluslararası firmaların merkezlerini Suudi Arabistan'a nakletmelerini istemesi gibi adımlar, Abu Dabi-Riyad hattındaki birtakım kırılmaların varlığını ortaya koymuştu.
- Katar krizini de Biden başkanlık koltuğuna oturmadan önce sonlandıran bin Selman ve ekibi, İran ile de ilişkileri normalleştirerek Biden döneminde ABD nezdinde “krizi sonlandıran taraf” portresi çizmek istiyor olabilir. İran açısından ise, özellikle reformistlerin nükleer anlaşmaya geri dönme, ABD ve Suudi Arabistan ile ilişkileri normalleştirme yönünde eğilimlerinin ağır bastığı görülüyor.
Suudi Arabistan, Muhammed bin Zayid’in çizgisindeki bin Selman’ın radikal siyasetini terk ederse Riyad-Tahran hattında normalleşme yaşanabilir. Son olarak iki ülkenin de ABD Başkanı Biden’a karşı olumlu imaj çizmek istediği için yakınlaşma yönünde adım attıkları söylenebilir. Bu anlamda Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı cinayetinden bu yana ABD ve Batı nezdindeki imajını tazelemek için birçok faaliyette bulunduğu biliniyor. Bunların arasında lobi faaliyetlerini çeşitlendirmek, spor-kültür-sanat organizasyonlarına ev sahipliği yapmak, reform paketleri açıklamak gibi adımlar yer alıyor. Katar krizini de Biden başkanlık koltuğuna oturmadan önce sonlandıran bin Selman ve ekibi, İran ile de ilişkileri normalleştirerek Biden döneminde ABD nezdinde “krizi sonlandıran taraf” portresi çizmek istiyor olabilir. İran açısından ise, özellikle reformistlerin nükleer anlaşmaya geri dönme, ABD ve Suudi Arabistan ile ilişkileri normalleştirme yönünde eğilimlerinin ağır bastığı görülüyor.
- Bu anlamda Afganistan, Irak ve Körfez’deki askeri varlığını azaltan ABD, İran ile gerilimi sonlandırmak, Obama döneminin bariz politikası olan “Tahran’ı uluslararası sisteme diyalog yoluyla entegre etme” siyasetine dönmek istiyor.
Sonuç olarak İran-Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşeceği yönündeki söylemler büyük oranda ABD’nin bölge politikasındaki değişimden kaynaklanıyor. Biden’ın döneminde ABD’nin Çin ve Rusya merkezli meydan okumalarla karşılaşması, Washington’ın bölgedeki askeri varlığının ve “grand stratejisinin” değişmesine neden oldu. Bu anlamda Afganistan, Irak ve Körfez’deki askeri varlığını azaltan ABD, İran ile gerilimi sonlandırmak, Obama döneminin bariz politikası olan “Tahran’ı uluslararası sisteme diyalog yoluyla entegre etme” siyasetine dönmek istiyor. Bu minvalde Suudi Arabistan’a kayıtsız-şartsız sağlanan desteğin sonlandıracağının açıkça beyan edilmesi Riyad’ı İran ile nükleer müzakerelere dahil olmaya zorluyor. Riyad-Tahran hattındaki yakınlaşmanın önündeki en büyük engel ise İsrail-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve iki ülke halklarını düşmanlaştıran dini söylemler. İsrail’in İran tehdidi üzerinden ABD’den aldığı yardımlar ve güvenlikleştirme politikası BAE ve Bahreyn gibi ülkelerle normalleşmeye yol açmış, diğer Körfez ülkeleriyle de “örtülü” ittifak sağlamıştı. Tahran-Riyad arasındaki ilişkilerin normalleşmesi Suudi Arabistan’ın İran ile mücadele mantığını işbirliği yönünde değiştirmesi, İsrail ve BAE’nin İran-Suudi Arabistan normalleşmesini engellemeye çalışmasına neden olabilir. Öte yandan gerek Suudi Arabistan’daki Vehhabi nizam gerekse İran’daki aşırıcı çevrelerin dini retoriklerle halkları düşmanlaştırması ve siyasi arenayı germesi de normalleşme önündeki diğer büyük engeller. Bunlara rağmen Biden’ın teşvik ve zorlamalarıyla iki ülke arasında göreceli bir normalleşmenin, karşılıklı ziyaretler beklenebilir.