Akademik hayat kendi içinde bir dünya, bir alem. Bu alemde yaşayanların tamamının birbirine dost olmasını elbette kimse beklemez. Ama hakikat sevgisi ve arayışı dolayısıyla toplanmış olanların birbirleriyle de daha fazla dostluk oluşturması beklenir.
Başka alemlerde, mesela insanların kendi çıkarlarını aradığı ticari veya siyasi alemlerde insanların kıyasıya birbirleriyle rekabet etmeleri ve bu esnada hakiki dostlukların oluşmaması doğal karşılanır. Neticede çıkarlar çok kolay çatışır ve herkes kendi çıkarını düşündükçe başkalarına yakınlaşmak, güvenmek, samimi olmak, dost olmak değil, güvenmemek, mesafeli olmak, çıkarlar devam ettikçe dost görünmek esas olur. Oysa akademik hayat, tabiatı itibariyle bilgiyi ve hakikati arayan, onu seven insanların hayatı olarak, dostluğu hem daha fazla gerektirir hem daha fazla yeşertir.
Bununla birlikte çoğu kez akademik hayatta görülen rekabet siyaset ve ticarette görülenden daha çetin, daha kırıcı ve kıyıcı olabiliyor. Hakikat sevgisi ortaklığı insanları dost kılmak bir yana birbirlerine karşı kıskançlıkları, çekememezlikleri ve entrikaları daha da fazla harekete geçirebiliyor.
Bu durumun bilimsel alanda olmayan, tamamen yükselme, diploma derecelerini alma, kadro temini veya yöneticilik gibi hususlarda yaşananları ayrı bir konu tabii. Kısıtlı bir kadroya atanma hususunda olabildiğince samimi dostların birbirine düşmesi, birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışması en tipik örneklerden. Ya bir akademik kadroya atanmak için akademisyenler arasında cereyan eden yarış ve rekabet dostlar arasına bir kılçık gibi girer ve çoğu kez akademisyenlerin birbirlerine karşı akademi dışı duygu ve davranışlarını harekete geçirir. Çoğu kez de akademisyenlerin akademik birim yöneticiliklerine olan tuhaf ilgi ve rağbetleri de bilim aşkı uğruna katlanılan çabaların önüne geçer.
Açıktır ki akademik hayatta yöneticilik çok istisnai örnekler dışında bilimsel-akademik aktiviteyi bitirir. Şu ana kadar bir şekilde gerçeklemiş olan bilgiye olan sevgiyi-dostluğu da iyice soğutur. Hele akademisyenlerin bu yöneticilik kadroları dolayısıyla birbirleriyle rekabeti kendi aralarında ne dostluk bırakır ne samimiyet.
Bu tür örnekler kabul edelim ki akademiyi epeyce yıpratıyor, aşındırıyor. Birbirlerini yanlışlamaya çalışan akademisyenler hakkında Karl Popper’in bahsettiği türden bir üretime yol açması genellikle çok nadirdir. Yani birini kıskandığı için veya ona karşı bir rekabet duygusu hissettiği için meslektaşının bilimsel tezlerine eleştirel bir bakışla yanlışlamaya çalışmak çok istisnai bir örnektir. Bu durumda bile bizde daha tipik olan davranış, kıskandığı, çekemediği veya husumet beslediği akademisyeni görmezden gelmek, ona hiç değinmemek, onun çalışmalarıyla hiç ilgilenmemektir.
Başka ülkelerde farklı örnekler çoktur ama Türkiye’de bir akademisyen beğenmediği başka bir akademisyenin çalışmalarıyla ilgileniyorsa itirazlarını ve karşı tezlerini genellikle bilimsel bir düzeyde bırakmaz. İlgilendiği kişiyi akademik ortodoksiler veya siyasi-toplumsal ideolojiler nezdinde ihbar ve mahkûm etmek için yapar yapacağını.
Bir akademisyenin görüşünü beğenmeyen bir akademisyen ona karşı bilimsel tezler üretmek yerine işin kolayına gidip o görüşün mevcut dini anlayışa veya resmi anlayışa nasıl bir sapma hatta ihanet oluşturduğunu iddia ederek ya belli bir ideolojik ve iktidar çevreyi linçe davet eder veya siyasi iktidarı kovuşturmaya. Din ilahiyatçıları veya seküler Kemalist ilahiyatçılar arasında benzer örnekleri bolca yaşıyoruz. Ortaya konulan herhangi bir uç teze karşı bilimsel sınırlarda bir cevap üretmek yerine işi hemen bilim-dışı alana taşımak, aslında bilim dostları arasına sızmış, ama sayıları maalesef bolca olan bağnaz ajanların işi.
Mesela, olağanüstü dönemlerde düşünceleri veya düşünmedikleri dolayısıyla darbecilerin veya genel olarak siyasi iktidarların gadrine uğrayan akademisyenler hakkındaki ihraç veya sair cezalandırmalar çoğu kez kendi meslektaşlarının raporlarıyla gerekçelendirilir. Rekabetin bu boyuta vardığı akademik hayatta ortaya çıkan ürünlerin ne bilimsel hayata ne de düşünce hayatına hiçbir katkısı olmaz, sadece kin, nefret ve düşmanlık üretir. Akademik hayatta dostluğun, hakikat sevgisinin kökünü kurutan bir şey olur bu.
Dostluğun kökenini kurutan örnekler, akademik hayatımızda, ne yazık ki, mebzul miktarda mevcut. Hakikat arayışı ortaklığı dolayısıyla olağan durumda birbirinin dostu olması gereken akademisyenler birbirinin düşmanı olurlar böylece.
Oysa Popper’in yanlışlamacı akademisyeni yanlışlamak üzere yola koyulduğu meslektaşına veya bilim adamına karşı muhabbet bile duyabilir. Dostluğun kökenine, hakikate bir sadakat vardır çünkü. Birinin tezine karşı belli bilimsel veya felsefi sınırlar içinde tez üretmeye motive olmak için o kişiyi ciddiye almak gerekiyordur. Bu ciddiyet bir nebze de o tezde hissedilen bir hakikate sadakat duygusundan da beslenir.
Oysa akademik hayatımızın rutini hakikate sadakat değil, öyle olsa aynı sadakate sahip olanlarla da bir yakınlık hissedilir. O insanların arayışları, bilimsel çabaları dostane dikkate alınır, görmezden gelinmez. Bizde akademik hayatın rutini birbirini doğrulama veya yanlışlama değil, birbirini görmezden gelme veya daha kötüsü diğer akademisyenlere karşı akademi-dışı kulvarlarda sergileyebileceği her türlü rekabet.
Oysa başka türlü bir akademi de mümkün, dostlukla, hakikat sevgisiyle, bu sevgi dolayısıyla akademisyenleri birbirine daha fazla yakın hissettirecek bir duyguyla. Bunun örnekleri yaşandığında çok muhteşem bilimsel, akademik ürünler ortaya çıkmıştır akademinin tarihinde. Biraz da ona bakalım.