Kenan Alpay – Haksöz Haber
Mustafa Kemal’i Kemalizm’le, Atatürk’ü Atatürkçülükle ayrıştırma imkânı var mı? Evet, Mustafa Kemal’i yanlış anlayan Kemalistler, Atatürk’e rağmen konjonktüre uygun Atatürk tahayyülü ve misyonu icad eden Atatürkçüler olabilir, görüyoruz zaten. Ancak Mustafa Kemal’den İslam’a ve toplumsal beklentilere uygun hareket eden bir siyasal aktör çıkarmaya, Atatürk’ü halkın gönlüne taht kurmuş şefkat ve adalet timsali bir lider gibi resmetmeye kalkışmak düpedüz sahtekârlıktır.
Resmi ideoloji ve resmi tarih, önce en geniş katılımla kurulan Meclis’i ve yürütülen Milli Mücadele’yi Ulu Önder/Ebedi Şef liderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı’na çevirdi. Sonra da bütün bir toplum ibadeti ve kıyafetiyle, geçmiş ve gelecek idrakiyle Cumhuriyet adı altında Tek Adam ve Tek Parti Rejimi tarafından laiklik sopasıyla terbiye edildi, çağdaşlaşma tehdidiyle hizaya çekildi. Batılaşma ve Batılılaştırma olarak niteleyebileceğimiz bu zorbalıklar önce Atatürk tarafından yapıldı sonra Atatürkçüler tarafından Atatürk ilke ve inkılaplarına sadakat söylemiyle icra edildi. Atatürk ve Atatürkçülerin temel ve öncelikli hedefi Müslüman toplumu kâh İstiklal Mahkemeleri ve Takriri-i Sükûn Kanunu gibi zecri tedbirlerle kâh Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi gibi ırkçı efsanelerle kendine yabancılaştırmaktı. Uyduruk gerekçelerle gazetelerin, dergilerin, derneklerin, partilerin kapatılması çıplaklık ve alkolizmin teşvik edildiği balo türü etkinliklerin çoğaltılması da bu yabancılaştırma projesinin bir parçasıydı.
Kabahat Ata’da Değil Atatürkçülerde mi?
Tarihle oynamanın, ilahlaştırılan ve bir kült haline getirilen Atatürk’ü masumlaştırmak için kurmay kadrosunu ve takipçilerini günah keçisi ilan etmenin manası ve faydası yok. Doğru bir sosyolojik tespit için tarihsel sürece, aktörlere ve kurumlara doğru bir yöntemle yaklaşmak gerekir. Gönül almak ya da konjonktüre uyum sağlamak için sosyolojinin imkânlarını seferber etmenin nasıl acı sonuçlar doğurduğunu defalarca gördük, görüyoruz. Ancak bugünkü Yeni Şafak Gazetesi’nde Ergün Yıldırım’ın “Endişeli modernlerin çılgın Kemalizm’i” başlıklı makalesi maalesef yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız çarpık perspektifle malul bir dizi yaklaşıma yer vermektedir. Oysa Yıldırım hem bir asırlık tarihsel süreci hem de doğurduğu sosyolojik gerilimleri gayet iyi bilmekte, daha önce pek çok kez makalelerinde bu gerilimlerin sebep ve sonuçları üzerine değerlendirmeler yapmıştı.
12 Eylül askeri darbesiyle piyasaya sürülen “dinle barışık, İslam’a saygılı Atatürk” modeli ilerleyen zamanda “İslam’ın hamisi, Müslümanların teminatı Atatürk” modeline doğru evrildi. Öyle ki, Türkçe Ezan ve ibadet projesinden Tek Parti despotizmine değin hemen her türlü kötülük Atatürk istisna kılınarak lanetlendi, ayıplandı. İsmet İnönü ve CHP’ye yüklenen bütün günahlar Atatürk’ü masum ve masun kılmak üzere bağlamından koparıldı, alenen çarpıtıldı. İş o kadar çığırından çıktı ki mesele Atatürk’ün kerametlerini, faziletlerini sayarak rahmet okumaya, minnet duygularını ilan etmeye vardı. 15 Temmuz sonrası oluşan iklimse muhafazakâr-demokrat çevreleri ciddi ciddi Kemalizm’le kader ortaklığı gibi çarpık hedeflere doğru savurdu.
Şimdilerdeyse “makul Kemalizm” ve “çılgın Kemalizm” gibi bir ayrım yapılıyor. Türkiye’nin yaşadığı bütün olumsuzlukları “çılgın Kemalizm” kadrosuna keserek esasen onların “makul Kemalizm”le ilgilerinin olmadığını vurgulamak çıkış yolu sanılıyor. Hâkimiyetlerini kaybetme korkusuyla Kemalist elitlerin çılgın Kemalizm’e doğru kaydığını ifade eden Ergün Yıldırım da söz konusu çevrelerin “Tek Parti’nin kurucu ruhunu Cumhuriyet’in kurucu ruhu olarak” görmelerinden kaynaklanan, sonucu kan dökmeye değin varacak otoriter ve radikal yöntemlerinin doğurduğu tehditlere dikkat çekiyor.
Taktik Hamle, Kalıcı Hasar
Yıldırım, bugünkü makalesinde “Çılgın Kemalistler”in Atatürk sömürüsü ve ticareti yaptıklarını ifade ettikten sonra muhafazakâr ve dindar kesimlere karşı bir sopa ve tehdit olarak “elitist, Batıcı ve laikçi tahayyüle uygun bir Atatürk” ürettiklerini iddia ediyor. Ancak bu “hayali Atatürk” sayesinde Osmanlı ve Selçuklu tecrübesinin reddedildiğini, İslam’ın gericilikle eşitlendiğini, Anadolu’daki anasırı İslam’ın çoğulculuğunun reddedildiği, partilerin kapatıldığı ifade ediliyor. Buna göre “çılgın Kemalizm” milletine, tarihine, dinine vd. yabancılaşmanın merkezinde olduğu gibi adalete, hakka, demokrasiye, ıslah ve yeniliğe de yabancılaşmanın kaynağıdır. Ancak anıt heykellerin dikilmesi ve modern ulusu inşa maksadıyla tertiplenen seküler törenleri doğrudan Mustafa Kemal’in emriyle gerçekleşmesine rağmen “çılgın Kemalizm” hesabına yazmak pek iğreti duruyor. Ergün Yıldırım’ın iddiasının aksine Kemalizm, seromoni ve ritüelleriyle Mustafa Kemal hayattayken temelleri atılıp çerçevesi çizilmiş bir “politik din”dir. Atatürk’e rağmen sergilenmiş bir sapma veya aşırılık değil bizzat onun emri ve yönlendirmeleriyle “Kemalizm Türk’ün dinidir” mottosu bir deli gömleği misali halkın üzerine geçirilmiştir.
“Atatürk sol muhayyile içinde üretilerek milletine yabancılaştırılıyor” demek İstiklal Mahkemeleri ve Takriri Sükûn Kanunu’ndan başlayıp İskilipli Atıf Hoca başta olmak üzere Şapka Kanunu’na muhalefet ettiği için idam edilen onlarca insanı izah edememek demektir. Sol muhayyileye yüklenen aşırı anlam İzmir Suikastı bahanesiyle Kazım Karabekir’den Rauf Orbay’a değin bütün muhalifleri Kel Ali ve Kılıç Ali marifetiyle temizlemeye kalkışan Tek Adam despotizmini ıskalamak demektir. Mustafa Kemal’in Trabzon’dan yönettiği Dersim Harekâtı’nın nasıl büyük bir kıyıma dönüştüğünü izah edememektir. Sol Kemalizm veya sağ Kemalizm denilen hikâye uluslararası göre pozisyon alışla alakalı olmaktan öteye pek bir anlam taşımaz. 1938’den bugüne Kemalistler, Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi’nden daha çılgın projeleri seslendirecek takat bulamadılar kendilerinde. Ebedi Şef’in ölümünden sonra üzerine mezarları açmak dahil Türkleri kafatası brakisefal midir yoksa dolikosefal midir türlü saha araştırmasına cesaret edecek çılgın Kemalist henüz anasından bile doğmadı. Daha bir sürü çılgınlık, akıl ve ahlak dışılık, gülünç bilimsellik iddiaları, kara komedi misali demokratik atılımlar sayılabilir Ebedi Şef’in Tek Adam dönemine dair.
Ne Sevgi Ne Öfke Ölçüsüz Olur
Tarihle kavga ya da barış yapılmaz. Ancak tarih objektif bir biçimde ortaya konur ve ibret alınıp geleceğe dair bir ufuk açılır ancak. Belli politik ihtiyaçlar dolayısıyla şimdilerde etrafını ve takipçilerini suçlayıp Mustafa Kemal’i temize çıkarma, Gazi Paşa’dan müşfik ve dindar bir rehber çıkarma modası yayılıyor. Bu araçsal ve dolayısıyla dönemsel hamle siyasi kadroların olduğu kadar toplum kesimlerinin de davranışlarını, ahlakını ve itikadını ifsad etmekte. Bu taktik hamlenin ne fayda sağlayacağı meçhul lakin ağır ve kalıcı hasarlar bırakma ihtimali çok yüksek.
İfrat içeren söylem ve tutumlar sahiplerini tez zamanda tefrit içeren söylem ve tutumlara savurabiliyor. Kullanılan yol ve yöntemin Mustafa Kemal’e, Kemalizm’e ne kadar uyumlu ve uygun olduğu tartışmalı olmakla beraber İslami kimliğe ve değerlere uyumlu ve uygun olmadığı açıktır. Ama anlaşılan iktidar mücadelesi tevhid-şirk, iman-küfür, haram-helal, Allah’ın rızası-Allah’ın gazabı gibi en temel inanç esaslarını istediği zaman, isteği şekilde esnetip oynama hakkını kendinde görebiliyor. Medya ve akademi de bu hadsizliğe çanak tutuyor. Ancak İslam böylesi keyfiliklere, ölçüsüzlüklere, lakaytlıklara müsaade etmez.
Ergün Yıldırım - Endişeli modernlerin çılgın Kemalizm’i
Yeni Şafak Gazetesi
Ak Parti iktidarı ile demokratik reformların hız kazandığı ve Türkiye’nin büyük kalkınma hamleleriyle heyecanlandığı zamanlarda endişeli modernler kavramı ortaya atıldı. Güya modernler endişeleniyordu. Yaşam tarzlarının zorla değiştirilmesinden korkuyorlardı. Oysa korkuları, yaşanılan büyük değişim hamleleri karşısında Kemalist elitlerin hakimiyetlerini ebediyyen kaybetme korkusuydu. Ancak endişeli modernler, bugün çılgın Kemalizm’e kayıyorlar. Kazandıkları belediyelerle yükselen politik trendlerine bağlı bir biçimde yeniden çılgınlaşıyorlar.
Çılgın Kemalizm, tek partinin kurucu ruhunu cumhuriyetin kurucu ruhu olarak görüyor. Bu ruhta tek parti hakimiyeti, laikçilikle dinin ve Osmanlı’nın tasfiyesi, geleneğe ve dine karşı devrimcilik, otoriterlik, homojen ulus devlet bilinci vardır. Anasırı İslamiyetin çoğulculuğuna tahakküm vardır. Bütün Osmanlı İslam kurumlarının lağvi vardır. Toplumsal ve hukuksal meşruiyete ihtiyaç duymadan devrimcilik yöntemiyle her şeyi radikal bir biçimde değiştirme ve gerektiğinde kan dökme vardır.
Çılgın Kemalizm, demokrasiyi de demokrat partiyi de sağ siyaseti de karşı devrim olarak görür. Bundan dolayı bugün de Ak Parti iktidarına “karşı devrim” diyor. Onu kendine düşman görüyor. Yaptığı dinle devleti barıştırma, Osmanlı ve cumhuriyeti barıştırma, merkezle çevreyi barıştırma girişimlerini tehdit görüyor. Çatışma ve karşıtlığı barışa tercih ediyor. Çünkü varlığı her zaman çatışma ve güvenlikten besleniyor. Nitekim her zaman etrafımızın düşmanlarla sarıldığını ve her an işgal edilebileceğimizi ileri sürerek Kemalist ideolojiyi bedel olarak millete dayatır, koşulsuz sadakat bekler.
Çılgın Kemalizm, Atatürk’ü sömürür. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi Atatürk perdesi ile ekonomik ve demokratik sömürü içine giriyor. En büyük ticareti Atatürk ve cumhuriyet ticareti olarak gerçekleşiyor. Kemalistler devlet ve siyaseti tekellerinde tutarak zenginliği de devlet kudretini de elinde tutmak peşindeler. Elitizmlerini Kemalizm ile yürütüyorlar. Bununla özdeşleşiyorlar. Onlara karşı çıkan, onları sorgulayan ve ret eden Atatürk’ü sorgulamış ve ret etmiş gibi oluyor.
Çılgın Kemalistler, Atatürk’ü kendi siyasal, elitist, batıcı ve laikçi tahayyüllerinde üretiyorlar. Bu Atatürk ile yerleri sağlamlaşıyor. Bu hayali Atatürklerine uymayan insanları tehdit ediyorlar. Atatürk’ü bir sopa olarak kullanıyorlar. Yüzyıldır sağ siyaseti, muhafazakarları ve dindarları bu sopa ile tehdit ve tahkir ediyorlar ve hatta dövüyorlar. Partilerini kapatıyorlar, siyasal ve sosyal meşruiyetlerini yok ediyorlar.
Çılgın Kemalistler, millete olan yabancılaşmasını Atatürk maskesi altında sürdürüyorlar. Türklerin tarihsel varlığını, Müslümanlıklarını, Osmanlı ve Selçuklu tecrübelerini ret ediyorlar. Onları yüzyıllık bir tarih içinde sınırlayarak tanımlıyorlar. Müslümanlığı ise zamanı geçmiş, bitmiş, geride kalmış bir fenomen görüyorlar. İslamlaşma, İslam’ın yeniden canlanması onlar için gericiliğin yükselmesidir. Hem Türklerin İslam’la müşerref olan bin yıllık Anadolu tarihini yok sayıyorlar hem de anasırı İslamın çoğulculuğunu.
Çılgın Kemalizm, bir yabancılaşma bilincidir. Milletine, tarihine, dinine ve bütün tarihsel sosyal varlığına yabancılaşma. Millet olmanın benliğine yabancılaşma. İslam’ın tarihi sancaktarı olmasına yabancılaşma. Metafizik içinde var olan bir millet ruhuna yabancılaşma. Türklerin İslam ile yücelmelerine yabancılaşma. Adalete, hakka, demokrasiye, ıslah ve yeniliğe yabancılaşma.
Çılgın Kemalizm, artık bir dogmadır, bir skolastik bilinç ve pratiktir. Bu nedenle ritüeller, seremoniler, menkıbeler, heykeller ve çeşitli anlatılarla bir “politik din”dir. Devleti, tek adam kutsallığı içinde tanımlar. Toplumu tek adam kutsallığı içinde seremonilere ve ritüellere boğar. Bu yönüyle de Müslümanlığı kendisine karşı paradokslara sokar. İnsanın dinine karşı günahkar olmasını ve hatta şirke girmesini talep eder. Sadece kendisi yabancılaşmaz benliğine, Müslümanların da benliğine yabancılaşmasını dayatır.
Çılgın Kemalizm, yeniden CHP ile beraber yükselişe geçiyor. Yeniden kültürel alan üzerinden üretiliyor. Özellikle solun ideolojik boşluğu, Kemalist ideolojiyi yeniden üreterek doldurmaya çalışıyor. Nitekim Atatürk’ü yeniden devrimci, laikçi, ütopist, kutsal ve keskin sert ideoloji bağlamında üretenlerin sol aydınlar olması da tesadüfi değil. Atatürk, yeniden sol muhayyile içinde üretilerek milletine yabancılaştırılıyor.
Kaynak: Çılgın Kemalistler’in Atatürk’ü Milletine Yabancılaştırmasına Müsaade Etmeyelim!