Habil Mert isimli şahsı asalım; çünkü suçu o kadar büyük, kabahati o kadar fazla ki ancak onu asarsak soğur içimiz.
İsmail Kılıçarslan
İlk kabahati şudur: Habil Mert’in devletimizin hukuk sisteminden 2 yıl alacağı var. FETÖ’cü itlerin uydurduğu Tevhid Selam davasında 15 yıl gün alıp, yattığı 2 yılın sonunda Yargıtay’ın o saçma sapan davayı esastan bozmasıyla özgürlüğüne kavuşmuş. Tabii ki tazminat mazminat hak getire. “Pardon” demişler sadece.
İkinci kabahati şudur: Memleketi Edirne’de yıllardır sivil toplum çalışmaları yapıyor. Mülteciler, zor durumdaki insanlar asıl alanı. Ayrıca mesela o solcumsu molcumsu tipler “Nurettin Yıldız’ı Edirne’ye sokmayız” kampanyası yapınca Habil ve arkadaşları “siz kimsiniz de Yıldız’ı tehdit ediyorsunuz ulan” diyorlar. Eh, buradan da yargılanıyor tabii. Mahkemenin verdiği para cezası hâlâ temyizde.
Üçüncü kabahati şudur: 15 Temmuz’a giden yolda da, 15 Temmuz sonrası da FETÖ’cü pisliklerle elinden geldiğince mücadele ediyor. Devlete bildiklerini anlatmak da bu mücadeleye dâhil.
Dördüncü kabahati şudur: Dernekler masasından izinli olarak kurdukları Edirne İslam Gençliği isimli dernekleri eliyle ve devletin yetkili makamlarından her seferinde izin alarak, ağırlıklı olarak Bayırbucak Türkmenlerine hepimizin adına yardımlar ulaştırıyorlar. O konuda inanılmaz işler başarmışlar.
Kabahatleri saymakla bitecek gibi değil Habil’in. Fakat şimdilik bu kadarı yetsin.
30 Ağustos 2019 gününün sabah namazı vakti Habil Mert’i gözaltına alıyorlar. Yücel Salğin isimli bir savcı, “alın gelin” demiş. Suçlama ne peki: “HTŞ üyesi olmak.”
Şimdi burada bir duralım. Bu savcıdan bağımsız olarak söylüyorum. Niyeti bozuk her savcı, Türkiye’deki dindarları, İslâmcıları “HTŞ üyesi olmak” diye bir çuvalın içine atabilir. Tıpkı Tevhid Selam dosyası gibi çünkü HTŞ üyesi olmak. İçi boş bir çuval...
Açık söylemek gerekirse Yücel Salğin ya da başka bir savcı HTŞ üyeliği gerekçesi ile evimi bastırabilir, beni gözaltına aldırabilir. Üstelik dava dosyamı hızla tanzim edip mahkemeye çıkmamı da sağlayabilir. Çünkü Habil Mert’in dosyasında “suçlusun” denilerek ortaya konulan delillerin tamamına, hatta fazlasına ben de sahibim.
Mesela Habil Mert’e demişler ki “Lübnan Hizbullah’ının marşları HTŞ üyesi olduğuna delil.” Beni birazcık tanıyanlar bilir ki ben de El Kaide, Hizbullah, Latin gerilla grupları, DHKP-C gibi örgütlerin marşlarını dinlerim zaman zaman. İlginç bulurum onları.
Mesela Habil’e demişler ki “sen Şah Merdan Sarı hocaya özgürlük istemişsin.” Ben de istedim. Yetmedi, Yakup Köse, Tayyar Tercan, rahmetli Halil Kantarcı gibi İBDA’cılar için de özgürlük istedim.
Mesela Habil’e demişler ki “burs verdiğin üniversite öğrencisi Atatürk’e hakaretten ceza almış. Demek ki sen HTŞ üyesisin.” Buyurun bakalım. Gücüm nispetinde burs verdiğim talebe kardeşlerimden biri bir suça karışsa HTŞ üyesi olurum ben de demek ki.
Yetmiş mi? Yetmemiş. İnternette hâlâ erişime açık olan makaleleri paylaşmayı da delil olarak görmüşler; Habil’in evinde çıkan sol dergileri de… Suriye’de gönüllü doktorluk yapan iki kişiyle konuşmaları delil sayılmış. İzinle, nereye götürdüğünü devletin bildiği yardımlar için “yasa dışı örgütlere yardım götürüyorsun” denmiş. Bayırbucak Türkmenleri yasa dışı imiş zira.
Açık konuşmak, açık yazmak gerekirse Habil Mert’i savunurken kendimi de, bana benzeyen herkesi de savunuyorum. Saçma sapan delillerle, Habil’in savunmasını dinleme zahmetine bile girmeden yakacaklar kardeşimizi. Ve bu, şuna yol açacak: Yarın ellerine geçen ilk fırsatta hepimizi “o çuvala”, yani HTŞ üyeliği çuvalına dolduracaklar.
Yine açık konuşup açık yazayım. Savcılar eliyle usul usul yeni bir Tevhid Selam kumpası organize edildiğine dair kanaatim inşallah yanlış çıkar. İnşallah haksızımdır. Ve inşallah, 9 Şubat’ta Habil’in davasına bakan hâkim “bu ne saçma dava yahu” deyip kapatır dosyayı.
Aksi takdirde hem Habil’i yakacaklar hem de başkalarını yakmak için muazzam bir zemin ele geçirmiş olacaklar. Dikkat!