Eğitimin TDK’deki karşılığı öğrencilerin gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmeleri.
Okul, öğretmen, aile ve toplum gençleri eğip bükerek istenilen becerileri verme ile mükellef.
İnternetin hayatımıza girmesiyle beraber öğrencileri şekillendiren birde dijital dünya var.
Kapalı toplumlarda dijital dünyanın gücü sınırlı. Gelişmiş veya gelişmekte olan toplumlarda dijital dünya daha etkili bir güç.
Eğitimin öznesi ‘nesne’leşiyor.
Her ne kadar eskiye nazaran öğretmenin sınıf üzerindeki etkisi azalsa da halen eğitimin öznesi öğretmendir. Sınıfı evirip çeviren bir öğretmen 40 dakikalık bir derste sınıfı uzaya götürebileceği gibi sınıfa zehrini akıtıp sınıfı akrep yuvasına da dönüştürebilir.
Öğretmenin içinden çıktığı toplum, aldığı akademik eğitim öğretmenin niteliğini belirler. Her öğretmen içinden çıktığı toplumun eseridir. Çöpün olmadığı sokakta kimse de çöp atmaz misali temiz toplumun en temiz bireyi öğretmen olagelmiştir.
Lakin geçtikçe öğretmenin misyonu ve toplumun öğretmene bakış açısı da değişti.
Eskiden aranıp bulunmayan öğretmenden her seksen kişiden birinin öğretmen olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz. Öğretmenliği kutsallaştırma miti haline getirip öğretmenin sırtına kaldıramayacağı yükü yüklemek hem öğretmene zulümdür hem de öğretmenin verimliliğine kan kaybettirdi, kaybettiriyor da .
Öğretmenlerin ekseriyetinde bitmişlik durumu var. Kiminde de sendikalaşma ile siyasi kimlikleri eğitimin önüne geçmiş. Siyasi ideolojiyi, birinci vazife belliyor. Kimi de öğretmenliği ek iş olarak görüyor.
Yaptıkları işin farkındalığını da kaybetmiş birçok öğretmen var. Kendilerini gereğinden fazla değerli görmeleri ve bu değerin karşılığını almamaları onları hayal kırıklığı tuzağına düşürüyor. Kitap okuma, film izleme, tiyatroya gitme, müzik dinleme, düzenli bir entelektüel ortamda bulunma … gibi öğretmeni besleyici aktivitelerden uzaklar. Devletin dönem sonları öğretmen eğitimleri yasal zorunluluk haline dönüşmüş ve eklenilen amaca hizmet etmiyor. Uzman ve başöğretmenlik eğitiminin öğretmenlerin niteliğini ne kadar attıracağını da sular durulduktan sonra göreceğiz.
Dokunulamaza Dokunmak
Tabuya dönüşmüş klişe bilgilerin artık öğrencide algı oluşturmasının önüne geçmek.
Özellikle milliyetçi ve ideolojik yaklaşımla yazılan ders kaynakları. Ötekileştirme üzerine kurulmuş hayali düşman üretmeler. Bu ülkeyi sevmek için ajite, dönemin dilinin gerisinde kalmış kitap dili, öğrencilerin zekasını ve enerjisini aşağı çeken söylem. Geçtiğimiz hafta İzmir’in kurtuluşu konuşmasını yapan Tunç Soyer’in dili ve buna karşı çıkan diğer kesim. Devlet kitapları yıklardır tunç soyerler yetiştirmeye devam ediyor.
Maalesef ders kitaplarımız ötekileştirmeyi besliyor. Osmanlıyı sevmek için Türkiye Cumhuriyet’ni kuranlara kin kusmak veya T.C’yi kuranları sevmek için Osmanlı devlet erkanını hain kılmak. Bu söylemi ve daha birçok ötekileştiren dil maalesef tarih kitaplarımızda mevcut. T.C. bir asrı geride bıraktı. Gerisinde 600 yıllık bir İmparatorluk var. O zaman “Dünle beraber gitti cancağızım / Ne kadar söz varsa düne ait /. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Medeniyetimiz farklı kesimleri bir arada tutacak hayat ve düşünce tarzlarına sahip. İdeolojilerin değil medeniyetimizin dilini kitap diline hakim kılmak lazım.
Niceliğin Niteliği Ezmesi
19 milyon 150 bin öğrenci, 1 milyon 200 bine yakın öğretmen, 70 bin okul, 750 bin derslik…
Ziya Selçuk döneminde nicelik ön planda olmamakla birlikte niteliğin dili MEB’e hakimdi.
Devlet bütçesinin ekseriyeti eğitime ayrılmakla birlikte eğitimde niceliğin sık sık dile getirilmesi sanki nicelik kaliteli eğitimin varlığına denk bir algı oluşuyor.
Oysa evet niceliğin ağırlığı altında ezilen MEB niteliği arttırmada yetersiz kalıyor. Salgın dönemiyle birlikte MEB’de görülen; size okul ve öğretmen sağlama dışında başka da yapacağımız bir şey yok durumu hakim. Niceliğe yapılan her alkış nitelikli eğitime kan kaybettiriyor. MEB ve siyasi erkan arenaya oynamada niceliği ön planda tutma tuzağından bir türlü kendini arındırmıyor. Durum böyle oldukça hem dezavantajlı bölgelere nitelikli eğitim gitmiyor hem de sayılar ön planda tutulup eğitimin niteliğine yatırım yapmanın sesi kısılıyor.
Bilgiye boğulan nesil
Dijital dünya ve teknoloji ile birlikte hayatımıza “güncelleme” kelimesi girdi. Kalu beladan kalan müfredatın güncellenmekte yavaş ve yetersiz kalması maarifimizin sorunlarından bir diğeri. Eğitimin duayyeni İrfan Erdoğan Hocam
Salgın sonrası eğitimimizin en önemli güncellenmesinin ders sayısının azaltılıp müfredatın seyrekleştirilmesi gerektiğini yüksek sesle hem MEB’e hem de her röportajında dile getirdi. Salgın, bize böyle bir imkan bir fırsat sundu.
İlk insanın yaradılışından tutunda medeniyet ve bilim tarihinin gelişim sürecine kadar abuk subuk ve son kullanma tarihinin geçtiği bilgilerden gençleri arındırmak. Gençleri dinç, diri, zıpkın gibi tutacak güncel bilgiler, sosyal ilişkiler, bakışlar ile müfredatı sık sık taze kan ile beslemek. Müfredatı, ideolojilerin hamallığından kurtarmak. İnsanı, tarımı, hayvanı, suyu, börtü böceği kısaca doğayı merkeze alan insani bir müfredat. Vicdanı insan eyleminin başına yerleştiren bir davranış müfredatı.
Gençlere değer vermek
Her çocuk fıtratın evladı olarak farklılıklarıyla dünyaya gelir. Fıtratın içinde kendine has özellikleri bedeninde ve ruhunda taşıyor. Kişinin varlığına hürmet gösterip ona değer vermek öğrencilerin kendini değerli hissetmeleri özgüvenlerini dolayısıyla akademik başarıyı da beraberinde getiriyor. Tırnak içinde çok az bir öğrenci kesimi fıtratından daha fazla bir özgüven ile şımartılıyor. Ancak bunlar eğitimin geneli içinde çok çok kısıtlı bir kesim.
Maarifin önemli meselelerinden biri, gençlere değer vermemek. Onları rakam üzerinden değerlendirmek. Nüfusun çokluğu
üzerinden o olmazsa bizde bunlardan çok var mantığıyla gençlere değer vermemek beraberinde onlara verilecek hizmette de nitelik kaybına neden oluyor. Türkiye dahil Ortadoğu toplumları genç nesile değer vermiyor. Genç neslin heba olmasının önüne geçmede klişeleşmiş doğruların ötesine geçmiyor. Salgın sonrası insanın ne kadar değerli olduğu hün yüzüne çıktı. Her ülke çalışacak bırakın nitelikli eleman bulmayı vasıfsız insan dahi bulmakta zorlanıyor. Gençler belki akademide istediklerini vermeyebilir. Ancak her gencin potansiyeli fıtratındadır. Önce gençlere değer vermek sonra potansiyelini gün yüz çıkarıp dünya hayatında doğru ikamette yol almasını sağlamak.