28 Şubat sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişiği kesilen yüzbaşı Sadık Güray Balatekin, "Nizamiyelerde eşini arabanın bagajına koyarak geçenler oldu. Arka koltuğa yatırdığı eşinin üzerini battaniyeyle örterek lojmanına girenler oluyordu." dedi.
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Balatekin, 28 Şubat öncesi ve sonrası yaşadıklarını anlattı.
Askerlik mesleğine severek başladığını dile getiren Balatekin, 1984´te Kara Harp Okulu´na girdiğini, 1988´de de topçu teğmen olarak mezun olduğunu söyledi.
Balatekin, 1989´da kıta hizmetine başladığını aktararak, evliliğini de bu dönemde yaptığını ifade etti. Eşinin de matematik öğretmeni olarak Diyarbakır´da çalışmaya başladığını belirten Balatekin, "1991´de baskıları hissetmeye başladık. Alay komutanı ´Yemeklere neden gelmiyorsunuz?´ şeklinde soruyordu. Bu şiddetli bir soru değil, ailemin durumunu bildiği için serzeniş şeklindeydi. 1992´yle beraber baskıları hissetmeye başladık. 1992´de çalıştığım birlik Siverek´e intikal etti. Yerleşimi oraya taşıdık. 17 Kasım 1992´de nöbetçiydim. Rahmetli eşim hamile, iki yaşındaki çocuğumla lojmandaydı. Alay, lojmanlar ve kışla birbirine çok yakındı. Akşam saatlerinde bir çatışma başladı ve 45 dakika sürdü. Lojmanlar bölgesine gittiğimde evim oturulacak durumda değildi. Eşim tam bir gaziydi. Yaralanmıştı. Roket atılmıştı. Ertesi gün kolordu komutanı ´geçmiş olsun´ ziyaretlerine geldi. Eşimin durumu anlatılmış olmalı ki uzaktan bir ´merhaba´ dedi. Şanlıurfa Valisi bize sıkı sıkı sarılarak ´Bunun hesabı sorulacak.´ dedi. O zaman aradaki farkı anladık." diye konuştu.
"Eşini arabanın bagajına koyup lojmana girenler vardı"Şark görevini Diyarbakır´da tamamladığını aktaran Balatekin, asıl baskıları Çorlu´da yaşadığını dile getirdi. Balatekin, 1994´e geldiğimizde tayinlerde kullanılmak üzere subay ve astsubay eşleri ile 12 yaşından büyük çocuklarının fotoğraflarının istendiğini belirterek, şöyle devam etti:
"Tayin olacaksınız ama eşinizin ve çocuğunuzun fotoğrafı isteniyor. Eş ve çocukların tipine göre mi tayin edileceksiniz? Çok garipti. Kısa süre sonra anlaşıldı ki eşi başörtülü olan subaylar ve 12 yaşından büyük kız çocukların tespiti, o subay ve astsubayın ´şüpheli´ ve ´sakıncalı´ kategorisine sokulması için yapıldı, takibe başlamak için yapıldı. Ben de eşimin başörtülü fotoğrafını verdiğim için o kategoriye girdim. Bu trend artarak yükseldi. Lojmanlara ve orduevine alınmama çok keskin bir hal haldı. Tesislerden alışveriş yaptırılmamaya başlandı. Hatta bir müddet sonra 1994-1995 bağlamında çoğu lojmanlar bölgesine, başörtülü aileler kendi evlerine giremiyordu. Nizamiyelerde eşini arabanın bagajına koyarak geçenler oldu. Arka koltuğa yatırdığı eşinin üzerini battaniyeyle örterek lojmanına girenler oluyordu."
"Terör operasyonundan geldim, terörist muamelesi gördüm"Baskıların arttığı süreçte 1998´de Ardahan Göle´ye tayin olduğunu dile getiren Balatekin, eşinin başörtülü olduğunu öğrenen garnizon komutanın, "Senin gibi bir adamın böyle eşi olamaz." şeklinde tepki verdiğini anlattı.
Balatekin, bu tepkiden sonra işlerin her gün daha da kötüye gittiğini vurgulayarak, "Sen ağzınla kuş tutsan bu orduda kalamazsın.´ dediler. Anladık ki bizimle alakalı film orada kopmaya başladı. Bu konuşmaların ardından bir aylık görevlendirmeyle Tunceli bölgesine gittim. Sonra kışlaya döndük. Geri gelişimizin ilk pazartesi günü herkese sarı bir zarf verildi. Herkes mutluydu. Bana da bir zarf verildi. Benim zarfımda ´Eşinizin kılık ve kıyafeti Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı olduğu için sosyal tesislere girmesi yasaklanmıştır.´ ibaresi vardı. Terör operasyonundan geliyorum ama terörist muamelesi görüyorum. Ne için? Eşimin kıyafeti ve dindarlığımız için. Tabur komutanı bunu üzüntüyle tebliğ etti. Sıkıntılar artmaya başladı. Daha sonra arkadaşları eşimi çay bahçesine davet ettiler. Eşim gitmekte tereddüt etti. Yine de gitti. Kısa süre sonra iki gözü iki çeşme ağlayarak geri geldi. Aynı komutan eşimi arkadaşlarının yanından kovdurmuş. Çok ağır bir itham. İki türlü ağır. Birincisi inancınız hakir görülüyor, ikincisi arkadaşlarınızın yanında tecrit ediliyorsunuz." şeklinde konuştu.
Eşinin 1999´da rahatsızlandığını ve tetkiklerini revirde yaptırmak istediklerini aktaran Balatekin, "Garnizon komutanının kesin emri var, başörtülülere bakılmayacak." engellemesiyle karşılatıklarını söyledi.
"15 gün içinde hem eşimi hem de işimi kaybettim"Sadık Güray Balatekin, eşini muayene için İstanbul´a ailesinin yanına gönderdiğini, 15 gün sonra bacanağından gelen telefonla eşinin mide kanseri olduğunu öğrendiğini belirtti.
Eşine rahatsızlığının ne olduğunu söyleyemediğini anlatan Balatekin, "O sıradan bir mide rahatsızlığı olarak biliyordu ama benim için dünya çok sarsılmıştı." dedi.
Balatekin, eşinin tedavisi için Ankara´ya tayin istediğini ifade ederek, Ankara Kara Havacılık Okulu´na tayin olduğunu, eşinin de GATA´da tedaviye başladığını dile getirdi.
O dönemde Yüksek Askeri Şura´nın olağan dışı fazlaca toplandığını anımsatan Balatekin, "O senenin 2. YAŞ kararıyla 26 Kasım 1999´da bizim atılma kararımız alındı. Tebliği birkaç gün sonra yapıldı. O gün de eşimin karın ağrısı artmıştı. O gece hastaneye gittik. Müdahale sonrası rahatlama sağladık. Ama ben o gün atılmışım. Pazartesi sabahı albay bir arkadaşımız geldi ´Yüzbaşım, disiplinsizlik nedeniyle TSK´yla ilişiğiniz kesildi.´ dedi. İlginçtir ama hatırladığım ağzımdan çıkan tek şey ´Elhamdülillah´ oldu. Disiplinsiz değildim. Ertesi gün her şeyimizi teslim ettik. Sağlık karneleri vesaire. Eşimin tedavisi orada sona erdi. Eşimin tedavi gördüğünü bile bile attılar. Atılmamdan 15 gün sonra eşim vefat etti. Tabii bir anda sevdiğim iki şeyi, eşimi ve işimi kaybettim. Atlatmak kolay değil. İmandan aldığımız güçle tahammül etmeye çalışıyoruz. 2, 4 ve 9 yaşında üç çocuğumuz vardı. Annesiz kaldılar. Böyle bir zalimlik üzerinden topluma mesaj veriyorlardı. Bir anda cüzzamlı gibi oluyorsunuz. Rahmetli babam ve annem büyük destek verdiler." diye konuştu.
İstanbul´a gelerek sivil işlerde çalıştığını dile getiren Balatekin, bu şartlarda çocuklarını yetiştirdiğini söyledi.
Kendisi gibi ordudan atılanların büyük sıkıntılar yaşadığını vurgulayan Balatekin, sözlerini şöyle sonlandırdı:
"Kan kustuk ama kızılcık şerbeti içtik. Kendimize de zarar vermedik. Milletin bütün mukaddesatını muhafaza edecek her şeyi yaptık. Atılan arkadaşların belki trafik cezalarını bile bulamazlar, böyle insanlardır. Bizim bu sabrımız, ´çatışma olmasın´ diyeydi. Belki de istedikleri oydu. Bu kadar insanı ayağa kaldırmak, reaksiyona sokmak, toplumu kaosa sürüklemek... Ama elhamdülillah atılanlar buna tevessül etmedi. Bu arkadaşlardan inanın yüz tanesi bir araya gelse ortalığı ayağa kaldırırdı. Hiçbiri en ufak bir vukuatın içinde bulunmadı."