Bilerek isteyerek girilen bir yoldan söz ediyoruz. İkazlara, itirazlara kulak vermeyip inatla girilen bir yoldan. Sırf kişisel çıkar hesaplarıyla tercih edilen, hatta kimilerinin yanlış olduğunu bildikleri halde “en doğru yol” diye propagandası yaptıkları bu yolun ülkeyi nereye getirdiği ortada. Dolayısıyla eleştirilerin korkutarak susturulması, itirazların pişkinlikle geçiştirilmesi, soruların demagojiyle cevaplanması, dezenformasyon yayarak milletin kandırılması artık eskisi kadar kolay değil. Her geçen gün daha da kötüleşen manzara toplumda huzursuzluğa, tabanda memnuniyetsizliğe ve erimeye yol açıyor.
Öyleyse ne yapılacak? İki seçenek vardı iktidarın önünde: İlki, ya durumun daha da kötüye gitmesine vicdanlar dayanamadığı için ya da mızrak çuvala sığmaz hale geldiği için (bence ikinci sebepten dolayı) bu yanlış yoldan dönmenin çaresi aranacaktı. İkinci seçenek ise şuydu: Ya bu saatten sonra yapılacak hiçbir şeyin fayda etmeyeceği düşüncesiyle ya da bu yola beraber girdikleri ortaklarını geri dönmeye ikna etmek zor göründüğü için (bence her iki sebepten de dolayı) hiçbir şey yapılmayıp “inceldiği yerden kopsun” denilecekti.
Geçtiğimiz 10 gün içinde yaşanan hadiseler ve bunlarla ilgili tartışmalar gösterdi ki “geriye dönme” opsiyonu ciddi olarak düşünülmüş ve hatta bu doğrultuda harekete geçme girişiminde bulunulmuş durumda. Yine hep beraber gördüğümüz üzere, bu manevra girişimi boşa konunca dolmadığı gibi doluya konunca da almadı. Sonuç itibarıyla yukarıdaki ikinci seçenek tercih edildi. Yani hem “artık ne yapsak eskisi gibi olmaz” düşüncesiyle hem de ortakların izin vermemesi yüzünden “yeni dönem”, “reform” vs. diye ortaya attıkları arayıştan “fitne” diyerek yine kendileri vaz geçtiler.
***
Ne var ki meselenin bu görünen kısmının yanında, çok dikkatli bakılmadığında gözden kaçabilen bir boyutu da var… Tamam, özellikle ortaklarının itirazı ve kendi tabanlarındaki büyük bir kitlenin kabullenemeyişi yüzünden reform arayışından geri adım attılar. Zaten reform dedikleri şeyi de büyük ölçüde yabancı yatırımcıya güven vermek gerektiği için gündeme getirmek zorunda kalmışlardı. Dışarıdan sıcak para akışının durduğu, rezervlerin eridiği, borçların arttığı bir ekonomik tabloda giderek Türk lirasının değerini kaybetmesi sonucunda pahalılığın katlanması, işsizliğin yükselmesi “muhakkak bir şey yapılmasını” gerektiriyordu. Bu şey de yabancı yatırımcıyı buradan uzak tutan sebeplerin ortadan kaldırılması olabilirdi ancak.
Yani adalet, vicdan, hukuk, şeffaflık, liyakat gibi değerlerden ziyade başımızdaki sıkıntılar için pratik ve güncel çözümler bulma ihtiyacı harekete geçirdi hükümeti. Koalisyon ortakları ise bu arayışın siyasi sonuçlarından kuşkulanarak frene bastılar. AK Parti yönetiminin kaç gündür tek derdi Bülent Arınç’ın ve İhsan Arslan’ın söylediklerinin “tamamen kişisel görüş” olduğuna ortaklarını ikna edebilmek. Çok belli edilerek yapılıyor bu.
***
Ancak -Bahçeli ve Perinçek dışında da irili ufaklı üyeleri bulunduğu anlaşılan- koalisyonun ortakları kuşkularında tamamen haksızlar mı? Reform girişiminin sonu mevcut başkanlık rejiminden vazgeçilmesine -ve dolayısıyla koalisyona ihtiyaç kalmamasına- kadar varamaz mı? Akıl, mantık ve matematik itibarıyla bunun elbette mümkün, muhtemel ve hatta bir bakıma zorunlu sonuç olduğu ortada.
Mevcut haliyle yürümesi artık imkansızlaşan bu yönetimin radikal bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Basit bir sebeple: Cumhur İttifakının oylarının bundan sonraki bir seçimde yüzde ellinin üstüne ulaşabilmesi artık çok zor. Bu bakımdan ancak parlamenter rejime dönüş gerçekleşirse AK Parti’nin yeniden iktidar yüzü görme şansı olabilir. Bu da çok yüksek bir ihtimal değil belki ama hem teorik hem de pratik olarak iktidar partisinin ulaşabileceği tek çıkış kapısı bu.
Dolayısıyla buradan bakıldığında AK Parti kanadının reform arayışlarının diğer ortakları koalisyonun varlığının devamı konusunda endişelendirmesi normal görülebilir. Ancak, bana sorarsanız, küçük ortaklar içlerini ferah tutabilirler. Çünkü Erdoğan’ın ve partisinin böylesine büyük bir manevrayı gerçekleştirmeye yetecek bir siyasi kabiliyeti yok artık. Kendilerini kendi üsluplarına angaje ettiler, tabanlarını katılaştırdılar, koalisyon ortaklarıyla da yürüdükleri yolun kenarlarına duvar ördüler. Çıkamıyorlar dışarıya.
Uzun uzadıya örneklerle bu sütunu doldurmayayım. Yalnızca şu son iki haftadır, yani “reform” ve “yeni dönem” lafları ortaya atıldıktan sonra yapılan işlere ve açıklamalara bakın… İktidar partisinin iş yapma tarzında da siyaset yapma üslubunda da ciddi bir değişikliğin gerçekleşmesine ihtimal vermezsiniz bunlara bakınca.
Şöyle düşünelim: Farz-ı muhal, Erdoğan’ın yeni dönem ve hukuk reformu taleplerine Bahçeli olumlu cevap verseydi veya bu reform konusunu ortaklar oturup birlikte kararlaştırmış olsalardı ne olurdu? Bugünkünden farklı bir sonuç ortaya çıkar mıydı? Hiç sanmıyorum. Yine benzer uyumsuzluk problemleri yaşanırdı… Mesela ilk fırsatta “enflasyonun sebebi faizdir” nutukları ve manşetleri atılırdı… İstanbul Borsası’nın yüzde onu Katar’a yine satılır, kaça satıldığı yine açıklanmazdı… Muhalefet yargıya baskı yapmakla suçlanırdı… En iyi ihtimalle yine biri çıkıp hukuk reformu diye HDP liderinin kitaplarını tavsiye ederek iktidarın tabanını isyan ettirirdi… Hiçbir şey bugünkünden farklı olmazdı…
Demek ki küçük ortaklar içlerini ferah tutabilirler. Büyük ortağın halihazırda yaptıklarının dışında bir şey yapma ihtimali çok düşük. Dolayısıyla koalisyonun bekası için endişelenmeleri gereksiz!